Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

KAFKASYA ve KAFKAS DAĞLARI Çocukluğumuzda ninelerimizin bize anlattıkları masallar arasında bir Kafdağı ve bu dağın arkasında büyük bir sarayda periler padişahı yaşardı. Periler, cinler, altından saraylar... Dünyada ne kadar meraklı ve cazip şey varsa hepsi orada idi. Böylece, bu masallar ülkesi uzun zaman çocuk muhayyilemizde yaşadı durdu. Sonradan anladık ki, efsaneler diyarı bu Kaf dağlarının Kafkasya ile bir münasebeti var. Kafkasya yalnız İslâm Şarkın masal ve hayal ülkesi olarak kalmamış, Hristiyan Garbın, ressam ve muharrirlerine de ilham menbaı olmuştur. Bu masal ve hayal ülkesi asırlarca sonra, âdeta insanın hayal, masal diyebileceği hakikatlere sahne olmuştur. Bu Kafkas dağlarında zuhur eden bir kahraman ve onun cengâverlerinin destan! mücadelesidir. “Dağıstan Arslanı” namıyla maruf Şeyh Şâmil'den bahsetmek istiyorum. Şâmil ve arkadaşlarının sayılan yüzbinleri aşan ve üç Rus neslini meşgul eden, yıpratan mücadeleleri bütün dünyanın hayranlığını kazanmış, başta İmam Şâmil olmak üzere, bu kahramanların hayatı ve mücadeleleri Garp sanatkarları tarafından piyesler, tablolar, romanlar hâlinde Batı âlemine tanıtılmıştır. Efsanelerin, esâtirlerin hakikat, hakikatlerin efsane hâline geldiği yer işte burasıdır. Bilhassa Tolstoy, Lermontov, Puşkin gibi ünü bütün dünyayı tutan şair ve muharrirler Kafkasyalı dağlıların mücadelesini anlatan çok değerli eserler vermişlerdir. Fakat biz Türkler için Kafkasya'nın ve burada yaşayan halkın bambaşka bir ehemmiyeti vardır. Bir kere bu insanların çoğu soy bakımından Türktürler ve hemen hepsi Müslümandır. Dahası var: Asırlardan beri İslâm Türk âlemini tehdit eden Rus istilâsına karşı bu adamlar Kafkas dağlan kadar dik, sarp mizaçlarıyla karşı koymuşlar, Osmanlı İmparatorluğunun Şimal bekçiliğini yapmışlardır. Ne yazık ki biz, bizi de emniyet altına alan bu bir avuç kahramanın mücadelesine karşı alâkasız kalmış, onlan kendi kaderleriyle yalnız bırakmışızdır. Bir aralık istiklâline kavuşan, bu hür, müstakil, mağrur ülke, bolşevik sürüleri tarafından tekrar işgal edilmiştir. İkinci Dünya Harbi’nden sonra da “Siz Almanlarla bir oldunuz!” bahanesiyle Kızılordu’nun cellâtları tarafından bu memleket halkı zorla yurtlanndan çıkarılmış, uzak diyarlara, ölüm kamplarına sürülmüştür. Şurada Kıbrıs'ta 80 bin Türk vardır. Siz koparılan yaygaralara bakmayın.. Her türlü hak ve hürriyetlerine sahiptirler... Yanıbaşımızdadır... Gidiyoruz, görüyoruz... Geliyorlar konuşuyoruz... Aramızda Demirperde, hapishane duvarı yoktur. Buna rağmen Yunan talepleri karşısında gösterilen heyecanı, hassasiyeti yerinde buluyoruz... Fakat bütün bunlar olup biterken, bizlerden şimdi çok uzaklarda, meçhul topraklarda Bolşeviklerin zulmü altında inim inim inleyen kan kardeşlerimizi, din kardeşlerimizi düşünüyor muyuz? Azerbaycan, Kafkas ne âlemde? Orta Asya