Güneş artık batmıştı, oysa kılavuzun söylediğine göre, dinlenebileceğimiz bir kulübeye varmak için daha iki saat yolumuz vardı. Sadece kumla kaplı, uçsuz bucaksız bir mekan; hiçbir yerde ne ot, ne ağaç; sadece ara sıra develerin ve başka hayvanların beyaz kemikleri insan iskeletleriyle üst üste görünüyor.
Bu manzara, benim gibi, tanımadığı ve yabanıl bir insanın peşinden üstelik 32-40 derece boğucu bir sıcaklıkta bilinmezliğe sürüklenen bir yolcuya hüzünlü bir umutsuzluktan başka bir şey telkin etmiyordu.
Ruhen ve bedenen o kadar acı çekiyor ve üzülüyordum ki, bir ara, eğer aniden gelip beni götürse, ölümün bana bir sevap olacağını düşündüm.