Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Önsöz
Enok’un Kitabı[1] dinler tarihinin en ilginç metinlerinden biridir. İçinde anlatılanlar birçok kişiye bir bilimkurgu kitabı okuyor izlenimi verse de Enok’un Kitabı, Yahudi mistisizminin temel taşlarından biridir. Enok’un Kitabı, önceleri bizim “Eski Ahit” ya da yanlış olarak “Tevrat” diye adlandırdığımız Tanah’ın[2] Apokrif kitaplarından biri olarak kabul ediliyor olsa da sonradan “kaybolmuştur.” Bu “kayboluş”un nasıl olduğu bilinmemektedir. Bu kayboluşun nedenlerini anlamak için öncelikle Apokrif Kitap kavramına bakmak gerekmektedir. Apokrif kitaplar, Yahudi dini külliyatında bulunduğu halde Tanah’a dahil edilmemiş olan kitaplardır. Apokrif sözcüğü Yunanca’dan gelmekte olup, “saklı”, “gizli” anlamını taşımaktadır. Apokrif sözcüğü daha çok Protestanlar tarafından kullanılmakta olup, Katolikler genelde, Kitab-ı Mukaddes’e dahil edilmeyen bu kitaplar için “deuterokanonik” sözcüğünü kullanırlar. Yahudi dini külliyatında olan kitapları Tanah’a kimler, nasıl ve hangi kıstaslara göre seçmişlerdir bir bilgimiz yoktur, ancak bildiğimiz Tanah’ın MS 90 yıllarında artık saptanmış olduğudur. Hıristiyanlar ise bu kitaplarla daha sonra ilgilenmiş ve Kitab-ı Mukaddes dördüncü asırdan sonra şekillenmeye başlamıştır. Bu bağlamda Enok’un Kitabı’nın ne zaman yazıldığı da bilinmemektedir. Ancak yapılan araştırmalar bu kitabın bir defada yazılmadığını uzun yıllar içinde değişime uğradığını ve birkaç yazar tarafından eklemeler yapıldığını göstermektedir. Örneğin Gözcüler’den söz eden bölüm en eski bölümlerden olup MÖ 300 yıllarına giderken diğer bölümleri MÖ 1. yy’a kadar tarihlenebilmektedir. Yunanca nüshaları bilinmekle birlikte, orijinalinin Aramice olduğu düşünülmektedir. Enok’un Kitabı ise yukarıda belirttiğimiz gibi, başlangıçta Apokrif kitaplar içinde var olmakla beraber sonradan ortadan kaybolmuştur. Zaten Apokrif sözcüğü de zamanla daha farklı bir anlam kazanarak “okunmaması” gereken anlamına gelmiş ve kitapların çoğu sadece belli kimseler dışında okunamaz hale gelmiştir. Ancak her şeye rağmen Enok’un Kitabı, Kutsal Kitap’ın birçok yerinde alıntılarla yaşamış ve bazı apokrif kitaplara da esin kaynağı olmuştur. (Graves, Patai; 2009) Dini külliyatı çok iyi koruyan bir ruhban sınıfının elinde böyle bir kitabın kaybolması, bu kitabın okunmasını “uygun bulmayan” bir dini görüşün varlığını da akla getirmektedir. “Düşmüş Melekler” ve kötülüğün kaynakları gibi çok marjinal konulardan bahseden Enok’un Kitabı’nın ise hem Yahudi din adamları hem de özellikle kilise babaları tarafından da sapkın olarak kabul edilmiş olması büyük olasılıktır. Bu nedenle bu kitap tarihin bir yerinde “kaybolmuştur”. Ancak bu durum çok uzun sürmemiş ve 1773 yılında bir söylenti üzerine İskoç araştırmacı ve Mason[3] James Bruce Habeşistan’a gitmiş ve Enok’un Kitabı’nın orada bir manastırda saklanmış üç nüshasını bulmuştur. Kitap 1821 yılında İbranice profesörü Richard Laurence tarafından İngilizce’ye tercüme edilmiş ve bu derlememizin de ana kaynağını oluşturmuştur. Enok’un Kitabı’nın tam olarak varlığının ispatı aslında Ölü Deniz Yazmaları’nın bulunmasıyla da alakalıdır. Yazmalar 1947 yılında bir çoban tarafından, Ölü Deniz kıyısında Kumran’da bir mağarada rastlantısal olarak bulunmuştur. Daha sonra, bu yazmalar Kudüs Üniversitesi’nin eline geçmiş ve bu mağaralarda araştırmalar başlamıştır. 1958 yılına kadar süren çalışmalarda birçok yazmanın yanı sıra arkeolojik başka bulgulara da rastlanmıştır. 