Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

592 syf.
10/10 puan verdi
KÖRBURUN & HİKMET HÜKÜMENOĞLU
1971 yılında İstanbul’da doğan Hikmet Hükümenoğlu, kendi beyanatına göre üniversite sınavlarında tek bir fizik sorusuna bile cevap verememesine rağmen, ironik bir şekilde Boğaziçi Üniversitesi Fizik bölümüne yerleşmiş. Tahsil hayatının ardından finans sektöründe çalışmaya başlayan Hükümenoğlu, on yılı devirdikten sonra kurumsal hayatına son vererek kendini yazmaya adamış. Yazarın, Kar Kuyusu, Küçük Yalanlar Kitabı, 47 Numaralı Kamara ve 04:00 kitaplarından sonra kaleme aldığı beşinci eseri olan Körburun, "Çok güçlü zaman ve mekân duygularıyla gerçekliği sağlanan hayali bir adada, Türkiye’nin üç kuşağını, kederi ve mizahıyla, siyasî darbelerin birbirini tekrarlayan yıkıcı etkilerini göz ardı etmeden öykülerken, yanı sıra; bir insanın çocukluktan kötülüğe evrilen yetişkinlik yolundaki dramatik değişimini, o tiplemede söz konusu olabilecek abartmanın tuzaklarına düşmeden, kalabalık kahramanlardan bir tekinin bile özgün karakterlerini ihmal etmeden yansıtabilmesi" gerekçesiyle 2017 yılında Attila İlhan Roman Ödülü'ne değer bulunmuş. Arka kapak tanıtım yazısında "Hikmet Hükümenoğlu Körburun'da -büyük roman-ı deniyor" diye bir ibare yer alıyor. Evet denemiş ve bana kalırsa da bu denemesi başarı ile sonuçlanmış. Son zamanlarda okuduğum en doyurucu kitap olarak haneme işlendi. 1960 ile 1990 yılları arası Türkiyesinin panoramasını gözler önüne seren bir roman Körburun. Öyle yüzeysel bir panorama değil bu tabi. Bir devrin siyasi, sosyal,kültürel, ekonomik ve toplumsal açıdan her noktasına tanıklık ettiğimiz türden bir panorama. Körburun, gerçekte var olmayan, haritada göremeyeceğimiz ancak hikayemize göre Kınalıada, Burgaz Adası, Heybeliada ve Büyükada'nın devamında yer alan, hayali olarak kurgulanmış, kendi tarihine ve kültürüne sahip, sakinlerinin tabiriyle "Allah'ın bile unuttuğu' bir garip ada...Garip diyorum çünkü bu adaya İstanbul’dan günde sadece iki vapur seferi var, gidiş ve dönüş. Yerli halkı dışında adayı ziyaret eden kimse neredeyse yok denecek sayıda. Havası at öldüren,denizi gemi batıran bu ada, İstanbul’un hatta Türkiye'nin en kör ve en karanlık noktalarından biri. Ada halkı ise ne adada mutlu yaşayabiliyor ne de adadan uzakta kalmayı göze alabiliyor, öyle bir ikilem bu... "Burnunun dibinde hep daha fazlası, daha iyisi var ve sen buraya hapsolup kalmışsın. Uzansan tutabileceğin kadar yakınında sanıyorsun ama tutamıyorsun işte çünkü aslında hepsi çok uzakta..." Hikayemiz ise, bu adadaki otuz senelik süreçte cereyan eden üç kuşağın aşkları, arzuları, hevesleri, sancıları ve can çekişmeleri bağlamında işliyor. Oldukça kalabalık bir karakter kadrosuna sahip olan roman, 8 bölüm ve 23 alt başlıktan oluşuyor. Romanın bir ana kahramanı var diyemeyiz. Zira dönemler aktıkça, öne çıkan kahramanlar da değişim gösteriyor. Her başlıkta farklı bir karakterin hayatına aktığımız eserde, bölüm geçişleri ve hikayelerin birbirleri ile bağlantıları, kesişme noktaları son derece başarılı bir şekilde planlanmış ve gerçekleştirilmiş. 