Ana vatan Türkleri... Garbi Türkistan, Kızıl Çinlilerin eline yeni düşen Şarkî Türkistan... Kazan, Buhara, Taşkent, Kaşgar, Urumci. Bu Anavatanın, ana şehirleri... Hafızamızı, duygumuzu kaybetmiş gibiyiz.. Bu topraklarda 80 bin değil, 50 milyona varan Türk, Türklük ne oldu? Koskoca bir âlemi, koskoca bir milleti tarihe mi gömdük, mezara mı? Biz Anadolu Türklüğü onların bir koluyuz. Küçük Asya bugünkü vatanımız, Büyük Asya'nın bir parçasıdır. Kol gövdeden, parça bütünden kopmuş, ayrılmış! Hani ayrılık Türkümüz... Hani Türkümüz? Gençliğe gerçek ataları unutturulmuş... Hakikat diye türlü mavallar, martavallar yutturulmuş... Bir zamanlar esir Türk ellerinin kurtuluşunu istedik diye, bu mazlum insanlara, bizden olan Türk Müslüman insanlara içimizde muhabbet besledik diye, şehirlerden şehirlere mi sürülmedik, tabutluklarda zincirlere mi vurulmadık, çarmıhlara mı gerilmedik?! Keşke o ruh, Türklük ruhu, Türklük sevgisi yeniden doğsa da yine zindanları boylasak... Ne yapsak, neylesek, ne söylesek derdimizi duyuramıyoruz?! Evet milletlere hak, hukuk, istiklâl tanıyan Birleşmiş Milletler kurulu var; Güvenlik Konseyi var. “NATO” var... Şu var, bu var... Fakat bunlar bizim için değil... Arap İsrail hududunda bir Yahudi ölürse, Birleşmiş Milletler o zaman toplanır... Güvenlik Konseyi o zaman harekete geçer... Kırım'da, Kafkasya'da, Orta Asya'da, Şarkî Türkistan'da öldürülen bir değil, bin değil, yüz bin değil, milyonlardır. Şimdi size Almanya'da “Münih”te çıkan, Birleşik Kafkasya dergisinden Kafkasya'daki Rus katliamına ait şu yazıyı naklediyoruz... “Matem Günü” başlığını taşıyan “Mogoma” imzalı bu yazıda aynen şöyle deniliyor: MATEM GÜNÜ “Kafkasya dağlıları boyun eğmeli veya imha edilmelidir." Çar 1. Nikola Medenî milletler, dünyayı demokratik prensipler ve sosyal hakkaniyet esasları üzerine yeni baştan tanzime çalışırlarken, Sovyet hükümeti (bundan altı yıl evvel), Şimalî Kafkasya'da, emsali görülmemiş kanlı bir cinayet irtikâp etti. Bu hâdise Kremlin hâkimlerinin vicdanında silinmez bir vahşet damgası olarak kalacaktır. Hariçte, milletlerin hürriyeti ve hukuk müsavatı bahsinde, propaganda hokkabazlığından asla vazgeçmeyen Moskova, tarihin ilk ve orta çağlarında hiçbir zâlim hükümdarın akl u hayalinden geçmeyen korkunç bir cürüm işlemiştir. 11 Şubat 1943 tarihinde, Stalin, Molotov, Kaganoviç, Mikoyan ve başkalarının iştirakiyle hazırlanan bir karar name ahkâmınca, 1944 yılında, Şimalî Kafkasya'daki Çeçen Inguş Muhtar Cumhuriyeti ilga edilmiş; halkın bir kısmı, polis ve Kızılordu’nun müştereken tertipledikleri katliam neticesinde imha edilerek, geriye kalan kısmı, bir gün içerisinde, Sibirya'ya ve Orta Asya'ya sürülmüştür. Öldürülen veya sürgün edilen bu bedbahtların miktarı böylece 800 bin kişiyi bulmuş ve Çeçenlerin bin seneden beri yaşadıkları topraklarda, şimdi bu hürriyetsever kahraman halktan eser kalmamıştır. Bunların