10 yıl süresince 11 mağarada yapılan kazılar 800 kadar yazmanın ve birçok parçanın gün ışığına çıkmasını sağlamıştır. Bunlar arasında Tevrat’ta geçen metinler bulunduğu kadar bulunmayanlar da mevcuttur. Bu metinlerin aşağı yukarı dörtte biri kadarı Tevrat’ta geçen metinlerdir. Bunların dışında kutsal metinlerin imitasyonları da söz konusudur. Ancak yazmaların pek çok yeri okunamadığı için bunları yeniden derlemek çok zor olmuş, bazı bölümler ise derlenemez şekilde bozulmuştur. Metinler daha çok deri üzerine yazılmış olmakla birlikte papirüs ve bakır üzerine yazılmış metinler de vardır. Bu metinlerin dilleri İbranice, Arami dili ve yerel dillerdir. Bu belgeler aynı zamanda bunları yazan topluluğun inançları ve yaşayışları hakkında da bilgi vermektedir. Bu metinleri bir Yahudi topluluğunun yazdığına kuşku yoktur. Bu topluluk genellikle Esseniler olarak düşünülmektedir. Metinlerin yazılış tarihleri de metinlerin bir topluluk tarafından yazıldığını ve saklandığını göstermektedir. Metinlerin en eskisi MÖ 250 en yenisi ise 68 tarihine tarihlenmektedir. 68 tarihi aynı zamanda Kudüs’e giden Roma ordularının Kumran kentini yıktıkları tarihtir. Bu yazmaların arasında Enok Kitabı’na ait parçalarında olduğu ve bu toplulukları etkilediği bilinmektedir. Kitabın yazarı Enok olarak gözükse de, araştırmacılar bunun Tanah’da adı geçen Enok olmadığından emindirler. Daha önce de belirttiğimiz gibi kitaba eklemeler yapılmış ve kitap birçok yazarın elinden çıkmıştır. Peki Efsanevi Enok Kimdir ? Enok adına ilk olarak Tanah’ın Yaradılış bölümünde rastlarız. Vulgata’da “Enok” ve Türkçe Kutsal Kitap’ta “Hanok” adıyla geçen Enok’u, aşağıdaki alıntıda da olduğu gibi bazı kitaplar Enoş diye yazsa da yine Türkçe Kutsal Kitap’ta geçen Enoş (Vulgata’da Enos) ile karıştırmamak gerekir. Enok adı ilk Adem soyu sayılırken karşımıza çıkar: “Kayin karısıyla yattı. Karısı hamile kaldı ve Hanok’u doğurdu. Kayin o sırada bir kent kurmaktaydı. Kente oğlu Hanok’un adını verdi.” (Yaratılış 10;17) Oysa Kutsal Kitap’ta Adem soyunun farklı bir versiyonu daha bulunmaktadır: “Yeret 162 yaşındayken oğlu Hanok doğdu. Hanok’un doğumundan sonra Yeret 800 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu. Yeret toplam 962 yıl yaşadıktan sonra öldü. Hanok 65 yaşındayken oğlu Metuşelah doğdu. Metuşelah’ın doğumundan sonra Hanok 300 yıl Tanrı yolunda yürüdü. Başka oğulları, kızları oldu. Hanok toplam 365 yıl yaşadı. Tanrı yolunda yürüdü, sonra ortadan kayboldu; çünkü Tanrı onu yanına almıştı.” (Yaratılış 5; 18-24) Tanah’ın Yaratılış bölümü çok tartışıldığı gibi en az iki farklı metnin bir araya getirilmesinden oluştuğundan iki farklı Enok versiyonu olması normaldir. Öte yandan ikinci versiyon çok büyük bir önem taşımaktadır, çünkü burada Enok’un gökyüzüne Tanrı yanına alınması vardır. Bu aynı zamanda Kabalaya kadar gidecek Gökyüzü’ne çıkma motifinin de başlangıcıdır. Bu bağlamda Enok, Tanrı yanına alınan kişi olarak da büyük önem taşımaktadır. Enok’un Tanrı tarafından alınması İncil’de de geçer: “İman sayesinde Hanok ölümü tatmamak üzere yukarı alındı. Kimse onu bulamadı, çünkü Tanrı onu yukarı almıştı. Yukarı alınmadan önce Tanrı’yı hoşnut eden biri olduğuna tanıklık edildi.” (İbraniler 11;5) Rohl (2003), Enok’un İbranicesi olan “Hanok”un “kurucu” anlamına geldiğinden yola çıkarak, Mezopotamya mitolojisindeki Anunnaki ile Enok arasında ilişki kurar. Ancak bu da tartışmalı bir görüştür.