Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

243 syf.
10/10 puan verdi
Peçorin'e yer açın!
Hepimizin okuma serüveninde bazı kitaplar zirvededir. Bu tanımlama farklı sınıflamalarla çeşitli şekiller alabilir ama Tatar Çölü, altı yıldır benim zirvemde tekti, ona en yakın İklimler vardı. Fakat artık Tatar Çölü zirvede yalnız diyemem; yanında Zamanımızın Bir Kahramanı var! Rus Edebiyatı Rus edebiyatı okumalarıma devamlılığı fazla bozmadan devam ediyorum. Keşfedeceğim o kadar eser bekletmişim ki üzülüyorum! Sanırım Rus edebiyatının yüceliği okurunun hayatına bir daha çıkaramayacağı tipleri sokuyor olmasında: Grinyov, Oblomov vardı ilkin, yakın zamanda Mışkin, Raskolnikov ve Golyadkin derken şimdi de Peçorin girdi hayatıma ve bunlar büyük izlerle yerleşiyor zihnime. Hiç gidecek gibi de değiller, yatıya geldikleri belli! Bu durumdan rahatsız mıyım? Hayır. Keşke diyorum sıklıkla, ben bunları o ilk gençlik yıllarımda okusaydım, şimdi geldiğim bu yaşlara onlarla gelecektim ve ben asla şimdiki gibi olmayacak yaşam karşısında çok çok daha başka olacaktım! Ama neyse tesellilerimiz var değil mi? Zararın neresinden dönülürse diyeyim ve kapatalım bu bahsi. Lermontov Yukarıda söylediğim yüceliği bir de şöyle ifade etmem gerekir sanırım: Romanın İspanya’da mı Fransa’da mı ortaya çıktığı mevzusu küçük belirsizliklerle İspanya’da çıktığı şeklinde sonuçlansa da roman Rus edebiyatı ile kişiliğini buldu! Çok mu iddialı bilmiyorum ama takılacağım bir şey yok; çünkü kimseye bir şey kabul ettirmek için söylemiyorum bunu. Bu benim için tartışmasız böyle. O kadar keşfedilecek edebiyatçılara, kitaplara ve tiplere sahipler ki onlarla soluklandıkça sarhoş oluyorum. İfade ettiğim kişiliğe hizmet etmiş yazarlardan birisi de Lermontov. Lermontov’u hemen herkes gibi ben de yirmi yedi yıllık yaşamı ve bu yirmi yedi yıllık yaşamın bir düello sonucunda sona ermişliği ile fark etmiştim. Rus toplumunda detaylarını en çok merak ettiğim şeylerden biri de bu düello işi. Zamanımızın Bir Kahramanı'nı okurken de okuduktan sonra da kendi kendime söylenmemin sebebi buydu. Lermontov nedense bu düello işlerinde birkaç defa bulunmuş ve sonuncusunda diğer tarafta görüşürüz! Bu son düelloda şerefsiz Çar’ın da etkisi varmış. Belki an olur da linç etmek gibi bir durumumuz doğarsa diye adını veriyorum: “Çar I. Nikola” Ayrıca ilgi duyan olursa şunu da belirteyim: Boris Mihayloviç Eyhenbaum’un “Çar I. Nikola’nın Lermontov’la İlgili Düşünceleri” adlı yazısına denk geldim. Altan Aykut’un çevirisi ile ulaşabiliyoruz. Orada Çar I. Nikola’nın Lermontov'a dair kesin olmayan şöyle bir ifadeyi kullandığı aktarılıyor: “Köpeğe köpek gibi ölmek gerekir.” ama yazıya göre bunun kesinliği yok. Ancak yazının devamında Çar I. Nikola tarafından Zamanımızın Bir Kahramanı’na dair yapılmış kesinliği bilenen bir yazı var. Bakmanızı tavsiye ederim. Düelloya dönelim. Hayır yani düello nedir ya? Bu nasıl bir onur, gurur kurtarma işidir anlamıyorum. -Küçük bir kamu spotu: Silahlanmaya hayır!