Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

240 syf.
10/10 puan verdi
Yaşasın 1 Mayıs, yaşasın direniş! Yüksel Akkaya Cumhuriyet’in Hamalları: İşçiler adlı kitabında üzerinde az çalışılmış bir alan olan Osmanlı İmparatorluğu döneminden Erken Cumhuriyet dönemine, Çok Partili Siyasal hayattan sendikalaşma oluşumuna dek işçilerin neler yaşadıklarını, nelerle karşılaştıklarını bize göstermeyi amaçlamıştır. Bu eser, Yüksel Akkaya’nın çeşitli dergilerde emek tarihi ile ilgili yazmış olduğu yazıların birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Bu yüzden bölümler arasında bazı kronolojik kopukluklar yaşanmaktadır. Her yazı ayrı bir dergi için hazırlandığından, her bölümünün girişinde emek sürecinin baştan başlatıldığını görüyoruz. Bu açıdan, bir diğer bölüme geçerken gördüğümüz bir devamlılık değil, bir tekrarlanma oluyor. Fakat yine de kitap için incelenen yıl aralığının Osmanlı üretim sürecinden başlatılması, hep ticaret kenti olmuş Selanik ile Çukurova arasındaki üretim farkının kıyaslanması, daha sonra sanayileşmenin Osmanlı’da da etkilerinin hissedilmesi ile birlikte üretimin az olduğu yerlerdeki artışın yıllar içerisinde gelişiminin gösterilmesi ve bu gösterimin tablolar ile görselleştirilmesi emek tarihi açısından bu kitabı önemli bir yere koymaktadır.   Osmanlı’nın bir imparator oluşu, Osmanlı’dan sonra yerine bir ulus devletin, Türkiye’nin kurulması, 19.yy. için de 20.yy. için de bu topraklardaki işçinin örgütlenememesi sonucunu doğurmuştur. İmparatorluk’un bir baskı rejimi olması, Cumhuriyet’in erken döneminde ise asıl olgunun Türk olmak ve bunun sonucunda da üretimi diğer uyrukların elinden almanın temel gayeyi oluşturması örgütlü bir işçi sınıfının oluşamamasına neden olmuştur. Sendikalaşmanın yasallaşmasıyla birlikte de Türkiye’deki işçi sınıfının dar bir perspektifle yalnızca düşük ücret ve çalışma saatlerinin uzunluğu gibi nedenler için sesini çıkarması sınıf bilincinin oluşmadığının göstergesidir. Osmanlı Döneminde: Emek tarihinin Türkiye’deki incelemesini 19.yy. sonundan, Osmanlı’dan başlatan Yüksel Akkaya, birinci bölümde günümüz Türkiye’sinin önemli sanayi bölgesi olan Çukurova’nın sanayileşme sürecini bizlere aktarmış ve buradaki ücretlerin İmparatorluk’un geri kalanı ile kıyaslamasını yapmıştır. Günümüzde sanayi merkezlerinden biri olan Çukurova’nın henüz 19.yy’da kapitalistleşmediğini görüyoruz. Bu bölümde, yazar, Çukurova’nın üretimini, işletmelerini, fabrikalarını, fiyatlarını ve ücretlerini yıllara göre tablolaştırarak bize daha kolay bir görüş imkânı sağlamıştır. İkinci bölümde ise 19.yy. sonunda Selanik’te sanayileşme ve ücretli emek ele alınmıştır. Çukurova’ya nazaran daha gelişmiş bir sanayisi olan liman kenti Selanik’in emek tarihi çoğunlukla ipek üretimi üzerinden aktarılmıştır. Ve Donald Quataert’ın, ucuz emek gücünden yararlanılarak düşük maliyetle üretimde bulunulan Selanik’teki ipek sanayiinin çöküşünde işçi ücretlerinin artışı önemli bir etkendir, görüşüne yer verilmiştir. Kitabın 48. Sayfasında ise 1908 Devrimi öncesi işçi hareketliliğinin boyutunu görmemiz için, 1908 yılında gerçekleştirilen grevleri kronolojik bir sırayla bizlere aktaran Akkaya, pek çok eyleme de ilk kez bu yazıda yer verildiğini sayfanın dipnotuna eklemiştir. Çünkü bu dönemde 29 adet grevin yapılmış olduğunu gösteren yazar sadece dört tanesinin -koyu renk ile yazılanların- emek tarihinde yer bulabildiğini ifade etmiştir. Dördüncü bölümde ilk fabrikaların ordunun ve sarayın ihtiyaçlarını karşılamak için kurulduğunu, bu durumun batıdan farklı bir oluşuma denk düştüğünü, modern işçiliğin devletin bir ürünü olmasına yol açtığını görüyoruz.   