[4] Enok’un Tanrı tarafından alınması Göğe Yükseliş motifleriyle birlikte özellikle ortaçağ boyunca Yahudi mistisizminin en önemli çalışma öğelerinden biri olmuş; Encoh Mısır Tanrısı Thot ya da İslam’daki Hz. İdris ile de ilişkilendirilmiştir. Kaballah çalışmaları için de çok önemli olan bu motif aynı zamanda birçok ezoterik ekolü de etkilemiş, Enok’u Hermes ile bağdaştıranlar da olmuştur. Burada Enok - Hermes tartışmasına girmeyi yersiz bulduğumuzdan Enok’u bir başka ezoterik ekol bağlamında incelemeye geçmeyi daha uygun buluyoruz. Masonlukta ise Enok’un çok özel bir yeri vardır. Erman (2004) 13. derece için bunu şöyle açıklar: “Hz. Adem’in altıncı kuşağından füruu olan Jared’in oğlu Enok, rüyasında zirvesi göğe kadar yükselen bir dağa çıktığını görür. Orada, Allah, Enok’a kendi ismini terkip eden harflerin üzerinde kazılı olduğu altından mamul bir üçgeni gösterir, fakat bu ismi hiçbir zaman telaffuz etmemesini emreder. Ancak bu isimin nasıl telaffuz edileceğini Enok’un kulağına fısıldar. Bundan sonra Enok, birbiri üzerine inşa edilmiş 8 kemerin altından geçerek 9. kemerin altına gelir. Burada aynı altın üçgeni görür ve yanına alarak Dünya’ya döner ve uyanır. Bunun üzerine Enok, tufanın yakın olduğunu bildiği için, yerin dibindeki mahzende rüyada gördüğüne benzeyen 9 kemer inşa eder, kıymetli taşlarla süslenmiş aynı üçgeni yapar ve akik bir taşın içine yerleştirir ve rüyasında 9 kemerin altında gördüğü bu harfleri bu üçgene yazar ve bunu beyaz mermerden bir kaidenin üzerine koyar. Bu 9 kemerin içine iki de sütun inşa eder: bronzdan yapılmış birinci sutunun üzerine, o zamana kadar bilenen sanatları ve masonluğun aletlerini ve üçgene kazıdığı harfleri yazar. Mermerden olan ikinci sütuna ise bu harflerin nasıl telaffuz edileceğini, yani sessiz dört harfin arasında kalan sesli harfleri yazar. Tufan olunca, bu yerin altındaki mahzen de sular altında kalır. Sular, mermer sütun üzerindeki yazıları eriterek sildiği için kelimenin nasıl telâffuz edileceği yine bilinemez. Sadece bronz sütun üzerindeki harfler kalmıştır. Şu halde kelimenin sessiz harfleri okunabilmekte, fakat sesli harfleri bilinmediği için telâffuzu yine mümkün bulunmamaktadır. [...] Mahzende bulunan iki sütunu bir defa daha düşünelim; bronzdan yapılmış sütunun üzerinde Enok insan tarafından kendi çalışması sayesinde elde edilen bilgileri hakketmişti. Bunlar arasında telâffuzu imkânsız kelimeyi teşkil eden harfler de mevcuttu. Mermerden olan ikinci sütuna ise, Enok Allah’ın kulağına fısıldadığı bilgiyi, yani Kelime’nin nasıl telaffuz edildiğini yazmıştı. Şu halde bu iki sütunu alttan ve üstten birbirlerine bağlayan kemerler her iki kaynaktan gelen bilgilerin birbirini tamamladıklarını da remzederler. İşte 13. derecenin nihai öğretisi burda saklıdır: dini inkâr eden ilim nasıl noksan kalmaya mahkûmsa, ilmi inkâr eden din de öylece noksandır ”. Masonlukta Enok ile ilgili anlatılanlara farklı bir gözle bakarsak çok daha ilginç anlatımlarla kaşılaşabiliriz (Ayan, 2000): “Enoş Royal Arch (Süleyman Tapınağı’nın “Kutsallar Kutsalı” -Sanctum Sanctorum- bölümünün altındaki Kemerli ya da kubbeli mahzen) versiyonuna göre özetle bu yapı Enoş (yani Hanok veya İdris peygamber veya Hermes) tarafından, gördüğü rüya üzerine, Moriah Dağı’nda dokuz katlı yeraltı mabedi şeklinde inşa edilir. Enoş, Adem’in oğlu Kabil veya Kain’den gelen torunudur. Yapı bir kattan diğer kata inilecek şekilde alt alta sıralanan dokuz adet kemerden oluşur. Enoş, en dipteki hücreye koyduğu mermer kaidenin