- Hadi kendini düşünmüyorsun bari biz okuyucularını düşünsene kardeşim. Al işte bir düello ile göç, git. Hem sen şairsin ne işin olur düello ile? Tamam son düello biraz saray işi ama ya diğerleri? Düşünmeden edemiyorum tabi: Yirmi yedi yıllık kısa bir yaşama üstelik oradan oraya sürgünlerle sorunlarla geçen bir yaşama pek çok şiirin yanında Zamanımızın Bir Kahramanı gibi bir romanı sığdırabilmek ayakta alkışlanacak bir durum değil mi? O saçma düello işleri olmasaydı Lermontov’dan daha neler okuyabilirdik acaba? Düşüncesi bile beni heyecanlandırırken gerçekliğimiz? Lermontov yok. Not: Yaş ve eser övgülemesinde Genç Werther’in acıları epey sükse yapmış bir eser ancak geçelim bu işleri geçelim. Yirmi, yirmi yedi yaş aralığında yazılmış olan Zamanımızın Bir Kahramanı var! Zamanımızın Bir Kahramanı Kimsenin okuma zevkini baltalamamak için burada yazdığım şeylerde okuduklarımın içeriğine dair uzun uzun konuşmaya girmiyorum. Romanın içeriğini kısaca ifade etmem gerekirse: Zamanımızın Bir Kahramanın’da; Bela’dan başlayarak Maksim Maksimıç, kaçakçılar, Gruşnitski, Prenses Meri, Vera, ve Vuliç’e kadar -daha çok isim sayılabilir inanılmaz zengin bu açıdan kitap- Peçorin’in hayatına yakından ya da uzaktan girmiş pek çok kişinin hayatının Peçorin’den dolayı altüst oluşunu okuyoruz. Parçalar ve Omurga Zamanımızın Bir Kahramanı için parçaların uyumu dememizde hiçbir sakınca yok. Kitap iki bölümde toplam beş anlatıyı içeriyor: Birinci bölümde Bela, Maksim Maksimıç ve Taman, ikinci bölümde ise Prenses Meri ve Kaderci bulunuyor. Bu beş anlatı da birbirinden bağımsız şekilde sağlamca ayakta durabiliyor, hepsi ayrı ayrı da okunur ve hepsinden ayrı ayrı da zevk alınır. Ancak Lermontov bütünsellik planıyla Peçorin’i tüm bu anlatıların omurgası yapmış. Her bölümde Peçorin ekseninde gelişen birbirinden farklı olayları okuyoruz. Bu benim çok hoşuma gitti. Belirttiğim gibi birbirinden ayrı ayrı varlığını koruyan bu anlatıların omurgası Peçorin. Yine içeriğe çok değinmeden hem bu omurgadan hem de anlatılardan söz etmek istiyorum: Zamanımızın Bir Kahramanı, bir gezginin seyahat günlüğü şeklinde başlıyor. Adını bilmediğimiz bu gezgin Bela adlı bölümde Maksim Maksimıç ile karşılaşıyor. Adsız gezginimizin, Maksimıç ile yolculukları boyunca yaptıkları sohbette Maksimıç’ın anılarından yola çıkarak Peçorin ekseninde Bela, Bela’nın babası, Bela’nın kardeşi, Maksimıç ve Kabziç’in hayatlarının altüst oluşunu öğreniyoruz. Bir nevi ilk kurbanlar. Maksim Maksimıç bölümünde, Bela’nın sonunda yolları ayrılan adsız gezginimiz ve Maksim Maksimıç tekrardan karşılaşırlar. Burada Peçorin’i daha iyi tanımaya başlıyoruz. Bela’da Maksim Maksimıç’tan Peçorin’i dinleyen adsız gezginimiz bu bölümde Peçorin’i bizzat görür. Bu bölümün sonunda uzun süredir görüşmeyen Maksimıç ve Peçorin karşı karşıya gelir. Maksimıç ne kadar ilgiliyse Peçorin o kadar ilgisizdir. Ne oluyor ya, falan derken durumu Peçorin’i tanıdıkça anlıyoruz. Bu ilgisizlik karşısında Maksimıç aramızdan ayrılır ve ayrılırken büyük bir hazine bırakır adsız gezginimize, adsız gezginimiz de bize. Bu hazine Peçorin’in günlükleridir! Taman adlı bölümle Peçorin’in günlüklerini okumaya başlıyor, bir günlükten öteki günlüğe geçmiş oluyoruz ve adsız gezginimize de veda ediyoruz. Buradan sonra artık sahne tamamen Peçorin’in. Artık anlatıcımız günlükleriyle, ölmüş olan Peçorin’dir. Bu bölümün bir ön sözü var ve şöyle bir girişe sahip: “Geçenlerde Peçorin’in İran’dan dönüşte yolda öldüğünü öğrendim. Bu habere çok sevindim. Bana bu notları yayımlama