Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

120 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Kendi Ruhunun Derinliklerine Dal
Dikkat, dikkat! Mutluluğun her koşulda ulaşılması gereken bir kavram olduğuna inanan, yaşama at gözlüğüyle bakan ve insanın karanlık noktalarında dolaşmaktan çekinen optimist arkadaşlarımıza Cioran adını gördüğünde mütemadiyen kaçmalarını öneriyorum. Bu durumun kendi ruhsal sağlıkları ve düşünceleri açısından oldukça sağlıklı olacağına inanıyorum. Bakın, hem Cioran da bahsediyor: “Rahatlatıcı bir felsefe benimseyenlerden, İyilik'e inanan ve onu ilah mertebesine çıkaranlardan kendimizi sakınalım; kendi üzerlerine namusla eğilip kendi derinliklerini ya da bulaşıcı kokularını araştırmış olsalar, bunu başaramazlardı.” (sf.63) Tarih ve Ütopya bize ne anlatır? Adına aldanıp içeriği hakkında kesin yargıya hemencecik ulaşmalı mıyız? Tarih ve Ütopya’nın yazarı, kitabın adındaki kavramların sınırlarında dolaşarak yoğun bir felsefik yorumlama ve psikolojik tahlilde bulunuyor. Hem öyle bir tahlil ki hiç acıması da yok. İnsanın karanlık noktalarını ortaya koymaya çalışırken bu kadar acımasız olur mu bir kişi, insaf yahu! Başlangıç noktası olarak şöyle bir yokluyor: “Kendimiz hakkında bütünlüklü bir soruşturmaya girişsek, tiksinti yüzünden felce ve randımansız bir varoluşa mahkûm olurduk.” (sf.64) Bütün bir yaşamımızı gözden geçirdiğimizde –objektif olmaya çalışarak- aslında ne kadar da kötü noktalarımızın bulunduğunu, ne kadar da çirkin olayların içerisine karıştığımızı görürüz. Bir nevi yaş aldıkça kirlenmeye başlarız. Ah o çocukluk çağlarımız, ne kadar masumduk, şimdiyse neye dönüşüyoruz böyle! Tam bunları söylerken Cioran durdurur bizi: Sen, hey insan, sen içinde hâkim olan kötülüğü bastırmaya çalışıyorsun, kötülük senin derinliklerinde yatıyor ve bu derinliklerdeki kötülüğü baskılamaya çalıştığında –iyi olmaya çalıştığında- ne kadar da acı çekiyorsun öyle, dermiş gibi lafımıza atlıyor hemen. Evet, kabul ediyorum, çok acımasız ve bir o kadar da gerçekçi geliyor, özellikle günümüz için. Kötülüğünü serbest bırakmış insanlarla dolu dünyamızda yaptığımız iyilik sonrasında ne kadar da kötü hissettiriliyoruz öyle… İyiliği tanıyor muyuz ki? Belki kavram olarak niteleyebiliriz, ya eylem olarak? Nedir iyilik dediğimiz şey? Anladığım kadarıyla Cioran’a göre doğamızdaki kötülüğü bastırmaktır. Peki ya hayatımızdaki felaket tellallarına gelelim. Yok mudur böyleleri yaşamımızda? Ufak bir mutluluk anında hemen biterler dibimizde. Hey, mutlu mu oldun, al sana kötü bir haber öyleyse! Kendisi etkilendiği gibi herkesin etkilenmesini ister. Kendisi gibi mutsuz insan görmekten haz alır. Bakın Cioran ne diyor: “Mutluluğun kırılganlığını herkese duyurmak için yırtınmada da bir mutluluk vardır.” (sf.68) Artık hangi çağdaşımızla gerçekten anlaşabiliyoruz ki? Kim bizi anlayabiliyor, kimi anlamak istiyoruz? Dostoyevski’nin dediği gibi, kitaplarımızı elimizden alsalar öylece kalacağız. Geçmişin mezarlığında istirahat eden ölülerimizle sohbet ediyor –kitaplar aracılığıyla- onlarla samimi dostluklar kuruyoruz. Cioran’a dönelim tekrardan: “Bizimle aynı devirde yaşamayı "seçmiş olan", yanımızda koşuşan, ayağımıza dolaşan ya da bizi geride bırakan herkese kızgınızdır. Daha açık