Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

303 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
33 saatte okudu
Hepimizin benzer öyküleri sanki
Psikoterapi öyküleri ve psikoloji kitapları okumayı çok sevmekle birlikte, okurken hissetiğim zihinsel yorgunluk, bedensel yorgunluk ve duygularımı en uçlarda yaşamak, hikayelerin gerçek olması,Irvın Yalom’un hastalarına yaklaşımındaki samimiyet ve gerçekleri olağan akışıyla aktarmasına bağlı diye düşünüyorum. Her hikayede muhakkak kendimizden, kök ailemizden ve arkadaşlık ilişkilerimizden benzer olaylarla karşılaşmışızdır. Ama bunlarla yüzleşmek zorunda kalmak ve kendi yaşamımı sorgulamak her zaman biraz da acı olmuştur. Irvın Yalom’unda dediği gibi “İncelenmemiş bir yaşam, yaşanmaya değmez.” Sonrasında değip değmeyeceği farkına vardığınız duruma ve insana göre değişecektir de şüphesiz..Hikayelerdeki gerçek kahramanların (onlar bana göre hasta değil:)) analiz sürecinde yaşadıkları acı olaylarla ve geçmişleriyle nasıl yüzleştikleri, adım adım ilerlemeleri, terapistin yaklaşımı,her birinin içinde bulunduğu çıkmazların, hastalıklarının, ölüm korkularının, acıyı ıstıraba çevirip oraya saplanıp kalmalarının altında yatan nedenleri yine onların bulup çıkarmalarına yardımcı olarak ve iyileşme yolunda sorumluluğu onlara vererek, hayatlarında nasılda köklü değişiklikler yaptıklarına şahit olunca yaşadığım tüm yorgunluk ve acı birden anlam kazanıyor. İşte diyorum olması gereken hayata tutunmak her şeyin farkında olmak ve farkındalıkla yoluna devam etmek umut var her zaman. Tabi her durum ve olay için geçerli değil ben biraz şahsi yorumlamak istedim belki okuduğu zaman kendinden bir şey bulan olur da ilham olur diye... On tane sarsıcı hayat öyküsü, hepsi yaralı, hepsi çocukken almış bu yaraları, hepimiz gibi... kimse suçlu değil aslında dedim bu öyküleri okurken, hiç annelik görmemiş bir kadının anne olduğu zaman (şartlara bağlı değişebilir) nasıl bir anne olacağını kim kestirebilir ki bilmediği, tatmadığı, yaşamadığı hangi duyguyu verebilir ya da yaşadığı korkuları, yoksulluğu, tacizi, tecavüzü (öz baba) henüz tüm bunlarla yüzleşmeden nasıl bu duygulardan koruyabilir, koruyamazsa kim suçlu burda bir ton cevap çıkar ama o an için bir cevabı da çözümü de yoktu hiçbirinin. Aynı durum erkek çocuklar içinde geçerli ve onların üzerindeki toplumsal baskıları ve tabularıda düşününce eyvah diyorum. Hangimiz ölümü gülerek karşılayabiliriz düşünmek bile çoğumuz için zor. En sevdiklerinizi mezara koyunca hissettikleriniz peki; hele çocuksanız nasıl anlamlandırırsınız ki o duyguyu ya da bir duygu olmalı mı onu bile bilemeyiz. Aşk peki? Aşkın celladı olan Thelma, farkında olsaydı kendi gerçeğinin acaba sekiz yılını bir yanılsama olan ama onun aşk sandığı saplantıyla yaşar mıydı? Tam da burda Terapist aslında bağıra bağıra söylemişti; “O bir yerdeydi, sense bir başka yerde. O bir psikoz içinde kaybolmuştu. Sınırlarının nerede olduğunu —kendisinin nerede bitip senin nerede başladığını— bilmiyordu. Senin mutlu olmanı istiyordu çünkü kendisinin seninle aynı olduğunu sanıyordu. Bir aşk deneyimi yaşamıyordu çünkü kendisinin kim olduğunu bilmiyordu. Senin deneyiminse çok farklıydı. İkinizin birbirinize derinden aşık olduğu, paylaşılmış bir romantik aşk halini yeniden yaratamazsın, çünkü o aşk zaten hiç orada değildi.” Ama acaba farkında olacakmıydı, kendisiyle yüzleşme cesareti olacakmıydı? Peki yakalandığı hastalığın kanser olduğunu gizleyip aslında ölümü inkar ettiği gerçeğiyle yüzleşecek miydi? Yine kanser sebebiyle babasını kaybeden bir kadının obezitesinin, bağlanamama sorunlarının, asosyal davranışlarının altındaki dinamiğin sebebi? Penny! Ah Penny!! Sanırım beni en çok etkileyen hikaye oldu. Aileden birini kaybetmenin acısımıydı beni bu hikayede bu kadar tutan sanırım evet! Okurken