üzerine koyduğu Akik Küptaş’ın üzerine Enoşien harflerle Tanrı’nın kutsal adı yazılı olan bir Altın üçgen yerleştirir. Ayrıca Tufan olacağı kehanetiyle Dünya’da mevcut bilgileri sifreli olarak kotlarıyla birlikte iki sütun üzerine yazıp bırakır. Bunların arasında Tanrı’nın adının nasıl okunacağının şifresi vardır. Yeraltı yapısını giriş kapısını, üzerini hamtaştan inşa ettiği mabed içine saklar. Ancak Nuh Tufanı ile kil sütuna yazılı şifre kotları silinmiş olduğundan Kelime’nin nasıl okunacağı bilgisi kaybolur ve unutulur gider. Yapının üzerindeki mabed harabeye döner ve giriş kapısı enkazla örtülür.” Yıllar sonra Süleyman aynı yeri tapınak yapmak için seçer ve tapınağını oraya yapar. Süleyman da aynı şekilde Kutsallar Kutsalı bölümünün altına Dokuz Kemerli Yeraltı Yapısı inşa ettirir; ancak bu Enoş’un yaptırdığından farklıdır. Gerisini yine Ayan’ın (2000) anlatımından okuyalım: “Mabedin bitmesinden sonra bazı masonlar Tanrı’nın kutsal adını kendilerine öğretmesini Hz. Süleyman’dan isterler. Ancak Hz. Süleyman kendilerine Enoş[5] harabelerinde araştırmalarını öğütler. Orada araştırma yaparken gizli girişe rastlar ve aşağıya inerler, Kutsal İsim’in yazılı olduğu Altın Üçgen’i bulup Hz. Süleyman’a götürürler. Hz. Süleyman peygamber olduğu için Kelime’yi okuyup bilmesine rağmen, okuyup öğretmeye mezun değildir. Bulanları ödüllendirmek için RA derecesini ihdas ederek onları Royal Arch Masonu yapar.” Buna benzer bir anlatımı da Knight ve Lomas (2000) aktarır ve bu efsanenin masonluk tarihi içinde 17. yy’a kadar uzandığını belirtir ve daha Enok’un Kitabı bulunmadan önce bu efsanenin masonluğa girmiş olmasına dikkat çeker. Knight ve Lomas’ın bir ilginç saptaması da, masonluğun birinci derecesinde kullanılan “Evrenin Ulu Mimarı”[6] ifadesiyle, loca tavanındaki yıldızların Enok’un Kitabı’nda anlatılan düzen ile olan ilişkisidir.[7] Enok bu kadar efsanelere karışmışken Enok’un Kitabı ne anlatır? Bu sorunun yanıtı sadece Enok’un Kitabı’nı okuyarak vermek olanaksızdır. Enok’un Kitabı’nın ne anlattığını o dönemin mistik öğretileriyle de kıyaslamak gerekmektedir. Mistisizmin karanlık labirentleri bu kitabın önsöz konusunu çok aştığından çok ayrıntılı girmek olanaksızdır. Ancak, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Enok’un Kitabı’nın son halini alması MÖ 1. yy’a kadar ulaştığından, Ölü Deniz Yazmaları’nın mistik ortamını ve İsa’nın doğuşuna yakın dönemlerdeki mistik öğretileri anlamak Enok’un Kitabı’nı anlamayı biraz daha kolaylaştıracaktır. Enok’un Kitabı’nda Tanah’ın Yaratılış bölümleriyle büyük benzerlikler gösteren ve hatta Yaratılış’ı tamamlayan bölümlerinin yanı sıra mistik öğretilere de giren bölümleri vardır. Mistik öğretilerde daha çok kötülüklerin kaynağı üzerinde duran Enok’un Kitabı öğretisini aydınlık-karanlık, iyi-kötü üzerine kuran Ölü Deniz Yazmaları’nı bulunduran toplulukla da ilgili gözükmektedir. Zaten bu yazmalar arasında Enok’un Kitabı’na ait parçaların da bulunması rastlantı değildir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Ölü Deniz Yazmaları’nın Esseni adı verilen bir tarikate ait olduğu sanılmaktadır. Bu dönemde, Yahudi halkı için dini kaynaklar büyük bir çeşitlilik gösteriyordu. Bugün Eski Ahit dediğimiz kutsal yazıların yanında Talmud[8] adı verilen ve din büyükleri tarafından oluşturulmuş bulunan yazılar da büyük önem taşımaktaydı. O devirde Kudüs Talmud’u (Yerushalmi) ve Babil Talmud’u (Babli) çok yaygındı. Eğer bir Yahudi, kutsal yazıları daha derinlemesine