sözcüklerle: Her bir çağdaşımız çekilmezdir. Bir ölünün üstünlüğüne boyun eğeriz.” (sf. 68) Albert Camus Sisifos Söyleni’de yaratmak, iki kere yaşamak diyordu; Cioran ise yaratmak, acılarını devretmektir diyor. Camus’ya göre çoğalmak, Cioran’a göreyse azalmak. Peki hangisidir, yoksa ikisini de içeren bir diyalektik midir? Köşe başında bir tanıdığına rastlarmış gibi hakikati bulduğunu iddia eden kişilere ise sert bir eleştiri görüyoruz: “Ya hakikat? Ötekiler hangi hakla bununla böbürlenebilirler? Hangi adaletsizlik sonucunda bizden daha değersiz olan onlara kendini göstermiş olabilir? Ona lâyık olmak için azap çekmiş midirler? Uykusuz geceler geçirmiş midirler? Beyhude yere ona ulaşmak için tepindiğimiz sırada, sanki bu onlara mahsus bir şeymiş ve takdir-i ilahînin bir buyruğuyla donatılmışlar gibi kibirlenirler.” (Sf.79) Kötülüğün gittikçe sıradanlaşmış olduğu bir dünyaya gözlerimizi açıyoruz, ne kadar acı bir durumla karşı karşıyayız ve bir o kadar da çaresiziz.. Dönelim Cioran’a: “Yolum hangi büyük şehre düşse, orada her gün ayaklanmaların, katliamların, aşağılık bir kasaplığın, bir dünya sonu kargaşasının başlamıyor olmasına hayran olurum.” (sf.81) Peki ya tarih buranın neresinde? Cioran’ın tiranlara ve diktatörlere karşı içten içe inanılmaz bir sevgi beslediği satırların arasında fark ediliyor. Hattâ o dönemde varlığını sürdüren totaliter rejim olan SSCB’nin bütün Avrupa’yı işgâl edeceğini düşünüyor. Tabii buradan komünizm destekçisi olduğunu çıkarmayalım hemen. Dünyamızın sonunun vahşilerin elinde geleceğini hissediyor. Hem de o vahşileri çağıranın bizzat biz olduğumuzu da vurguluyor. Bakalım Cioran ne diyor: “Bize ilan edilen "yeni yeryüzü" gitgide daha fazla yeni bir cehennem çehresi almaktadır. Ama bu cehennemi bekleriz, hatta onun gelişini hızlandırmayı kendimize görev biliriz.” (sf. 97) Tarih boyunca hangi zafer kalıcıdır ki? Hangi büyük önderin canla başla almaya çalıştığı topraklar kendi çocuklarında duruyor? Hangi lider nefret eden topluluğunu da beraberinde getirmiyor? Hepsi birer dünyevîliğin temsilcisidir. Peki ya manevî önder öyle mi? Sözü Cioran’a bırakıyorum: “Bir Buda'nın, bir İsa'nın, bir Muhammed'in iktidarı yanında, fatihlerin iktidarının ne değeri olabilir? Bir din kurmaya can atmıyorsanız eğer, zafer fikrinden vazgeçin!” (sf.51) Pekâlâ, karşı çıktığımız kavramlara karşı ne kadar içten ve sağlam bir reddediş içerisinde oluruz? Gerçekten onları tek bir hamlede söküp atabilir miyiz? Cevabı Cioran versin: “Reddedişlerimiz ne kadar acımasız olursa olsun, özlediğimiz şeyleri tam olarak yıkmayız: Düşlerimiz, uyanışlarımızdan ve tahlillerimizden sonra da ayakta kalırlar.” (sf.113) Ah, yok mu beni bu cehennem azabına benzer acılarımdan kurtaracak başka bir canlı? Maalesef yok. Cioran da onaylar bunu: “Dertlerimizin devasını kendi içimizde aramamız gerekir.” (sf.114) ve ilerleyen satırlarda ekler: “Varlığımızın en derininden başka hiçbir yerde cennet yoktur.” (sf.114) Tarih ve Ütopya, -Kafka’nın dediği gibi- içimdeki ölmüş değerleri parçalayan kitaplardan biriydi. Önerir miyim? Kesinlikle. Keyifli okumalar diliyorum :)
Tarih ve Ütopya
Tarih ve ÜtopyaEmil Michel Cioran · Metis Yayıncılık · 2020595 okunma
·
340 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.