emlâki yağma edilmiş, topraklarına ise Orta Rusya'dan getirilen Rus köylüleri iskân edilmiştir. Aynı akıbete Karaçaylılar ve Balkarlar ve Adıge muhtar eyaletinin bazı bölgeleri de maruz kalmışlardır. Bu eyalet ve cumhuriyetler, 1921'de Bolşevikler tarafından işgal edilen Şimalî Kafkasya Cumhuriyetine dahil bulunuyorlardı. Korkunç cinayeti, Prof. Avtorhanov bir şahidin ağzından şöyle tasvir etmektedir: 1944 yılının 23 Şubat sabahı, Çeçenİnguş Muhtar Sovyet Cumhuriyetinin bütün aul'lannda (köylerinde) beklenilmeyen bir müjde dolaştı: Almanya üzerinde kazanılan parlak galibiyet münasebetiyle, kolhozlarm ve NKVD’nin ilgası, siyasî mahkûmların affı ve birçok hürriyetlerin ihyası hakkmdaki hükümet kararnamesi bugün ilân edilecektir. Bu kadar tantanalı bir merasimin 23 Şubat'ta, yani Kızılordu’nun 26'ncı seneidevriyesinde yapılması tabiî idi. Kararnamenin ilânı merasimi, Kızılordu ile Çeçenİnguş halkının “kardeşleşme" havası içinde vuku bulacaktı. Her köyde böyle konuşuluyordu ve köylerde garnizon kurmuş olan kızıl askerler de köylülere böyle söylüyorlardı. Hükümet makamlarından yalnız tedhiş ve mahrumiyet görmüş olan halk bu söylentilere pek de inanmıyordu. Fakat 23 Şubat gününün meş'um sabahında rengârenk havaî fişekler, askerî bando ve millî oyun havalan etrafı neşe ile doldurmaya başlayınca, korkunun yerini tecessüs istihlâf etti ve halk köy meydanlarına akmaya başladı. Hoparlörler ana dilde günün programım ilân ediyorlardı. Millî oyunlar, Kızılordu dansları ve şarkıları, binicilik müsabakadan, güreşler, mükâfat tevzii, affıumumî... Köy meydanlan sür'atle doldu. Halk her taraftan akıp geliyordu: Merasim, ilân edilen programa tamamıyla uygun olarak, muntazam bir seyir takip ediyordu. Fakat iş programın son faslına, yani “affıumumî”nin ilânına ve “hürriyetlerin ihyası”na gelince sert bir kumanda sesi duyuldu “eller yukarı” ve korkunç facia başladı. Yirmi dört saat içerisinde, bütün Çeçenİnguş Cumhuriyeti topyekûn hapsedilmişti. Kadın ve çocuklara, sokağa çıkmamak şartıyla, evlerinde kalmak müsaadesi verilmişti. İkinci günü, halkın, kapalı Amerikan kamyonlann da ve yaya olarak şevkine başlandı. Erkeklere yanlannda hiçbir şey götürmeye müsaade edilmedi. Kadınlara ancak beşer kiloluk bagaj almak hakkı verildi. Mahpus halkı istasyonlara getiriyorlardı. Katar şefi insanlan “tane tane” sayıyor, Orta Asya ve Sibirya'ya giden yük vagonlarına tıkıyordu. Aslen Osetyalı olan ve bir müddet evvel hürriyeti seçen sabık Kızılordu albaylarından Tokayev' in açıkladığına göre, birçok Çeçenİnguş, facianın vuku bulduğu mitinglerde katledilmişti. “Bu zulme, bu hainliğe ağlamak ve hayret etmek bize düşmez. Dağlıların hürriyet ve istiklâl için yaptıkları yarım asırlık mücadeleyi hatırlıyoruz. Şâmil'i hatırlıyoruz. Çarların ve sovyetlerin istibdadı altında geçen yıllan hatırlıyoruz. Ölelim, vatandaşlar, fakat şerefle ölelim! Silâh