Cumhuriyet Döneminde:  20.yy’ın başları Osmanlı’nın yıkılış, Cumhuriyet’in kuruluş dönemine denk geldiği için, imparatorluk içindeki uyruk çatışması iyice hararetlenmiş ve Cumhuriyet sonrası da bu gerginlikler devam etmiştir. Gayrimüslim olan işçiler ile Müslüman işçiler arasındaki bu milliyet çatışması, işçi kimliğinde birleşmenin önünde engel oluşturuyordu. Başka milliyetten birine işini kaptırmak istemeyen işçiler düşük ücretle çalışmaya razı oluyorlardı. Bu durum gösteriyor ki, rejim değişse bile kutuplaşma devam etmekte ve işçiler birleşip örgütlenememektedir. Buna ise devletin tutumunun sebep olduğunu söyleyebiliriz. Türk işçisinin, Türk devriminin ana temel taşı yerine koyulduğu söylemi, 11 Haziran 1932 tarihinde kabul edilen 2007 sayılı “Türkiye’de Türk vatandaşlarına tahsis edilen sanat ve hizmetler hakkında Kanun” un kabulü devletin güttüğü politikanın somut örnekleridir. 2007 sayılı Kanun ile Rum, Ermeni ve Museviler ya vatandaşlığa geçme ya da yabancı kabul edilip, kanunda belirtilen sanat ve hizmetleri yapma yasağı kapsamında kalma ikileminde bırakılmıştır. Akkaya, “göz ardı edilmemesi gereken bir diğer olgu ise kanunun işverenlere, yabancı işçileri azınlıkları, içinde bulundukları konum nedeni ile, daha ucuz ve daha uzun süre çalıştırıp, istismar edebileceği bir ortam yaratmış olmasıydı” diyerek bu kanunun sebep olabileceği önemli bir duruma değinmiştir (s.129). Dördüncü bölümde, Devletin, yabancı sermayeli işletmeleri satın alıp “millîleştirme” ye giderek grevleri yasaklamayı temellendirdiğini yazan Akkaya, 1925’te Amele Teali Cemiyeti’nin “Mayıs 1 Nedir?” başlıklı bir broşür dağıtması üzerine, cemiyetin yöneticilerinin İstiklal Mahkemesi kararıyla 7 yıldan 15 yıla kadar kürek cezasına çarptırıldığını aktarmıştır. Tüm bölüm boyunca yazılanlar ile, Cumhuriyet’in kuruluş döneminde de tıpkı İmparatorluk dönemindeki gibi baskıcı, paternalist bir devlet düzeninin devam ettirildiğini görüyoruz. Halk Fırkası, Cemiyetler Kanunu Değişikliği (1933), grev hakkını tamamen ortadan kaldıran İş Kanunu (1936) ile işçi hareketlerini engellemekte ve bunları yasallaştırmaktaydı. Bu yüzden de bireysel iş hukuku açısından yapılan önemli düzenlemelerin uygulanması ve gözetilmesi imkansızlaşmıştı; işçiler düzenlemelerden yararlanamamıştı. Fakat 1938 yılında Cemiyetler Kanunu ile getirilen “sınıf esasına dayalı cemiyet kurma” yasağının kaldırılması ile işçilere örgütlenme olanağı doğmuştur. Akkaya, sendikal basının, hem işçilere daha kolay ve ucuz yoldan ulaşma hem de işçileri eğitme noktasında önemine değinerek uzun bir sayfa aralığında yer veriyor sendikal basına. Fakat nasıl sendikalaşmayı da tekelleştirmeye çalıştıysa devlet erki, aynısını sendikal basın noktasında da yapmıştır. Bu yüzden sendikal yayınların çoğu hem maddi imkansızlıklar hem de baskı rejiminin politikaları yüzünden açıldıktan kısa bir süre sonra yayın hayatına veda etmek zorunda kalmıştır.  