okumak isterse midrash[9] (çoğulu midrashim) adı verilen tefsir yöntemini uygulamak zorundaydı. Yazıcılar da (sopherim) aslında bu tefsir işi ile uğraşıyorlardı. Dini üstadlar ise Rabbi[10]unvanını alıyorlardı. Midrashim rabbinik eğitimin temelini oluşturuyordu. Eğitim kutsal yazılardaki öykülerin anlatıldığı metinler olan haggadoth (çoğulu haggadah) ile kuralların ve törelerin yer aldığı Halakoth’dan (çoğulu Halakah) oluşmaktaydı. Bunlar dışında, doğal olarak Talmud da kıymetli bir kaynak olarak yer almaktaydı. Ancak bütün bu kitaplarda yapılan yorumlar oldukça farklılıklar gösteriyor ve yaşam şekilleri bu bağlamda farklılaşıyordu; bu da birçok tarikatın ya da topluluğun kurulmasına neden olmuştu. Bu dönemde bilebildiğimiz en önemli topluluklar Saddukiler, Ferisiler, Zelotlar ve Esseniler’dir. Yine Ölü Deniz Yazmaları’na dönersek, Ölü Deniz Yazmaları’nda topluluğun öğretilerinde en ilgi çekici husus, Zerdüştlük’te olduğu gibi, iyi ve kötü güçlerin karşıtlığının önemli bir yer tutmasıdır. İyi güçlere hükmeden güç topluluk tarafından “Işık Prensi” diye adlandırılmaktaydı. Onun emrindekiler ise “Işık oğulları” diye adlandırılmaktaydı. Onların karşısında ise kötü güçlere hükmeden “Karanlıkların Prensi” ya da “Belial” vardı. Emrindeki güçler ise “Karanlık Oğulları” olarak adlandırılıyordu. Ölü Deniz Yazmaları’na göre, Tanrı insana iki tür ruh vermişti. Biri doğruluğun yolundan giderken ötekisi sapkınlık yolunu izliyordu. Bu yolların açıklaması da ilginçtir. Kurallar yazması şöyle anlatır: “Bir ışık kaynağından Doğruluk kökünü almaktadır, Sapkınlık ise karanlıkların kaynağından, Işık Prensi’nin elinde Doğruluk oğullarının hükümdarlığı vardı, Işık yolundan yürüyorlardı. Karanlıklar Prensi ise Sapkınlık oğullarının hükümdarlığını elinde bulunduruyordu, Ve onlar Karanlıkların yolundan yürüyorlardı.” (Kurallar 3, 19-20) Kralların dördüncü bölümünde de buna benzer ifadeler geçer. Yine Kurallar yazmasına göre Işık oğullarının işlediği günahların nedeni de Karanlıklar Prensidir. Burada dikkat edilmesi gereken, Işık ve Karanlıklar Prensinin iyi ve kötü tanrılar olarak düşünülmemesi gerektiğidir. Çünkü her ikisi de Tanrı tarafından insanlar için yaratılmışlardır. “Fakat Tanrı, Sapkınlığın sonunu önceden belirlemiştir. Bu onun gizemi ve bilgeliğinin zaferidir. Ve Tanrı yeniden geldiği vakit doğruluk sonsuza kadar hükmedecektir.” Ancak iyi ve kötünün savaşı Tanrı’nın geleceği hüküm gününe kadar sürmektedir. Bu bölümler bize, Hıristiyanlığın kökeni, daha başka bir deyişle Hıristiyanlıktaki Şeytan kavramının kökeni hakkında bilgi vermektedir. Kişilerin Işık Oğullarına ya da Karanlık oğullarına katılmaları tamamen Tanrı’nın önceden yaptığı bir seçim olarak belirlenmiştir. Karanlık oğulları sonsuza kadar böyle kalacaktır. Işık oğulları ise yanlış yollara da sapabilirler. Ancak “Tanrı ve Işık Prensi bütün Işık oğullarının yardımına geleceklerdir.” (Kurallar 3, 24-25) . Böylece toplulukta Tanrı’nın onları kurtaracağına dair her zaman bir güven hüküm sürmektedir. Bu güven daha sonra Hıristiyanlık’ta da, İslam’da da karşımıza çıkacaktır. Buradaki dikkat çekici bir nokta da, hüküm gününde ödüllendirilme ve cezalandırılma kavramlarıdır. Hüküm günü geldiğinde “ölüler topraktan kalkacaklar” (Savaş Kuralları Yazması 12,5) ve son mücadele başlayacaktır. Seçilmiş olanlar ise sonsuz mutluluk dolu bir yaşamı yaşayacaklardır. Karanlık oğulları ise, karanlıkların ateşi içinde tamamen yok olana kadar acılar içinde