Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

320 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
"Komünistler Moskova'ya!" G.Ü.T.
1950 doğumlu, çok şükür hayatta ve sağlıklı olan babamın, nadiren yaptığımız siyasî konuşmalarda anlattığı olaylarla, beni hem bilgilendirmek hem de uyarmak istediğini anlıyordum. 1960 darbesini görmüş ancak çocuk olduğu için o zamanki derdi; daha çok misket ütmek, maçta daha çok gol atmak ve kavgalarda dayak yemeden daha çok çocuk dövmek gibi şeylermiş. 15 yıl sonra ise bu kavgaların çıkma sebeplerinin mızıkçılık yapmak, şikâyet etmek ya da küfür etmekten daha ciddi şeylere döneceğini bilmiyormuş oysa ki. Yaklaşık yarım yüzyıl önceki anılarını, hatırladığım ve toparlayabildiğim kadarıyla şöyle anlatıyor: “20'li yaşlardaydım o zamanlar. Askerden yeni geldiğim dönem. Bizim orada (Yozgat/Akdağmadeni) sağ-sol davaları 1970'li yıllarda oluşmaya başladı. Öğrenciler, esnaflar, memurlar hep ayrılmıştı bu görüşlere göre. Millet savunduğu görüşe göre giyiniyordu, saç-sakal-bıyık şeklini o görüşe göre yapıyordu, davranışlarını o görüşe göre ayarlıyordu; görüştüğü, konuştuğu, vakit geçirdiği kişileri de o görüşte olanlardan seçiyordu... Benim düşüncem sağ görüşteydi. Ama ilk zamanlar bir yere üye falan değildim. Sadece o düşünceyi benimsiyordum. Arkadaşlarım sürekli baskı yapıyorlardı: 'Gel aramıza katıl, teşkilat var. Bu komünistler hep beraber, yalnız durmak olmaz...' gibi şeyler söylüyorlardı. Onların baskısıyla girmiş oldum bir gruba. Çarşıda bir apartman dairesini merkezleri yapmışlar. İlk zamanlar ülkenin durumunu, solcuların amaçlarını, bizim ülkümüzü falan filan anlattılar. Sonraları ellerimize broşür veriyorlardı, sabah sabah sağa sola koyun diyorlardı. 'Komünizme yer yok!, Hesap soracağız!' gibi şeyler yazıyordu. Yaşları benden küçükler bana şunu yapacaksın, şunu götüreceksin falan diyorlardı. Birkaç kere dövdüğüm çocuklar oldu bu yüzden. Önceden konuştuğum, muhabbetim olan kişiler karşı görüşten olduğum için benimle konuşmaz oldu. Ama daha önce muhabbetim olmayan kişiler de selam veriyorlardı, hal hatır soruyorlardı. Neymiş, onlardanmışım diye! Bir gün çarşıda yol kenarında 5-6 arkadaş muhabbet ederken önümüzde İstanbul plakalı bir araba durdu. Saçları uzun, otuzlu yaşlarda bir erkek indi arabadan, yanımıza geldi. Birinin dükkanını sordu, nerede diye. Biz tabi sorusunu hiç umursamadan hemen başladık adama diklenmeye: "Hayırdır ne bu karı gibi saçlar? Burada böyle gezemezsin lan!.." gibi şeyler söyledik. Adamı tehdit edip, korkuttuk. Zorla saçlarını kestik yolun ortasında. Yapmayın gençler, yanlış yapıyorsunuz falan dedi ama kimse dinlemedi tabi. Saçlarını kesen de bendim. Adamı gönderdikten sonra ıçım cız etti ama geçmişti artık. O olaydan bir müddet sonra, bir gün sabah erkenden, ilçenin giriş yoluna yazı yazacaksınız diye beni de iki kişiyle beraber gönderdiler. Bir kağıt verdiler elimize; 'Komünistler Moskova'ya!' yazıyor. Altında da büyük harflerle 'G.Ü.T.' Yola bunu yazacakmışız. Gün doğmaya yakındı. Yazıyı yazdık bitirdik. Bir kamyoncu durdu, böyle tam ülkücü bıyığı var ama. İri kıyım biri: "Gençler bu slogan iyi güzel de, o G.Ü.T. ne oluyor?" dedi. Ben de; "Sana ne lan, bas git yoluna. Ne oluyorsa oluyor." dedim. Bir şaşırdı önce sonra güldü. "Tamam aslanım kızma, ben de sizdenim. Ama merak ettim G.Ü.T'yi." dedi ve gülerek gitti. Aklıma takıldı benim de. Çünkü söylememişlerdi ne anlama geldiğini. Sordum yanımdakilere bu G.Ü.T ne oluyor, niye söylemediler diye. O da açılımının 'Genç Ülkücüler Teşkilatı' olduğunu söyledi. Attım fırçayı elimden, ben gelmiyorum bundan sonra dedim. Adamlar bir şey yazdırıyor ne olduğunu söylemiyorlar, dedim. Bahane arıyordum zaten, bu da fırsat oldu, bıraktım gitmeyi. Bir kaç gün sonra bir baktım karşıt görüşlüler yazdığımız yazıdaki G.