hakkını veriyordu çünkü.” (s.103) Lermontov’un Peçorin’in neden ve nasıl olduğu belirsiz bir şekilde olan ölümle, her şey yeni başlıyorken öldürmesi müthiş! Peçorin bu günlüklerin sonunda öldürülemezdi. Öldürülse de kurgu berbat, başarısız bir sonla sonlanmış olurdu. Kitabın bıçak gibi kesilen sonla bitmesi adsız gezginimizin anlatacaklarıyla bitmesinden çok çok daha etkileyici! Taman'dan söz etmeye devam edecek olursak Taman’da da alt üst edilen hayatları okumaya devam ediyoruz ancak buradaki diğerlerine göre epey silik pozisyonda. Peçorin burada bize ölümden döndüğü bir olayı anlatır. Başta burası ne diye var derken burada da yine Peçorin’in birilerinin hayatını altüst edişini okuduğumuzu fark ediyoruz. Kaçaklar. Prenses Meri, bölümü beni en çok etkilyen bölümdü! Bu yeni defterle Peçorin’in Gruşnitski’nin, Prenses Meri’nin ve Vera’nın hayatını nasıl alt üst ettiğini okuyoruz. Vera, Peçorin’in bir ara kısa süreli bir ilişki yaşadığı kadın. Ancak Vera diğerleri kadar bir varlık göstermiyor romanda. Buna rağmen bunca zaman tanıdığım kadın karakterler arasında beni aşırı etkileyen ikinci karakter oldu. Bundan aşağıda söz edeceğim. Son bölüm Kaderci. Burada sanki biraz daha Peçorin’in uğursuz bir yaradılışı üzerine değinilmiş gibi. Diğer dört bölümde olduğu gibi ama daha uzaktan daha silik şekilde Peçorin’in, Vuliç’in hayatını altüst edişini okuyor ve roman tamamlıyoruz. Roman bittikten sonra aklımdaki ilk düşünce: Ben bu romanı daha pek çok defalar okuyacağım! Doğa Doğa pek çok insan gibi beni de derinden etkileme gücüne sahip. Kitapta yapılan doğa tasvirleri öyle etkileyici ki paylaşmadan geçemem. Lermontov bu bölümlerde şairliğini tam anlamıyla konuşturmuş! "Sen de bir sürgünsün benim gibi, tipi... Engin, uçsuz bucaksız bozkırların özlemini çekiyorsun! Soğuk kanatlarını istediğin yöne çevirirsin bozkırda, ama çığlıklar atarak kendisini demir kafesinin parmaklarına çarpıp duran bir kartal gibi bunalıyorsun burada, dar geliyor sana buralar..." (s.73) “... Bu evin duvarının hemen dibinden denize dik bir yamaç iniyordu ve aşağıda lacivert dalgalar bitmek tükenmek bilmeyen bir öfkeyle homurdanarak dövüyorlardı kıyıyı. Ay tedirgin, ama sessizce ona boyun eğen dünyayı izliyordu yukarılardan. ...” (s.106) “… Eve dönünce atıma atladım, dörtnala kırlara doğru gittim. Azgın bir at üzerinde yüksek otların içinde bozkır rüzgârına karşı dört nala gitmeyi çok severim. Nefis kokan havayı hırsla çekerim içime. Hızla yaklaşmakta olan nesnelerin her an biraz daha belirginleşen çizgilerini yakalamaya çalışarak uzun maviliklere dikerim gözlerimi. Yüreğime ne denli büyük bir hüzün çökmüş olursa olsun, düşüncelerim nasıl bir huzursuzluğa takılıp kalmış olursa olsun, o anda hepsi dağılır gider; ruhum hafifler, bedenimin yorgunluğu beynimin tedirginliğini alt eder. Güney güneşinin vurduğu gür ağaçlı dağlara, masmavi gökyüzüne bakmanın ya da kayadan kayaya düşen bir şelalenin gürültüsünü dindirmenin bana unutturamayacağı kadın bakışı yoktur. …” (s.145) Peçorin! Bendeki kitabın arka kapağında -İletişim Yayınları- söyle bir tanımlama var: “… kalp kırmaktan çekinmeyen, hayata alaycı bir vurdumduymazlıkla yaklaşan, samimiyetten uzak bu kahraman, kötücül duyguların farkında olsa da, herhangi bir rahatsızlık veya