kıvranacaklardır. Kurallar yazmasında geçen bu bölümler de bize Hıristiyanlığı ve İslam’ı anımsatmaktadır. Enok’un Kitabı’nda da ışık-karanlık motifleri geçtiği gibi, cezalandırma da büyük önem taşımaktadır. Enok’un Kitabı her ne kadar Esseni öğretileriyle benzerlik gösterse de, Riggan (1957) özellikle Mesih düşüncesi açısından inceleyerek, Hassidik ya da Ferisi düşünce etkisinde yazıldığını savunur. Enok’un Kitabı, düşmüş meleklerle başlar, Yahudi tarihini sembolik anlatımlarına kadar çeşitli konulara girer ve öğüt ve cezalandırmaları kapsar. Enok’un Kitabı, Enok’un vizyonlarını kapsadığından vizyon kavramı üzerinde durmak gerekir. Çağdaş psikoloji vizyonları sembolik anlatımlar olarak görürken, eski zamanlarda vizyonlar tanrısal mesajlar olarak algılanıyorlardı. Bu bağlamda kâhin ya da peygamber özelliği bulunan birinin vizyon görmesi büyük önem taşımaktaydı. Nitekim Kutsal Kitap içinde de vizyona dayalı bölümler vardır. Enok’un Kitabı’nda geçen çok önemli bir konu, kütülüğün doğuşudur ve bu “Düşmüş Melekler” ile ilişkilendirilmektedir. Düşmüş Melekler ile ilgili tartışmalar oldukça yoğundur. Düşmüş meleklerin Tanrı’ya karşı geldiklerinden ya da günaha karşı olan dayanıksızlıklarından Tanrı’nın huzurundan uzaklaştırıldıkları söylenir. Apokrif yazılarda çok geçen düşmüş melekler Yahudi ve Hıristiyan teolojisinde tartışma konusudur. Özellikle, aslında köken olarak Venüs’ü sembolize eden ve “Işık getiren”, “Tan ağartan” anlamı taşıyan Lucifer’in de bir düşmüş melek olarak Şeytan’a dönüşmesi Hıristiyan teolojisinin tartışmalı konularındandır. Enok’un Kitabı da bu konuya oldukça yer ayırmakta ve düşmüş meleklerin isimlerini dahi vermektedir. Enok’un Kitabı, yeryüzünde var olan kötülüklerin kökeninde de düşmüş melekleri görmektedir. Bazı araştırmacılar, Enok’un Kitabı’nın ilerleyen bölümlerinde, düşen yıldız sembolizminin kullanımını ve koyun analojisini de hesaba katarak düşmüş melekler sembolizminin, Yahudi halkının o günkü durumuna gönderme yaptıklarını da söylemektedir. (Pagels, 1997) Ancak, Tanah’ta da geçen bu efsanenin eskiliği ve Yaratılış bölümünü Babil mitolojisiyle olan ilgisi bu görüşü çürütmektedir. Düşmüş meleklerin, Tanrı’yla olan ilişkisi de sıklıkla tartışma konusu olmuştur. Tanah’ta geçen, “Yeryüzünde insanlar çoğalmaya başladı, kızlar doğdu. İlahi varlıklar insan kızlarının güzelliğini görünce beğendikleriyle evlendiler” (Yaratılış 6; 1-2) ifadesinin daha ayrıntılı bir anlatımı Enok’un Kitabı’nın önemli bir bölümünü oluşturur. İlahi varlıklar aslında Tanrı oğulları olarak geçer, bunun orijinali “Beni Elohim”dir. Elohim aslında çoğul olarak Tanrılar anlamına gelir ve dişi “Eloh”[11] sözcüğünün çoğuludur. Ancak Elohim cinssiz olarak nitelendirilir. Tanah çok iyi incelendiğinde aslında birden çok metnin karmasından oluştuğu görülür. Bu metinlerden ikisi “Elohimci” ve “Yehovacı” metinler olarak adlandırılır. Bu metinlerin ayırımının nedeni bir metinde Tanrı Elohim olarak adlandırılırken diğerinde Yehova (Yahve) olarak geçmesidir. Bu iki metin anlatım açısından da farklıdır ancak belli bir şekilde harmanlanıp Tanah oluşturulmuştur. Enok’un Kitabı Elohimci metine daha yakındır. Melekler ya da İlahi varlıklar Beni Elohim diye de adlandırıldığından düşmüş melekler de Elohim ile alakalıdır. Bazı mistik düşüncelerde “Elohim” düşmüş melekler anlamına da gelir. Bu bağlamda İsa haçta Elohim’e seslenerek onu neden bıraktığını sorarken, düşmüş melekler tarafından kandırılmış olduğunu da söyler. Bu