Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

120 syf.
10/10 puan verdi
·
3 günde okudu
Hayatımın en güzel hastalık dönemlerinden birini yaşadım; zira az önce bu hastalığım süresince 3.Stefan Zweig kitabımı da bitirmiş oldum... Kitap acaba beni şaşırtacak mı, abartmış olabilir miyim, belki de üst üste en iyi eserlerini okuduğum için böyle söylüyorum, diye düşünürken Zweig beni bir kez daha ikna etti: neden 45 yaşımı yaşarken okuyorum ilk kez, diye sordum kendime, sonra da, eğer ömrüm varsa ve nasipse, beni bekleyen klasikleri düşündüm: Anna Karenina, Karamazov Kardeşler, Madam Bovary ve daha nicesi..onlar da böyle, insanın doyamadığı bir edebiyat tadıyla başımı döndürecek, dilimden damağımdan izi, hatırası gitmesin diye ümit edeceğim o lezzetle beni şaşırtacaklar mı? Kimbilir... Zweig bu eserinde de insanın ruhuna bir pencere açıyor ve bize insanı insan yapan şeyler onun zaaflarıdır, diyor: zaaflarımız bizi yaralayan, bizi acıtan yanlarımızdır, ama onlar bizi biz yapan yanlarımızdır bir yandan da; zira zaafı, yarası olmayanın kimbilir hikâyesi de olmaz belki. Bu ağrıyan, acıyan, bizi acıtan yanlarımız, yaralarımız yüzünden seviyoruz belki bu edebiyat karakterlerini; onların zaaflarında, acılarında bizlerde olan şeyleri görüyoruz; dik olanların, kahraman olanların değil; yapamayan, beceremeyen, hisseden, yaralanan ve acı çeken insanların hikâyelerini seviyoruz belki de...düşünüyorum da; başarmış, yenmiş, hayatı çözmüş edebiyat karakterlerinden kimseyi hatırlamıyorum ve onlar edebiyat anılarımın bir parçası değiller: Salvatore'un Drizzt Do'Urden'ı bile kötülük ve ihanetle beslenmiş kara elf toplumuna sırtını dönmüş, kendi ilkelerini, kendi hayatını, kendi inancını ve tanrısını arayan bir kaybolmuşun hikâyesiydi. Vasconcelos'un Zeze'si bize küçük yaşta acının ne olduğunu öğrenmiş olarak anlatıyordu hikâyesini; Joyce'un Gabriel'i İrlanda mezarlarına, bütün yaşayanların ve ölülerin üzerine yağan kara bakarak az önce aslında kendisini hiç bir zaman o anlamda sevmediğini öğrendiği eşinin yanında uykuya dalarken bütün içe kapanıklığı, bütün çekingenliği ve başarısızlığıyla ne kadar da trajikti...Sâmiha Ayverdi'nin Âdli'si ise bütün temizliği, lekesizliği içinde kendi anne babasını sevgi ve ilgisini bilmeyen bir dışlanmıştı yine de... Peki ya Martin Eden? Onun gibi leke süremeyeceğimiz, dil uzatamayacağımız bir karakter ne olmuştu da okyanusta hakikatin yüzüne bakmış ve o kararı vermişti? Zweig ve karakterleri de, sonları mutlu biten hikâyelerinde dahi örselenmiş insanlardan söz ediyor bize. Bu yaralar, bu zaaflar insanları insan yapıyor, biz gibi yapıyor, ya da bizler de onlar gibiyiz ve onlarda bunu görüyor ve bunu seviyoruz. Zweig'ın anlatımındaki şeffaflık yine dikkat çekici, üslûbun ve dilin insanı etkilememesi imkânsız... bu maharetin üstün görülmemesi, övülmemesi imkânsız; çünkü uyduruk, saçma sapan, proje gibi yazılan, çöp değeri dahi taşıyamayacak nice edebiyat kılıklı migros kitabının yanında Zweig gibi gerçek edebiyatçılar bize pazarlanamayan ve yok edilemeyen bir hakiki edebiyattan söz ediyor ve bizi bu muhteşem çeşmeden kana kana içmeye davet ediyorlar... davete icabet gerek. Bu yüzden okumayan herkese mutlaka ama mutlaka kitabı okumalarını öneriyorum.
Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat
Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört SaatStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2020126,6bin okunma
·
17 görüntüleme
Cem okurunun profil resmi
Her zamanki gibi sizin hüsn-ü nazarınız. ..teşekkür ederim:)
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.