Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Salgınlar
Kötü bir hasat meydana gelince, fiyatlar çıldırmakta, açlık yerleşmekte ve belâ tek başına gelmemektedir: biraz erken veya biraz geç salgınlara kapıyı açmaktadır, ki tabii salgınların da kendi ritmleri bulunmaktadır. “Çok başlı su canavarı” veba; “çok fazla çeşitleri olduğu için o çağın insanlarının fazla yakından bakamadıkları için kolaylıkla başka hastalıklarla karıştırdıkları” acayip bukalemun, büyük ve korkutucu kişidir. Ölüm danslarının en değerli parçası olan veba, insan hayatının bir sürekliliği, bir yapısıdır. Onun birçok başkası arasında bir hastalıktan ibaret olduğu; diğer hastalıkların yolculuklarına ve toplumsal karışmaların, hastalığın pusuda beklediği, uyukladığı, sonra da bir gün yeniden infilâk ettiği geniş insan havuzlarının sayesinde, onların yayılmasına karıştığı doğrudur. Yoğun uygarlıklar, salgınlar ile belli bir yörede yerleşik hale gelen hastalıklar ve bu inatçı seyyahların ortalıktan kaybolmalarına, sonra da geri gelmelerine yol açan ritmler hakkında koskoca bir kitap yazılabilir. Yalnızca çiçek hastalığından söz edersek, 1775 tarihli bir tıp kitabı, tam da aşıdan söz edildiği bir sırada bu hastalığı “tüm hastalıkların en geneli” olarak değerlendirmektedir: 100 kişiden 95'i çiçeğe yakalanmakta, bunların da yedide biri ölmektedir. Fakat bugünün hekimi, eski adları ve bazen aldatıcı olan belirtilerinin tasvirinin maskesi altında gizlenmiş olan bu hastalıkların ortasında, ilk bakışta şaşırmaktadır. Zaten hiçbir şey bize onların, bugün bildiklerimizle kıyaslanabilir olduklarına dair güvence vermemektedir, çünkü hastalıklar dönüşmektedir, onların da kendi tarihleri vardır ve bu tarih mikrop ve virüslerin muhtemel bir evrimi ile, yaşadıkları insani alanın değişimine tabidir. Dün (1922) parazitolog bir dostundan yardım gören Gaston Roupnel'in ekzantematik tifüsü (bitler tarafından aktarılıyor) kızıl humma adı altında, XVII. yüzyılda Dijon'da ve başka yerlerde keşfetmesine bir rastlantı izin vermiştir. Bu aynı kızıl humma 1780'e doğru “Saint-Marcel mahallesindeki fakir Parislileri, yüzlercesi bir arada biçmekteydi... Mezarcıların kolları kopmaktaydı.” Fakat “kızıl sorunu mutlak olarak çözülmüş değildir. Grande Chirurgie (Büyük Cerrahi) adlı kitabı, 1478 ile 1895 arasında altmış dokuz kere basılacak olan Guy de Chauliac tarafından, 1348'de iki karakteristik devresiyle tanımlanan “veba” hakkında, bugünün pratisyen hekimi ne düşünecektir? İlk devre oldukça uzundur (iki ay), ateş ve kan tükürme vardır; ikinci devre, ciğerlerde abse ve arızalar. Veya, Paris'te az anlaşılır ladendo gibi garip bir adı olan ve o zamana kadar bilinmeyen bir hastalık olarak tasvir edilen, şu 1427 salgını hakkında ne düşünecektir? Bu hastalık “sanki ağır bir taş sancısı varmış gibi böbreklerde başlamakta, sonra titremeler gelmekte ve sekiz veya on gün süresince insan ne doğru dürüst yiyebilmekte ne içebilmekte ne de uyuyabilmekte”ydi. Daha sonra “öylesine kötü bir öksürme başlamaktaydı ki, vaazda olunduğu zaman, vaizin ne dediğini, öksürenlerin çıkardıkları büyük gürültüden ötürü duymak mümkün olmamakta”ydı. Burada