büyük bir tartışma konusudur. Bu noktada Alford (2000) ilginç bir görüş ortaya atmaktadır. Bilindiği gibi Tanah “Bereşit” sözcüğüyle başlamaktadır. Yani ilk harf İbrani alfabesinin ikinci harfi olan Bet’tir. Oysa Kutsal Kitap ilk harf olan alef ile başlamalıydı. Alford aslında bunun böyle olduğunu ve sonradan değiştiğini söyler. Buna göre “başlangıçta” anlamına gelen bereşit sözcüğünde önce “ab” sözcüğü vardı ve ilk sözcük “ab-reşit” diye okunuyordu. Bunun anlamı “Başlangıcın Babası” demektir ve Tanrı’ya verilen bir sıfattır. Bu bağlamda Kutsal Kitap’ın ilk cümlesi, “Başlangıçta Tanrı yeri ve göğü yarattı” yerine, “Başlangıcın Babası yerin ve göğün Tanrılarını (Elohim) yarattı” şeklinde olmalıdır. Bu da aslında Elohim’in melekleri kastettiğinin kanıtıdır. Alford’un görüşü çok yandaş bulmamasına rağmen ilginç bir görüştür. Enok’un Kitabı’nın bir başka özelliği ise, Tanah’ın Yaratılış bölümünde sadece tek bir yerde geçen “Nefilim” ya da “Nefil’ler konusuna ışık tutmasıdır. Yaratılış 6;4’te “İlahi varlıkların[12] insan kızlarıyla evlenip çocuk sahibi oldukları günlerde ve daha sonra yeryüzünde Nefiller vardı. Bunlar eski çağ kahramanları, ünlü kişilerdi” şeklinde geçen Nefilim bir çok araştırmacının dikkatini çekmiştir. Nefilim için bir çok görüş ortaya atılmıştır. Bu görüşlerden en sıradışı olanı kuşkusuz Däniken’in görüşüdür. Däniken (1974), Yaratılış bölümünün ilgili kısmına ve Enok’un Kitabı’na atıfta bulunarak, “Bu olay da, insan soyunun, uzaydan gelen bilinmeyen yaratıklar eliyle çoğaltıldığı düşüncesini doğrulamıyor mu? Aksi halde, insanların hiç durmadan devler ve tanrı oğulları tarafından döllenmesinin ve başarısız olan türlerin sürekli yok edilmesinin bir anlamı kalmıyor. Bu açıdan bakılınca, Tufan’ın bir iki üstün kişi dışında kalan insanları ortadan kaldırmak için bilerek yapıldığı anlaşılıyor. Böyle olunca da ilahî bir yargılama niteliği ortadan kalkıyor.” diyebilmiştir. Scognamillo (1982) da aynı bağlamda devleri bir tarihsel gerçeklik olarak kabul eder. Yelpazenin en ucunda Däniken bulunurken, gerek Nefilim gerekse de ilahi varlıklar hakkında, “uzaylı”, “Atlantisli” gibi yakıştırmalar yapan pek çok yazar da olmuştur. Graves ve Patai (2009) Nefilim ve ilahi varlıklar konusunda daha akılcı bir yaklaşımda bulunmaktadırlar: “Bazı kaynaklar için önünde her zaman bir ayak bağı olmayı sürdüren bu söylence, uzun boylu Yahudi çobanlarının MS ikinci bin yılın başlarında Filistin’e ulaştıkları ve evlilik yoluyla Asya uygarlığının etkisine maruz kaldıkları şeklinde yorumlanabilir. El’in oğulları bu bağlamda ‘Sami Boğa-Tanrı, El’e ibadet eden sürü sahipleri anlamına gelirken; ‘Adem’in kızları’ ise ‘toprağın kadınlarını’, bir başka deyişle Tamrıça’ya ibadet eden, ilişkileri evlilik öncesi cinsel zevke olan düşkünlükleri ile ünlü Kenanlı çiftçileri sembolize etmektedir. Eğer bu ilişkilendirme doğru ise söz konusu tarihi olay, El’in iki ölümlü kadını baştan çıkartarak onlardan Shahar (şafak) ve Shalem (kusursuz) adlarında iki tanrısal oğula sahip oluşunu konu alan Ugarit söylencesi ile birbirine karışmaktadır. [...] Tanrılar ve ölümlüler, bir başka deyişle kral ya da kraliçe ile sıradan insanlar arasında yaşanan birliktelikler Akdeniz ve Ortadoğu söylencelerinde oldukça sık işlenen bir temadır. Sonraları Museviliğin, kendi aşkınsal Tanrısı dışında bütün tanrıları reddetmesi, ayrıca, Tanrı hiç evlenmediğinden ve dişi bir varlıkla birlikte olması da söz konusu olmadığından, Genesis Rabba’da, Rabbi