Eski Ankara'nın genç kuşak devlet adamları, Mahmut Esat Bozkurt, Şükrü Saraçoğlu, Cemal Hüsnü Taray ve arkadaşları bir gece kendi aralarında Atatürk'ün çevresindeki "mutad zevat" hakkında ileri geri konuşmuşlar. Atatürk'ün bunlara fazla yüz verişini eleştirmişler. İyi kötü Avrupa'da okumuş, yüksek tahsil görmüş, dil bilir oluşlarının, Atatürk'ün güvenini kazanmış, genç yaşta bakanlıklar üstlenmiş olmanın verdiği şımarıklıkla biraz çizmeden yukarı bile çıkmışlar. Atatürk'ü bu konuda uyarmaya gerek görmüşler. Ertesi gün Cemal Hüsnü Taray, Çankaya Köşkü'ne çağrılmış. Ve bunun hayra alamet olmadığını sezmiş. "Atatürk, adamı akşam yemeğine çağırır, böyle saat beşte pek çağırmaz, dur bakalım arkasından ne çıkacak", diye heyecana kapılmış. Köşk'te kendini iyi karşılamışlar. Bahçede bir koltuğa buyur etmişler. Biraz sonra Atatürk, sırtında yakası açık bir spor gömlek, güleç bir yüzle görünmüş. Konuğuna aşırı nazik davranmış. Köpüklü kahveler gelmiş, karşılıklı içilmiş. Cemal Bey'in önsezisi güneşli havanın bir yerde sağanağa dönüşeceği yolunda . . . Nihayet tahmini çıkmış. Atatürk biraz hoşbeşten sonra, "Demek beni vesayet altına almaya karar verdiniz" gibi cinaslı bir laf edince, Cemal Hüsnü Taray, bir gece önceki konuşmayı Atatürk'e birinin yetiştirdiğini anlamış, "Estağfurullah"dan geçilmeyen bir savunmaya geçmiş ve tamamen yanlış anlayışa dayanan bu ihbarı çürütmeye kalkmışsa da Atatürk onu susturmuş. "Dinle bak çocuk", demiş, "Bu yerdiğiniz adamlar, benim yoluma bir hayat koymuşlardır. Bana güvenmişler ve kaderlerini en umutsuz anda bana bağlamışlardır. Hepsi de 'Öl!' desem ölecek kadar bana inanırlar. Ben vefalı bir insan olarak elbet bu dostluğu sürdüreceğim . Ama onları bu kadar sevdiğim halde, hangisini bakan yaptım? Oysa siz dünkü çocuklar Cumhuriyet'in bakanları oldunuz. Ben neyin ne yapılacağını, ne yapılmayacağını müsaade edin de biraz daha iyi bileyim. "