söz konusu olan, Birinci Dünya Savaşının ertesinde ortaya çıkan ve “İspanyol gribi” denileni veya Avrupa'yı 1956-1958'de istila eden “Asya gribi” gibi özel bir virüsten kaynaklanan bir gripti. Veya L'Estoile'ın tasvir ettiği hastalık: “Nisan başında (1595) kral (IV. Henri) bütün çehresini altüst eden şiddetli bir nezleden ötürü çok rahatsızdı. Bu cins nezleler, mevsim dışı şiddetli soğuklar yüzünden Paris'e egemendiler: bu hastalık kentin çeşitli kesimlerine yayılan vebayla birlikte garip ve ani ölümlere yol açtı; bunların hepsi de tanrının lânetleriydi, ancak bu şekilde yollanan ceza büyüklere olduğundan çok küçüklere ulaşıyordu.” Buna karşılık, İngiltere'yi 1486-1551 arasında perişan eden İngiliz suette'i bugün ortadan kaybolmuş olan bir hastalıktır. Bu hastalık aynı zamanda kalbe, akciğerlere ulaşmakta, romatizma biçiminde ortaya çıkmakta ve titreme ile aşırı terlemeye tutulan hastalar, çoğu zaman birkaç saat içinde ölmekteydiler. Beş büyük salgın -1486, 1507, 1518, 1529, 1551- çok sayıda kurban almıştır. Garip bir şekilde, hemen her zaman Londra'da başlayan bu salgınlar Britanya adalarında ne Galler'e ne de İskoçya’ya ulaşmışlardır. Ve yalnızca, özellikle şiddetli olan 1529 salgını, kıtaya geçerek, Fransa'yı dışta tutup, Alçak Ülkeler, Hollanda, Almanya ve İsviçre Kantonlarına kadar olan bölgeye darbesini indirmiştir. Ama, Ağustos 1597'de Madrid'de ortaya çıkan, oyluklarda, koltuk altlarında ve boğazlarda yanmalara neden olan, “asri olmadığı” söylenen bu salgında hangi hastalığı bulmak gerekir? Ateş bir kez ortaya çıktıktan sonra, hastalar 5 veya 6 gün içinde iyileşmekte ve yavaş yavaş kendilerini toplamakta veya hemen ölmektedirler. Zaten bunlar nemli evlerde oturan, hatta yerde yatan fakir insanlardır. Başka güçlük; hastalıklar maiyetleriyle birlikte ilerlemektedirler, “difteri, hafif kolera, tifoid, picotte, çiçek, kızıl humma, bosse, 'deudo', tac veya harion, 'kolera' veya boğmaca, kızıl, gripler, nezle... gibi hastalıkların bulaşmalarından başka ortak bir yanları yoktur.” Fransa'ya ilişkin olarak düzenlenmiş olan bu liste, bazı değişikliklerle birlikte, başka yerlerde de karşımıza çıkmaktadır. İngiltere'de sık rastlanılan hastalıklar kesikli humma, İngiliz suette'i (terleticisi) veya “yeşil hastalık”, sarılık, ince hastalık, sara, baş dönmesi, romatizma, kum hastalığı, organlarda taş'tır. Kötü beslenen, kötü korunan halkın, bu kitlesel saldırılara karşı direnemeyeceğini düşünelim. Toskana atasözü “sıtmaya karşı en iyi ilaç, dolu bir tenceredir”in beni yarı yarıya ikna ettiğini kabul ediyorum. Oysa Rusya'daki 1921-1923 kıtlığı esnasında, güvenilir bir gözlemcinin tanıklığına göre, sıtma ülkenin tümünde, tropikal bölgelerden kutup alanına yakın bölgelere kadar, aynı belirtileri göstererek zincirlerinden boşalmıştır. Açıkçası, yetersiz beslenme hastalıklar için bir “çarpan” olmuştur. İstisnası olmayan başka bir kural: salgınlar bir insan kitlesinden başka bir insan kitlesine, ayakları birbirine bağlı olduğu halde atlamaktadırlar. Toskana büyük dükünün İngiltere'ye yolladığı Alonso Montecuccoli, 2 Eylül 1603'te yazdığı gibi, trafiğin mantığına