vicdan azabı duymaz. Adeta zevk için kötülük eder, başkalarının mutsuzluğu için çabalar. …” Kitabı okumadan önce Peçorin bu kadar kötü mü, diye düşünüyordum. Okuduktan sonra da Peçorin gerçekten de bu kadar kötü müydü, diye düşündüm. Benim için yanıt: Hayır! Ben Peçorin’i çok sevdim! Kötülük başka bir şeyde! Roman elbette yukarıda söylenen gibi Peçorin’in etrafındaki insanların hayatını alt üst edişi üzerine ilerliyor ve Peçorin’in yanından yürüyüp geçmiş olsanız bile bu durumdan kaçmanız çok mümkün değil. Ancak Peçorin neden böyle yapıyor, diye sormak çok önemli. Peçorin öyle şimdi kötülük yapacağım hadi bakalım, diyerek hareket etmeye kendini programlamış biri değil, programlandırılmış biri. Toplum! Bunu kitaptaki Peçorin’in kendini anlattığı bölümlerde çok iyi anlıyoruz. Peçorin büyük bir varoluşsal problem içerisinde. Bir nevi insanların kötülüğünü artık öğrenmiş ve ona göre davranıyor, onlarla alay ediyordur. Bu durum üzerinden ciddi ve başarılı çok güzel toplumsal eleştiriler de mevcut romanda. Yaptığım bu alıntıda Peçorin’in neden böyle olduğuna dair kendisine ait çok önemli ifadeler var. Burayı okurken aldığım edebi haz beni sarhoş etti diyebilirim: #71363528 Ve bu alıntıda da Prenses Meri’yi alt üst etmeye başlarken günah çıkarır gibi kendini anlatır ve ardından kılıcı indirir: #71368693 Önemli sorumuz: “Peçorin’in böyle olmasının nedeni ne?” üzerine bu alıntılar çok önemli! Aslında Peçorin hemen hepimizin varoluş sancılarına dair pek çok şey fısıldıyor. Ne kadar değerli bir yapıya sahip olsanız da bir insan ya da toplum sizi bozabilir. -Peçorin’deki durum aklıma J. J. Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’nde I. Kitap, I. Bölüm’deki birinci cümleyi getirdi aklıma: “İnsan özgür doğar, ama her yerde zincire vurulmuştur. …” (İletişim Yayınları, s.30)- Bunun sonucunda kendinizden başkasını düşünmez olabilir, yaşamı umursamaz olabilirsiniz. Oyunlar oynamaya başlayabilirsiniz. Burada asıl suç nerede ve asıl suçlu kimdir ya da nedir? Unutmamak gerekir ki Peçorin kötü olarak doğmadı. O yüzden Peçorin, lanetlenecek bir tip değil benim için hatta aksine yukarıda da söylediğim gibi ben Peçorin’i çok sevdim! Hayran olacağım bir karakter! Olacağım mı dedim? Hayır olduğum. Hatta Peçorin gibi zeki insanların sahip oldukları dehaları toplum içinde neden varlıklığını tam anlamıyla yaşayamıyor ve yok olup gidiyor, sorununa önemli bir yanıt Zamanımızın Bir Kahramanı. Peçorin büyük bir deha ve gerçekten zeki! Murat Belge Suç ve Ceza’nın ön sözünde “lüzumsuz adam” tipi üzerine şöyle söylüyordu: “… Puşkin’in Yevgeni Onegin’i, öteki de Lermontov’un Peçorin’i (Zamanımızın Bir Kahramanı). Aslında oldukça farklı karakterler ve farklı hikayeler: ama bazı ortaklıkları da var. En başta ikisi de, Gorki’nin tanımladığı “lüzumsuz adam” tipinin örneği, hem de en erken örneği olmuşlardır. İkisi de, çevrelerini saran insanlardan daha zeki, daha yetenekli kişilerdir ve felaketlerinin başlıca nedeni de budur. Ötekiler gibi olsalar, toplumla birlikte ‘geçinip gideceklerdir’, ama zekâları onları uyumsuzluğa iter. Ötekiler gibi sıradan olamazlar. Sıradan olmayı reddedince de, sıradanlığın kural olduğu toplum düzeni onları yok etmek üzere çalışır. ‘lüzumsuz adam’dırlar, çünkü zekaları ve yetenekleri