Shimon ben Yohai, kendisini, Ugarit mitolojisindeki anlamıyla Tanrı’nın oğullarını okuyan ve yorumlayan herkesi lanetlemek zorunda hissetmiştir. [...] Josephus’un, Tanrı’nın oğullarının birer melek olduğu şeklindeki iddiası, Shimon ben Yogai’nin lanetine rağmen yüzyıllar boyunca varlığını korumuştur. MS 8. yüzyıla ait bir midraşta, Rabbi Eliezer, ‘Cennet’ten atılan melekler etraflarında gezen ve gizli uzuvlarını gösteren Kain’in kızlarını gördüler. Gözleri antimon boyalı bu kızlar birer fahişe gibi davranmaktaydılar. Çok geçmeden baştan çıkan melekler onları kendilerine eş seçtiler’ifadesini kullanmaktadır.” Bu arada Nefilim sözcüğünün tekil hali lan Nefil sözcüğünün İbranice “npl” köküyle ilintili olması ve bu kökün de “düşmek” anlamıyla alakalı olması aklımıza düşmüş meleklerle Nefilim’i başat şekilde de ilişkilendirmeyi düşündürtmektedir. Etimolojik olarak Orion takımyıldızıyla olan ilişki ise artık günümüze ulaşamamış mitlerle alakalı olmalıdır. Birçok mitolojide var olan dev kavramına sık getirilen açıklamalardan biri de sonradan gelen kavimlerin, megalitleri devlerin yaptığı şeklinde düşünmeleridir. Graves ve Patai (2009) de benzer bir açıklama yapmaktadır: “İbranilerin, Kenan ülkesine geldiklerinde buldukları megalit anıtlarından büyük ihtimalle devler hakkındaki efsanelerin zihinlerdeki büyüsünü sağlamlaştırmıştır.” Kitabın bir bölümünde yer alan evren ve astronomi görüşleri ise o dönemin Yahudi toplumu içindeki evren algısını yansıtması bakımından çok önemlidir. Bu nedenle buraların bu bağlamda okunması gerekmektedir. Enok’un Kitabı birçok bölümüyle Kutsal Kitap ile büyük paralellik gösterir. Hatta Yeni Ahit’in birçok bölümünde alıntılara rastlarız. Bu tercüme bu kitap için yapılacak çalışmalara bir başlangıç olması için yapılmıştır. Enok’u iyi anlamak için Eski Ahit’te Yaratılış bölümü olduğu kadar Daniel bölümünü de okumak gerekmektedir. Yeni Ahit’in ise tamamını okumak, bu yazıların Enok’un Kitabı’na dayanan kaynakları hakkında da bilgi verecektir. Burada, Enok’un Sırları Kitabı’ndan da söz etmek gerekmektedir. Slav dilinde bulunan ve MS birinci yüzyıla tarihlendiği zannedilen bu kitap hakkındaki bilgilerimiz kısıtlıdır. 2009 yılında bu kitaba benzer Kıpti yazıların bulunması bu konudaki tartışmaları alevlendirmekle beraber çok fazla şey söylemek olanaksızdır. Bu kitap da Enok’un Kitabı’na benzemekte ve ilk bölümlerinde Enok’un açıklamalarına benzer bir kozmoloji anlayışı sunmaktadır. Ancak ilerleyen bölümlerde Enok’un Tanrı ile bizzat karışması ve konuşması bu kitaba daha büyük bir sır katmaktadır. Kitabın 27’den 33’e kadar olan bölümlerinde Tanrı ile konuşan Enok yaratılışın ve Tufan’a kadar olan dönemin sırlarını öğrenir. Daha sonra etik konulara giren kitap Melchizedek ile ilgili bir bölümle biter. İkinci Tapınak dönemi düşüncesine yakın olan bu kitap Enok’un Kitabı’nı andırmakla birlikte bazı betimlemeler ve benzetmelerle Enok’un Kitabı’ndan ayırlır. Enok’un Kitabı birçok bağlamda çok önemli bir incelemeyi hak etmektedir. Günümüz ezoterizmine de ışık tutacak en önemli kaynaklardan biri olan Enok’un Kitabı aynı zamanda içerdiği sembolik anlatım ile de Yahudi mistisizmine ışık tutmaktadır. Enok’un Kitabı’nın gerek Kutsal Kitap ile gerekse de Mezopotamya mitolojisiyle karşılaştırılması bu önsözün sınırlarını aşan başlıbaşına bir çalışma konusu olacaktır. Bu kitabın bu çalışmalara bir temel oluşturmasını da dileriz.
·
395 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.