göre “sızmış olan” İngiliz vebasının hüküm sürdüğü Calais'den değil de, Boulogne'dan geçecektir. Vebayı Çin ve Hind'den itibaren, her zaman faal olan İstanbul ve Mısır menzilleri aracılığıyla Batı'ya doğru taşıyan şu güçlü hareketlerin yanında küçük bir örnek. Verem de Avrupa'nın eskiden beri alışık olduğu bir şeydir: II. François (veremli menenjit), IX. Charles (ciğer veremi), XIII. Louis (bağırsak veremi» bunun kanıtıdır (1560, 1574, 1643). Fakat XVIII. yüzyılla birlikte, muhtemelen Hind'den gelmiş olan ve o zamana kadar hüküm sürenlerinden daha sari olan bir verem yerleşmiştir. Bu, her halükârda XIX. yüzyılın romantik Avrupa'sının tüm yüzyıl boyunca, fondaki hastalığı olacaktır. Gene Hind'den kaynaklanan ve orada sari hale gelmeden duran kolera, 1817’de yarımadada genelleşmiş, sonra sınırlarından dışarı taşarak, kısa bir süre sonra Avrupa'ya kadar uzanan şiddetli ve korkunç, büyük bir salgın düzeyine yükselmiştir. Bu kez, bizzat gözlemimizin yüzyılları süresince var olan bir ziyaretçi: bu hastalık fiilen tarihöncesine kadar geri gitmekte ve ilkel iskeletler bunun işaretlerini o sıralarda bile taşımaktadırlar. Hastalığın klinik örnekleri 1492'den önce tanınır hale gelmiştir. Fakat frengi Colombus öncesi Amerika'nın keşfiyle sıçrama yapmıştır: bunun mağlupların armağanı, intikamı olduğu söylenmiştir. Tabiplerin bugün savundukları dört veya beş teoriden en muhtemel olanı, belki de bu hastalığı iki ırkın cinsel ilişkilerinin yaratısı veya daha doğrudan yeniden yaratısı olarak görenidir (treponema pertenue'nin treponema pallidum üzerindeki etkisi). Hastalık her halükârda, Barselona'da Colombus'un ilk dönüşünü (1493) kutlama törenlerinden itibaren dehşet saçmaya başlamış, sonra dörtnala yayılmaya başlamıştır; salgın hızlı, ölümcül bir hastalıktır. Dört veya beş ay içinde, bir ülkeden diğerine ünlü adlarla geçerek, Avrupa turunu tamamlamıştır: Napoli hastalığı, Fransız hastalığı, the french disease veya lo mal francioso; Fransa coğrafi konumu nedeniyle bu kelime savaşını kazanmıştır. Hotel-Dieu'nün cerrah-berberleri 1503'ten itibaren, hastalığı demirle dağlayarak iyileştirdiklerini iddia edeceklerdir. Frengi bu salgın haliyle Çin’e 1506-1507’de ulaşmış olmalıdır. Daha sonra cıvanın yardımıyla, Avrupa'da yavaş gelişen, ilaçları ve uzmanlaşmış hastaneleri olan (Londra'da Spittle), zayıflamış klasik biçimini alacak ve XVI. yüzyılın sonundan itibaren tüm kulağı kesiklerden, senyörler ve hükümdarlara kadar halkın tümüne saldıracaktır. Pere Luxure olarak adlandırılan Malherbe “frengiye üç kere yakalanmakla övünmekteydi.” O zamanın tabibi, tarihçi ve ünlü hekim Gregorio Mazanon tarafından II. Felipe'ye konulan teşhis, fonda irsi bir frengi görmekteydi, yani hiçbir hata tehlikesi olmaksızın, geçmiş tüm hükümdarlarda da hastalığın olduğu söylenebilir. Thomas Dekker'in (1572-1632) oyunlarındaki kişilerden biri, Londra'da herkesin düşündüğü şeyi söylemektedir: “bir kalabalığın içinde yankesiciler varsa veya bir fahişe Saint-Michael bayramında müşteri bulursa, sonradan frengiye tutulacaklarına emin olabilirler”
·
37 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.