bu topluma ‘lazım’ değildir bu topluma fazla gelirler. Gonçarov’un Oblomov’u ‘lüzumsuz adam’ın en dehşetli örneklerinden biridir. Oblomov da son derece zeki ve duyarlı bir insandır. Ama o, toplumla uyumsuzluğunda Onegin ya da Peçorin gibi şiddete değil, mutlak edilgenliğe yönelerek kendine soluk alacak bir yer bulmaya çalışır. …” (İletişim Yayınları, s.26) Evet, söz konusu durum seçenek sunuyor: Edilgen bir kapanış ya da dışarı yönelen şiddet. Genel durumu düşünürsek bu seçime Peçorin’in nasıl geldiğini anlıyoruz zaten. O yüzden bir daha düşünebiliriz. Suç ne, suçlu kim ya da nedir? Peçorin mi yoksa toplum mu? Lermontov’un romanda bunun yanıtını sezinletiyor zaten. Bela’ya yazdığı ön sözde şöyle söylüyor: “Her kitapta ön söz ilk, aynı zamanda son şeydir. Ya yapıtın amacının açıklanmasına hizmet eder ya da onu eleştirilere karşı savunur. … Evet değerli dostlarım Zamanımızın Bir Kahramanı tam bir portredir, ama yalnızca bir kişinin portresi değil: Kuşağımızın, tamamen gelişmiş kurallarıyla birlikte oluşturulmuş portresi. Gene, bir insanın bu denli kötü olamayacağını söyleyeceksiniz, o zaman ben de şöyle karşılık vereceğim size: Bütün trajik, romantik zorbaların varlığına inanmıştınız, Peçorin’in gerçek olduğuna neden inanmıyorsunuz şimdi? Çok daha korkunç, çok daha çirkin uydurma öykü kahramanlarından hoşlanıyordunuz, peki gene uydurma bir öykü kahramanı olan bu kişiye neden böylesine acımasızsınız? Onda sizin istediğinizden daha çok gerçek payı olduğu için mi acaba? Ahlak kavramınızın ondan pek bir şey kazanamayacağını mı söyleyeceksiniz? Bağışlayın. Tatlıyla yeterince beslediler insanlarımızı. Bu nedenle de mideleri bile bozuldu: Acı ilaçlar, katı gerçekler gerekli onlara şimdi. …” (s.43) Toparlayacak olursam: Evet, Peçorin toplumun sinirini bozacaktı ve toplum ona inanmayacak gerçekliğini sorgulayacaktı. Çünkü Peçorin toplumun yarattığı bir canavardı ve toplum bu kendi gerçekliğini elbette kabul etmeye direnecekti. O yüzden tekrar sormak lazım: Suç ne, suçlu kim ya da nedir? Peçorin mi yoksa toplum mu? Yanıtı, Zamanımızın Bir Kahramanı'yla bir arayın. Vera! Vera, Peçorin ile kısa bir ilişkisi olan kadın kahramanımızdır ve romanda uzun uzadıya karşımıza çıkan bir karakter değildir. Benim vurulduğum ilk kadın karakter İklimler’deki Rene olmuştu; şimdi Zamanımızın Bir Kahramanı’nda Vera. İkisi de ait olduğu metinlerde ortalamanın epey altında varlık gösterirler hatta yoka yakındır; ancak ikisi de beni tamamen ele geçirdiler. Vera’ya dair söyleyecek şeylerim olabilir ama bunu bu yazının konusu yapmayacağım. Vera ile sizin aranıza girmeyeceğim. O yüzden sizi Vera’nın Peçorin’e yazdığı mektuptan yaptığım alıntıyla bırakacağım. Doğrudan yaşayın Vera’yı. Ama heveslenmeyin Vera benimdir! Vera’nın mektubu: #71408289 Vera’nın mektubundan sonra Peçorin ve sıkışmışlığı. Okurken o atın üzerinde ben de vardım! #71412558 Son olarak: Bu defa biraz uzattığımın farkındayım ama yaşadığım müthiş bir okuma deneyimiydi ve size tavsiyem: Zamanımızın Bir Kahramanı için hayatınızda yer açın. Peçorin’e selam! Herkese iyi okumalar.
Zamanımızın Bir Kahramanı
Zamanımızın Bir KahramanıMihail Yuryeviç Lermontov · İletişim Yayınevi · 20234,424 okunma
·
240 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.