başına, dağlılar!” Bu sözleri, Inguş köylerinden birinde yapılan mitingde, Kızılordu binbaşısı malûl bir İnguş söylemişti. Bu, bütün halkın sürgün edileceğini ilân eden Rus albayına, onun cevabıydı. Makineli tüfek ateşi talihsiz İnguş binbaşısını ebediyen susturdu.Böylece kahramanca ölen yalnız binbaşı değildi. Birçok dağlı ve bu meydanda kadınlarla çocuk çağındaki delikanlılar, Rus makineli tüfeğine göğüs geriyor: “Ateş et Rus, ateş et!” diye haykırıyorlardı. Sürgün edilenler temerküz kamplarına yerleştirilmişti. Bu arada Kazakistan'a sevk edilenler, “ölüm dağı” adı verilen bölgeye getirildiler. Burada malarya hastalığı öyle büyük bir şiddetle hüküm sürmektedir ki, ölenlerin cesetleri üst üste yığılınca bir dağ şeklini alıyor. Şimalî Kafkasya'nın başka bölgelerinden sürgün edilenlerle, aynı akıbete uğrayan Çeçen İnguşların ve Karaçaylılarla Balkarların miktarı bir milyonu bulmaktadır. Bu talihsiz kardeşlerimizin müdafaası için, Şimalî Kafkasya Millî Komitesi’nin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'ne yaptığı müracaat maalesef bir netice vermemiştir. Şayanıdikkattir ki, Sovyetler, Çeçenİnguş Muhtar Cumhuriyeti’nin ilgası ve yerli halkın sürülmesi hakkındaki kararnameyi, ancak 25 Haziran 1946 tarihinde, yani bu korkunç vahşetin vukuundan iki buçuk sene sonra neşrettiler. Bunu yaparken de, Çeçen İnguşlann İkinci Dünya Harbi esnasında güya Almanlara yardım ettiklerini ve isyan çıkardıklarını iddia etmek suretiyle, halkın topyekûn imhasını haklı göstermek istediler. Çeçenlerle İnguşların yaşadıkları bölgelerde ve umumiyetle bütün Şimalî Kafkasya'da, yalnız harp zamanı değil. sulh zamanında da isyanlar oluyordu. Bu isyanların sebebini Şimalî Kafkasya'nın tarihinde ve Sovyet Rusya'nın siyasetinde aramak icap eder. Şimalî Kafkasya, uzun ve kahramanca mücadeleden sonra Ruslar tarafından işgal edilmişti. Rus askerî tarihçisi Kemocskiy, bu mücadeleden bahsederken, şöyle demektedir: “Kafkasya harbi üç nesli ve Rus askerî kuvvetlerinin dörtte birini meşgul etmiştir.” 25 yıl müddetle (1834-1859) Rus devine karşı harbeden büyük önder İmam Şâmil'in mukaddes vasiyetleri Kafkasyalıların kalplerinde hâlâ yaşamaktadır. Şimalî Kafkasyalıların hürriyete olan bağlılıkları ve istiklâl uğrundaki mücadeleleri Lermontov, Puşkin ve diğer birçok Rus şairi tarafından terennüm edilmişti. Bizzat Karl Marks dahi şöyle demişti: “Avrupa, Kafkasya dağlılarının istiklâlleri için Çarlığa karşı yaptıkları mücadeleden ibret almalıdır.” Şimalî Kafkasya'nın işgalinden sonra, 1864 yılında, bir milyondan fazla Çerkez öz topraklarım terk etmek mecburiyetinde bırakılmış ve yerlerine Ruslar iskân edilmişti. 