defalarca şoka girdim, nasıl dedim yaa bu kadarı da nasıl olur ki? farkında olmadan, yaşadığı kaosta sürüklenirken bilinçaltının o hain mesajlarıyla geleceğini mahvetmesi! İster istemez yine çocukluk yine anne yine baba etkisi... Bir yerde bağırısam geldi yeter diye, kendinizi tanımadan, kim olduğunuzu bilmeden, yetişkin olmadan, birey olmadan ebeveyn olma heveslerinizden lütfen vazgeçin! Coğrafya kaderdir diye bir söz var ama bence anne baba ve büyüdüğün ev kaderdir. Penny çocuğunu kaybetti orda tutundu kaldı o acıda tutunma ısrarını okudukca şoka gireceksiniz eminim. Şaşıracaksınız benim gibi yani nasıl bir bilinçdışı bu noktaya getirir bir insanın hayatını diyeceksiniz. Acısına tutunan her insan gibi etrafını ihmal ederek diğer kayıpların önünü açarız ister istemez. Bir noktada hayat durmuştur orda ya da öyle isteriz o acıda kalıp devam etmek zorunda olmaktan korkarız, gerçekten zordur bu ve bu gerçekle yüzleşmek kolay olmaz. Irvın Yalom; “ bir başka zorlayıcı sınır deneyimi de bizim için önemli birinin-sevilen bir eşin ya da arkadaşın- ölümüdür, bu da bizim kendi yaralanmazlığımıza ilişkin yanılsamamızı darmadağın eder. Çoğu insan için katlanılacak en büyük kayıp bir evladın ölümüdür. O zaman yaşam bütün cephelerden saldırıya geçmiş gibi olur: ana babalar harekete geçme konusundaki yetersizlikleri nedeniyle suçluluk ve korku duyarlar; sağlık personelinin güçsüzlüğüne ve gözle görülür duyarsızlığına öfkelenirler; Tanrının ya da evrenin adaletsizliğine verip veriştirler (birçoğu adaletsizlik gibi görünenin gerçekte evrensel kayıtsızlık olduğunu er geç anlar). Çocuklarını kaybeden anne ve babalar aynı zamanda, kıyaslama yoluyla, kendi ölümleriyle de yüz yüze kalırlar: savunmasız bir çocuğu korumaktan aciz kalmışlardır ve günle gecenin birbirini izleyişi gibi, sıraları geldiğinde kendilerinin de korunmayacağı yolundaki acı gerçeği anlarlar.” ................. Yine Penny için Irvın Yalom’un çıkarımı; “anne babaların bir başka önemli sorunu üzerinde düşünmeye başladık; yaşamındaki anlamın kaybı. Anne-babayı, kardeşi ya da çok eski bir arkadaşı kaybetmek çoğu kez geçmişi kaybetmektir: ölen kişi çok eski dönemlerin değerli olaylarının yaşayan tek tanığı olabilir. Ama bir çocuğu kaybetmek geleceği kaybetmektir. Kaybedilen, kişinin yaşam projesinin ta kendisidir—ne için yaşadığı, gelecekte kendini nasıl tasarladığı, ölümü aşmayı nasıl umut edebileceğidir( insanın çocuğu aslında onun ölümsüzlük projesidir). Bu durumda, mesleki dilde, anne babanın kaybı “obje kaybı” (“obje” insanın iç dünyasının oluşumunda etkili rol oynamış olan kişidir) iken çocuğun kaybı “proje kaybı”dır. Yaşamın yalnızca nedenini değil nasılını da ortaya koyan belli başlı, düzenleyici yaşam prensibinin kaybı. Bu durumda çocuk kaybının katlanılması en güç kayıp olmasına, birçok anne babanın beş yıl sonra hala yas tutuyor olmasına, bazılarının hiçbir zaman kendilerine gelememesine şaşmamak gerekir”der Irvın Yalom ... Geri kalan hikayelerde de benzer dinamikler bir o kadar farkındalık yaratacaktır kuşkusuz. Acınızı yaşayın ama ıstıraba çevirmeyin der. Elbette kayıplarımız, acılarımız, travmalarımız olacak ama farkındalığımız yeniden başlama gücümüzde hep içimizde.. Her gün yeniden doğuyoruz ve her gün değişiyoruz, değişmeliyiz başka seçeneğimiz olmamalı.. Kendimize yatırım yapmalı, kendimizi tanımalı ve şefkat göstermeliyiz kendimize; kendini sevmeyi bilmeyen başkasını sevemez ki.. İyi okumalar️
Aşkın Celladı ve Diğer Psikoterapi Öyküleri
Aşkın Celladı ve Diğer Psikoterapi ÖyküleriIrvin D. Yalom · Remzi Kitabevi · 20167,2bin okunma
··
527 görüntüleme
Ersin Demir okurunun profil resmi
Bu inceleme mi yoksa kitabın tamamı mı ?!
Fatma okurunun profil resmi
İnceleme, kitabın bana hissettirdikleri.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.