Bu noktada da kitabın içerisinde, bir bütün halinde yayın yılları, yayınlanan iller ve yayın sayısı, sendika sayısı ile sendikal basın sayısının karşılaştırılması, sendikal basının iş kollarına göre dağılımının gösterildiği, çok kapsamlı grafikler ve tablolara yer vermiş Yüksel Akkaya. “Sendikal basın işçiye bilmediği, ulaşmakta zorlandığı konularda, özellikle çalışma yaşamı ile ilgili mevzuattan kaynaklanan haklarını öğretirler. Böylece işçiyi, ekmek verilen bir kapıdan kurtarıp, emeğinin karşılığını arayan bir özneye dönüştürürler.” (147), cümleleriyle Akkaya, sendikal basının önemine vurgu yapmaktadır.   Kitabın son bölümü 1923-1997 yılları arasındaki belediye işçilerinin hareketlerine ayrılmış. Bu bölümde Osmanlı’da belediyelerde işçi kitlesinin oluşmaya başladığını fakat Cumhuriyet’e eylemlilik mirası bırakılmadığını görüyoruz. Osmanlı’da yürürlükte olan Tatil-i Eşgal Kanunu işçilere grev hakkı sunarken Cumhuriyet rejimine geçildiğinde bu kanun kaldırıldı ve Cumhuriyet’te tam tersi bir politika izlendi; fakat sekiz yıl sonra, 1946’da sendika kurmayı yasaklayan Cemiyetler Kanunu’nda bir değişiklik yapıldı ve sınıf esasına dayalı dernek kurma yasağı kaldırıldı. Ama ne yazık ki bu durum sendikalaşma için olumlu bir adım olamadı. Çünkü 1947 yılında çıkarılan 5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun ile, sendikaları devlet eliyle yaratılan, devlet denetimlerine tâbi olacak korporatist örgütlere dönüştürmeyi amaçlamışlardı. Bunun yanında belediye işçilerinin örgütlenememesinin bir diğer nedeni de belediye işçilerinin yaptıkları iş bakımından önemli bir bölümünün işçi sayılması gerekirken devlet memuru olarak sayılmasıydı. Böylece belediyede çalışanlara diğer işçilere göre sosyal güvenlik, emeklilik ve toplumda ayrıcalık sağlanmış oluyor bu da belediye işçilerinin diğer işçilerden ayrı olmasına sebep oluyordu; böylelikle sınıf bilincinin oluşması engelleniyordu. Yine de belediye işçileri sendikalaşmaya geç başlamış olsa da örgütlenme açısından ortalamanın üstünde bir gelişme göstermiştir. Fakat ne yazık ki bu örgütlenmeye genel hatlarıyla baktığımızda, bunların yalnızca ücret ve benzeri haklar için olduğunu görmekteyiz. Belediye işçilerinin sendikal faaliyetlerinde sınıfsal bir perspektife sahip olamadıkları yorumunda bulunabiliriz. Sonuç olarak, Türkiye’deki işçilerin sendikalaşma sürecinin anlatıldığı bu kitapta Osmanlı’dan tek parti yönetimine ve çok partili döneme değin işçilerin örgütlenme, kendi için sınıf olma çabalarını okuyoruz. Örgütlenmeye, sendikal basını kullanmaya çalışan işçilerin hangi yollarla engellendiğini öğrendiğimiz, örgütlenmenin, eylemliliğin artışının bilinç oluşumu demek olmadığını anladığımız bu kitabın, içerisindeki tablolar, grafikler ile birlikte emek tarihi için önemli bir kaynak olduğunu düşünüyorum.  
Cumhuriyet'in Hamalları İşçiler
Cumhuriyet'in Hamalları İşçilerYüksel Akkaya · Yordam Kitap · 20213 okunma
·
30 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.