1921 yılında da memleketi Bolşevikler işgal ederek komünist diktatörlüğünü kurdular. Bu hâdiseyi Çeka memurlarının işkenceleri, idamlar, kitle hâlinde sürgünler, cebrî kolektifleştirme, din serbestisinin ilgası, görülmemiş bir Ruslaştırma ve millî servetin haydutça yağma edilmesi takip etti. İşte Kafkasya'daki isyanların sebepleri. “Avrupa' nın jandarması” lâkabıyla maruf bulunan Çar 1. Nikola, General Paskyeviç'i Kafkasya'ya tayin ederken, “dağlıların ebediyen boyun eğmeleri veya imha edilmeleri” hakkında meş' um sözler söylemişti. Rus Bolşevizminin önderlerinden olan Kirov şöyle diyordu: “Kafkasya bize petrolü ve erzakı dolayısıyla lâzımdır.” Kafkasya faciasının hakikî sebeplerini bu iki müthiş beyanatın taşıdığı zihniyette ve hürriyeti hayatlarından üstün tutan Kafkasya halklarının mizaç ve millî an’anele rinde aramak lâzımdır. Diğer bir mecmuada da, Rusya'dan Amerika'ya kaçan “Burlustaski”den naklen şunlar anlatılıyor: “23 Şubat taze, güzel berrak bir gündü; damlarda, tarlalarda, dağlardaki karlar parlıyordu... Saat 9... Hemen hemen şehrin bütün erkekleri tribünün hazırlanmış olduğu şehir meydanına akın ediyorlardı. Orada ziyaretçi Alayın Komutanı Albay, etrafında birkaç yaver, mukabil Casusluk Subayı Binbaşı Khorin ve başka mahallî komünist kodamanları kurulmuşlardı. Tribünün yanında bulunan bir Kızılordu bandosu, her yeni gelen kolu, selâmlıyordu. Meydanın bir tarafında Burtutski, atının üzerinde merasimi takip ediyordu. “Sözde benim kıt’am, şehrin üzerindeki dağda eğitim görüyordu, fakat sırf gösteriş için bayramda hazır bulunuyordum”diyor. Yerli memurlar nutuklar verdiler. Kızılordu’ya “hoş geldiniz!” dediler. Bütün Sovyetler halkının kardeşliğini ilân ettiler. Alayın albayı da bir konuşma yaptı. Ve ordunun her zaman halkın ihtiyaçlarına yardım etmeye hazır olduğunu ve bilhassa Çeçen lnguş milletlerinin sadakatinden bahsetti. Tam neşeli halkın hayran sadaları, en yüksek mertebesine vardığı zaman, başka bir şahıs kürsüye yavaş yavaş yaklaştı. Mukabil Casusluk Subayı Binbaşı Khorin olan bu şahsın sükût işareti üzerine alkış ve haykınşma lar tedricen kayboldu. Kuru, hırpalayıcı bir sesle: “Sovyet arazisi Alman işgali altında olduğu zaman, Çeçenİnguş Cumhuriyeti halkı düşmana yardım etmiş, onlarla iş birliği yapmış, haydut çeteleri kurarak Sovyet ordusuna karşı düşmanlık gütmüş olduğu tespit edilmiştir. Bu suretle Sovyet iktidarına zarar verdirerek komünizmin düşmanlarına yardım etmiştir.” Binbaşı Khorin sustu. Kalabalık endişeli bir şekilde kıpırdamıyor ve bekliyordu. Herif devam etti: “Bu sebeplerden dolayı, Komünist Partisi ve Sovyet Hükümeti şu karan almıştır: Muhtar Çeçenİnguş Cumhuriyetinin bütün halkı Sovyetler Birliğinin uzak mmtıkalanna sürülecektir. ” Meydanı bir ölüm sessizliği kapladı. Bıjlutski, kıt’alanm bıraktığı tepelere endişeli bir şekilde baktı. Binbaşı devam etti: “Herhangi bir mukavemet, emirlere itaatte ihmal, parti ve hükümetin kararlanna itaatsizlik olarak vasıflandınlacaktır. Kıt’alar buna silâh istimali ile cevap verecektir. Bundan başka bir ihtar yapılmayacaktır. Mukavemet faydasızdır. Bütün şehir, kıt’alar