Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Çile ve mihnetin zirve yaptığı bu günlerde Cibril-i Emin, Yusuf Süresi'ni getirmişti; Hazreti Yusuf'un başından geçenleri anlatıyor ve zorluklar karşısında bir mü'minin, mü'mince duruşunu resmediyordu! Baştan sona Sure'yi okuyunca ashab, rahat bir nefes aldılar: -Kuyuya atılsak da köle pazarında satılsak da iftiraya kurban edilmek istensek de ve hatta zindanlarda çürümeye mahkum bırakılsak da değil mi ki neticede bir Mısır sultanlığı var, geçer bu günler, diyorlardı. Filmin sonu belliydi; süreyi bilmiyorlardı! Süre'de anlatılanlar, yaşadıkları hayata ne kadar da benziyordu! Hasedinden çatlayan kardeş, öz kardeşin hayatına kastetmiş ve ölümüne kuyuya atmıştı! Babasının göz bebeği, dünya güzeli Yusuf'un gömleği , sahte kan kokuyordu! "Kardeş kanı" Kabil'i hatırlatmıştı onlara; hasedinden çatlayan Kabil de o gün kardeşinin kanına girmiş ve yeryüzündeki ilk kanı dökmüştü. O da kardeşti! Hem, o da peygamber çocuğuydu! Ancak Allah(cc): - Beni öldürmek üzere elini bana uzatsan da seni öldürmek için aynı şeyi ben sana yapacak değilim, diyen Habil'in duruşunu bayraklaştırmıştı. Hakiki mü'min olmak ne kadar da zordu! Sıkıntıların cenderesinde Kur'an'ı yeniden keşfediyor gibiydiler; zira o daha dün denecek kadar yakın bir geçmişte Mekke'ye gelen Ebrehe'den bahsediyordu. Kimdi Ebrehe ve niçin gelmişti Mekke'ye? Habil'in kanını akıtan, öldürmek için Yusuf'u kuyuya atan saikti onu buraya getiren! Her şey "hased" ile başlamış, arkasından kin ve nefrete dönüşmüştü: -Param var, ordum var, gücüm var, diyor ve kıskandığı Kabe'nin alternatifini yaptırıyordu. Zavallı! Servetiyle her şeyi yapabileceğini sanıyordu!
Sayfa 130Kitabı okudu
·
6 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.