Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

·
Puan vermedi
Masum değiliz, hiçbirimiz
Bir roman düşünün ki hem döneminin toplumuna, ruhuna ışık tutsun hem de insan denen girift mahlukun ruh dehlizlerinde sizi gezdirsin. “İçimizdeki Şeytan” söyledikleri, düşündürdükleri ve ihsas ettirdikleriyle çok katmanlı bir roman. Son derece karamsar, bedbin ve bir yanıyla da kötücül. Hepimiz kötü müyüz? Değiliz, diyenler sadece uygun zaman ve zeminde sınanmamanın verdiği emniyet ve fütursuzlukla mı bu cevabı veriyorlar acaba? Garazsız ivazsız iyilik var mıdır? Korkaklıklarımız, beceriksizliklerimiz ve pek çok alandaki yetersizliklerimiz/acziyetimiz yüzünden her an sapmaya teşne varlıklar mıyız? Kitap tüm bu sorulara ve daha fazlasına olumsuz cevaplar veriyor neredeyse ve çok az ümit ve teselli bırakıyor geride. Roman, başından sonuna kadar bir sıkışmışlığı, bunalmışlığı; bozulmayı ve kokuşmuşluğu anlatıyor. İçine doğduğumuz hayat denilen yeknesak iklimin insanda meydana getirdiği manasızlık ve anlam arayışı fakat bulamaması ya da bulduğu an aslında bulduğunun aradığı olmadığı hissini iliklerinizde hissediyorsunuz. Daha açılıştaki vapur sahnesiyle üstünüze yapışan bu his, şiddetini arttırıp tüm eser boyunca yoğunlaşarak ve ağırlaşarak size eşlik ediyor. Ömer bu dağdağa içinde Macide’ye sarılıyor âdeta. Macide kendi boşluğu içinde öyle hiç de eni konu düşünmeden kendini Ömer’e bırakıyor. Onlara karanlık, rutubetli, basık bir fon olarak İstanbul ve bir ev dekor oluşturuyor. İşte bu noktada romanın baş kişisi olan Ömer’e ve onun dünyasına bakmak gerekiyor. Düşünceden ziyade duygunun; akıldan çok hissin galip olduğu biri Ömer. Önünü ardını düşünerek değil, anlık duygu ve düşüncelerle hareket ediyor çoğunlukla. Maymun iştahlı bir tarafıyla. O yüzden her şeyden çabuk sıkılıyor. Serbestiye alışık, bağlanmaya hazır değil. Buna arzu duymuyor değil fakat doğası başka telden çalıyor. Hayatına giren Macide’yle birlikte bunlardan sıyrılmaya, başka bir insan olmaya çalışıyor gibi görünse de burada da ciddi bir ceht gösteremiyor. İçinde olduğu maddi sıkıntıları da bahane ederek her geçen gün biraz daha içindeki şeytanın kulağına fısıldadıklarına râm oluyor. Sonunda ise belki de hayatı boyunca karşısına çıkmış en önemli fırsat/en güzel şey olan Macide’yi kaybediyor. Romanın sonunda onun yeni bir hayata, yeni bir başlangıca dair çıktığı yolculuk ise okuyanda pek de bunun gerçekleşeceğine dair bir intiba uyandırmıyor. Ömer’in etrafı da fena... Matbuat, edebiyat ve içine girip yıllardır çıkamadığı üniversite çevrelerinde kokuşmuşluk diz boyu. Muhiti oluşturanların söylemleri, eylemleri, takındıkları tavırlar hep iğreti. Nutkunu attıkları şeylerin sahibi değil, emanetçisi ya da taşıyıcısılar çoklukla. Kendileri olamayıp olmaları gerektiğini düşündükleri “büyük adamların” kisvesine bürünmeye, onlar nasıl hareket ederse öyle hareket etmeye kendilerini memur hisseden kimseler. Ettikleri büyük laflara, tutuştukları mübahaselere rağmen maskelerini indirdiklerinde süfli zevklerin peşinde koşturan, bu zevkleri temin için sahip oldukları payeleri paravan yapan insan makuleleri. Hepsi zaman ve zemin uygun olduğunda asli çehrelerini göstermekte tereddüt etmeyen kuzu postuna bürünmüş birer sırtlan gibi âdeta. Bu yığının içinden Bedri sıyrılmayı beceriyor bir nebze. Lâkin her ne kadar aşk gibi temiz bir duyguya istinat edip fiiliyatta herhangi bir taşkınlık olarak kendini göstermese de onun içten içe beslediği duygu, düşünce ve niyetler de bir tarafıyla mülevves. Varını yoğunu Ömer ve Macide’ye hiç düşünmeden verebilirken yaşlı annesi ve ölümcül hastalığıyla ablasının durumlarını pekâlâ görmezden gelip bir de onları maddi hususlarda sorgu suale çekebilmekte. Yine de duygularına ket vurma becerisi, kalbinde olanı kalbinde tutma iradesiyle romanda iyilik namına nevi şahsına münhasır bir yeri olduğu yadsınamaz. Ve Macide… Ömer’le mukayese edildiğinde daha tutarlı biri. Gelgelelim Ömer’e bağlanması, kendini onun iradesine teslim etmesi pek kolay oluyor. İçten içe Ömer’le aynı havayı teneffüs etmediğinin, farklı hamurların ve dünyaların vücut bulmuş halleri olduğunun farkında ama biraz da başkaca seçeneği olmadığı için Ömer’e sarılıyor dört elle. İlişkinin yürümesi için daha çok fedakârlık yapan da aslında o. İçten içe pek çok şeyin yolunda gitmediğini hissetse de bunları görmezden gelmeyi tercih ediyor ta ki bıçak kemiğe dayanıncaya kadar. Sonunda kati kararını verdiğinde ise zaten Ömer de aynı noktaya geldiği için onun kararını icra ettiğini göremiyoruz. Olaylara yön veren değil daha çok akıntıya göre şekil alan biri Macide. Tüm roman boyunca da bu durum değişmiyor pek. Bir yanıyla Sabahattin Ali Macide’yi biraz silik bir karakter olarak çizmiş desem sanırım pek haksızlık etmiş olmam. Tüm bunlardan sonra Sabahattin Ali’nin roman boyunca karakterlere söylettikleri ve yaptırdığı tercihler ile aslında iyiye ve iyiliğe dair pek de ümitvar olmadığını rahatlıkla söylemek mümkün. Hem küçük hem de büyük insanların; hem bireyin hem de toplumun değişik katmanları arasında okuyucuyu çıkardığı gezintide yoğun bir karamsarlık kendini her köşe başında hissettiriyor. Sanki Sezen Aksu’nun o meşhur şarkısının ruhunu duyuyoruz bu kasvetli eserde yıllar öncesinden: Masum değiliz, hiçbirimiz.
İçimizdeki Şeytan
İçimizdeki ŞeytanSabahattin Ali · Yapı Kredi Yayınları · 2019171,1bin okunma
·
4 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.