tarafından çevrilmiştir. Bulunduğunuz meydana makineli tüfek ve toplar tevcih edilmiştir. ” Konuşmasını bitirdikten sonra dağları işaret etti. Buralardan ellerinde tüfekleri Burlutski’nin kıt’alan, geceleyin girdikleri mevzi ve hendeklerden çıkıyorlardı. Meydana doğru diğer giriş noktalarından tüfekleri ve makineli tüfekleriyle diğer kıt’alar yaklaşıyordu. Bir lâhza için ne bir ses görüldü, ne hareket... Sonra birdenbire sanki kendilerine bir işaret verilmiş gibi, halk, Moskova ile arkadaşlıktan bahseden bayraklan, Stalin, Voroşilof ve Beria'ıun portrelerini yerlere fırlatmaya başladılar. Bu onlann tek ve son meydan okumaları oldu. Binbaşınm emri üzerine askerler tarafından meydana getirilmiş koridorlardan geçerek sırf bu bayram için taktıkları süslü hançerlerini teker teker teslim ettiler. Bundan sonra dörtlü kollar hâlinde getirilerek, şehrin dışında rüzgârlı bir vadide topladılar. Orada kamyonlara doldurup Grozni tren istasyonuna sevkedildiler. Oradan da bir semti meçhule, “Sovyetler Birliği'nin uzak bir mıntıkasına, hayvan vagonlarına doldurulup sürgün edildiler.” Burlutski diyordu ki : “Aynı zamanda aynı manzara, bütün Kafkasya'nın diğer şehirlerinde de görülüyor, tatbik ediliyordu.” Daha söyleyelim mi, yazalım mı? Ölümlerden beter, sürgünlerden öte canavarlıklar, katliamlar... İşte Rusya budur.. Oradaki Türklerin hâli budur... Kırım, yazı silinir gibi bir tek Tatar ve Müslüman kalmayasıya haritadan silinmiştir. Bütün Kafkasya'daki kabileler, Adige, İnkuş, Çeçen, Kabartay isimleri başka başka, fakat hepsi de Türk ve Müslüman olan bu insanlar, Şeyh Şâmillerin, Hacı Muratların torunları böylece imha edilmiştir. Ey kanlı Makedonya dağlarından Şeyh Şâmillerin otağı, yiğitler yatağı Kafkas dağlarına, oradan Osman Baturların şimşekler gibi çaktığı, nice küffârın canını yaktığı UralAltay, Tanrı dağlarına, Orta Asya bozkırlarına kadar uzanan ülkelerde, kızıl zorbaların zulmü altında can veren, can çekişen, mazlum, masum kardaşlar... Kan kardaşlarımız, din kardaşlarımız; Anadolu dağlarından size, sizlere sesleniyoruz : Bir gün gelip intikamamızı alacağız! Şair Celâl Sahir'in Kafkasya için yazdığı bu güzel şiirini buraya koymadan edemedim. O.Y. KAFKAS TÜRKÜSÜ Her köşende bin çiçekli bahçeler vardı; Göklerinin güneşinden güller yağardı... Dağlarının yeşil saçı niçin ağardı? Gecelerin niçin hasret çeker hilâle? Seni Türk'ün hicranı mı koydu bu hâle? Güzel Kafkas! Yeter bu yas uykusu, uyan! Benzin solmuş, düşmanların kanıyla boyan; Bayrak gibi kırmızı ol, güneş gibi yan... Sarıl Türk'ün getirdiği parlak hilâle! Seni onun hicrânı mı koydu bu hâle? Al dudaklar mavi göğe duâ okusun; Pembe eller yarın için şallar dokusun; Her yiğit er kılıcına bir kelle kosun... Tanrı artık bir nihâyet versin bu hâle: Seni çabuk kavuştursun nazlı hilâle... Celâl Sahir EROZAN
·
241 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.