6-7 Eylül olaylarından tutun da 27 Mayıs darbesine, Menderes'in idamına, 1964 Rum Tehcirine, 12 Eylül'e ve hatta Özal dönemine kadar ülkemizin tüm kırılma noktaları, romandaki kurguya usulca yedirilmiş. Genellikle dönem romanlarında, yazarlar ideolojik görüşlerini büyük ölçüde esere yansıtır ya da yansıtmak zorunda kalır. Lakin, Hükümenoğlu bunu yapmamış. Bir sağdan bir soldan bolca kahraman var içerikte. Gerçekte, aynı evi, aynı yatağı paylaşan çiftlerin bile fikir ayrılığına düştüğü dönemler eserde de olduğu gibi verilmiş, mesela Şahika Hanım ile eşi Osman Bey arasında geçen bir diyalog: "-Ne istiyorlar gül gibi memleketten? İşleri güçleri yakıp yıkmak, saat gibi işleyen düzeni bozup insanların huzurunu kaçırmak. Vatan hainleri! Çapulcular! -Hangi huzurdan bahsediyorsun Allah aşkına? Hükümet insanda huzur mu bıraktı?" Yıllardır bir adada, bir mahallede içiçe, dostça yaşayan farklı tebaalardaki komşuların, dışarıdan gelmiş bir yabancı tarafından galeyana getirilerek bir gecede düşman kesildikleri sayfaları okuyunca da, bireysel kötülüklerin zamanla toplumsal kötülüğe evrildiği kanısına varıyoruz. "Meral Hanım:Yunanistan sizin vatanınız sayılmaz mı? -Stefo Usta:Ben bu adada doğdum Meral Hanım, babam da bu adada doğmuş, onun babası da. Şu menekşeyi toprağından söküp başka toprağa ekseniz ne olur? Yaşar elbette, dayanıklıdır menekşe, böyle nazlı göründüğüne bakmayın. Ama bir daha asla çiçek açmaz. Yaprakları kalınlaşır, keçe gib olur. Eğer toprak değiştirirken çok hırpalarsanız da kökleri çürür. Ben de bu toprağın kokusunu biliyorum, başka toprakta menekşe nasıl yetişir bilmem. Ölünce de başka toprağa gömülmek istemem. Rum'u, Ermeni'yi, Yahudi'yi saksı çiçeği zannediyor bizim devlet baba. Azıcık su verirse çiçek açacak, alacak canın önüne koyacak, işine gelmeyince de bunun suyu fazla geldi diyecek, gübresi fazla geldi diyecek. Saksıyı boşaltayım da daha iyi işler için kullanayım diyecek..." Geriye dönüş tekniğinin doğrudan baz alındığı romanda yer yer sosyal sistem eleştirileri ile de karşılaşıyoruz. İdealist öğretmenimiz Onur Bey ile amiri arasında geçen şiddetli konuşma buna bir örnek : Müdür Bey: "Buradaki vazifenizin milliyetçi ve vatanperver bir nesil yetiştirmek olduğunun bilincindesiniz umarım." Hayırdır inşallah, dedi Onur içinden.Çok geçmeden meselenin ne olduğunu anladı. Çocuklara ders kitaplarının dışında birtakım acayip kitaplar okuttuğuna dair şikayetler gelmişti. "Geçen hafta Küçük Prens'i okutmuştuk. Sanırım ondan bahsediyorsunuz. Hangi açıdan acayip, bilemedim." "Kiminle konuştuğunuzu hatırlatırım Onur Bey, lütfen terbiyeli olalım. Tekrar söylüyorum, buradaki vazifeniz çocuklarımıza şanlı geçmişimizi öğretmektir,birtakım ecnebi propagandalarını değil." "Geçmişinizi o kadar da şanlı olmayan kısımlarını ne yapacağız peki?"... En sevdiğim karakter ise kuşkusuz Neriman Ablaydı, ne güzel komşumuzdun sen, Neriman Abla! Dönem romanları alanında Vedat Türkali üzerine yazar tanımamama rağmen, yeni ve böyle değerli isimlere de kesinlikle bir şans verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Hükümenoğlu, bu kitap için 3,5 yıl uğraşmış, ciddi sayılarda kaynaklardan yararlanmış, emeği yadsınamaz. Herhangi bir uydurma ya da kulaktan dolma bilgi kullanmamış, eserde geçen söylemler için bile ilgili dönemlerin gazetelerinden ve köşe yazılarından istifade etmiş. Körburun'un 590 sayfa olması lütfen gözünüzü korkutmasın, benim için tek bir satırında bile sıkılmadığım, başından sonuna kadar akıcılığını hissettiğim, devrimcileri, milliyetçileri, aşıkları, hainleri, zalimleri, delileri, bencilleri, terkedilmişleri ve yalnızları ile dolu dolu, nakış gibi işlenmiş bir kitaptı. Sözün özü, alın efendim, alın okuyun...
Körburun
KörburunHikmet Hükümenoğlu · Can Yayınları · 20161,321 okunma
·
274 görüntüleme
AkilliBidik okurunun profil resmi
Tavsiyeniz her zamanki gibi değerlidir; alıp okuyacağız efendim :)
Seda okurunun profil resmi
Umarım beğenirsiniz de mahçup olmam👍
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.