Ü.T'nin Ü'sünü Ö'ye çevirmiş. Olacağı buydu zaten. Birkaç gün baskı yaptılar geri dönmem için, ısrar ettiler. Kabul etmeyince tehdit etmeye başladılar. Bir-iki sefer de dükkanın (elektrikçi) camını kırınca, bir kaç tanesini bulduğum yerde dövdüm, zaten hep tanıdık kişiler, ilçe küçük olunca. Ben de onları tehdit ettim. Ondan sonra bir daha gelmediler zaten. Ne siyaset için ne de iş için. Sonraki yıllar daha berbat geçmeye başladı. Sağ-sol çatışması iyice arttı. Hem Türkiye'de hem ilçede. Başka siyasî gruplar da vardı ama onlar bizim ilçede pek etkili değildi. Bir de illa ikisinden birine bağlı olacaksın. Her zaman birbiriyle kavga eden her iki grup da tarafsız kalana baskı yapıyordu. Ben kavgacı biri olduğum için benden çekiniyorlardı ama yine birkaç defa dükkanın camını kırdıkları oldu. 1973 ya da 1974 yılında okulların açılmasına yakın zamanda yeni atanan bir öğretmen gelmiş. İlçeye girer girmez diğer esnaf arkadaşlara görev yapacağı okulu sormuş. Biraz sohbet etmişler, ben de yanlarına gidince sohbete dahil oldum. Benim yaşlarda genç biriydi. Giyiminden falan sağcı-solcu olduğu anlaşılmıyordu. Hangi görüşe sahip olduğunu sordum. Hiçbirine taraf olmadığını, görüşünün olmadığını söyledi. Defalarca uyardık: "Burada görüşlerden birine bağlı olmayana iki taraf da yüklenir. Hele görüşü olmayanı durdurmazlar." dedik. Dinlemedi. 1 ay falan anca dayandı. İki taraf da tehdit etmiş. Bir gün sağcılar dövmüş, bir gün solcular. Ondan sonra da okulu bırakıp gitti. Zaman geçtikçe şiddet daha çoğalmaya başladı. Sopalı kavgalar, bıçaklı olmaya başladı, sonra silahlar. Önce herkes, karşıdakinin bir iki yerini morartınca bırakıyordu. Sonra yaralamaya, öldürmeye kadar çıktı. Amcan da (babamdan 5 yaş küçük) sol görüşü savunmasın mı... Onlarla vakit geçirmeye, onlar gibi giyinmeye falan başladı. Evde tartışıp duruyorduk, neredeyse kavga edecektik. Benden korkuyordu ama görüşüne eleştirel birşey söyleyeyim hemen aslan kesiliyordu. Bir gün sağcılar amcanı köprünün orada tek yakalamışlar. Birkaç küfürleşmeden sonra biraz dövmüşler. Sonra bacaklarından tutup dereye doğru sarkıtmışlar. Yükseklik de 5-6 metre var. Sonra içlerinden beni tanıyan biri, benim kardeşim olduğunu, aşağı atarlarsa benim onları yaşatmayacağımı söyleyince bırakmışlar. Tabi olayı öğrendikten sonra dayak yemekten kurtulamadılar. Başka bir gün de amcanın kafasına odunla vurmuşlar, yarılmıştı kafası. O kadar dayak yemesine rağmen solcuları bırakmadı. Kalabalık kavgalara giriyordu, onlar da sağcılardan tek yakaladıklarını dövüyordu. Bizim evde de tartışmalar eksik olmuyordu, deden de sakin biri olduğu için önüne geçemiyordu bu durumun. Bir gün amcan ilçeden kesinlikle gitmek istediğini, olaylardan bıktığını söyledi. İstanbul'a gidip bir iş bulup çalışacağını, olaylardan da uzak duracağını söyledi. Deden beni de yanında gönderdi, böylece kısa sürede İstanbul'a gittik. Amcana neden birden bu kararı verdiğini sorduğumda; solcuların, bir gün eline silah verdiklerini ve bir not tutuşturduklarını söyledi. "Notta da senin adın yazıyordu. " dedi. O da bunu görünce hemen, apar topar kaçmak, gitmek istemiş. Silahı da geri vermemişti herhalde. İşte böyle zamanlardı oğlum. Kardeşi kardeşe vurdurturlardı. İstanbul'da avukatlık bir işim olmuştu. Olaylar devam ediyordu her yerde. Tanıdığım hemşehrim, bildiği iyi bir avukat olduğunu söyledi. Beraber yanına gittik. Odasına girip yüzünü görünce, bir yerden tanıdık geldi. 40 yaşlarında, saçı-sakalı uzun biriydi. Ben bu adamı nereden tanıyorum diye dikkatli dikkatli yüzüne bakıyordum. Adam da bana bakıyordu, sonradan gülmeye başladı. Ben meraklı meraklı bir yerden tanışıp tanışmadığımızı sordum. Adam; "Yaklaşık 6 yıl önce arkadaşlarınla beraber bana hakaret edip, tehdit etmiştiniz. Karı gibisin diyerek zorla saçımı kesmiştin, hatırlamadın mı?" dedi. Mosmor mu oldum desem, kıpkırmızı mı, bembeyaz mı? Özür diledim, çocukluk, cahillik ettiğimizi söyledim , affetmesini istedim. Sorunumu anlatmaya yüzüm yoktu. Bir çayını içtikten sonra müsadesini istedim ve ısrarlarına rağmen hemşehrimi yanında bırakarak çıktım. Bu olaydan 1 ya da 2 yıl sonra da askeri darbe olmuştu.” Babamın bu anılarına neden olan olayları belgelerle, kronolojik olarak ve gazetecilik üslubuyla anlatan ve sonunda gelen askeri darbenin ayrıntılarını aktaran bu kitabı okumanızı tavsiye ediyorum. Ülkemizde şimdiye kadar hiç bitmeyen siyasî, ekonomik, etnik, politik, askerî, coğrafik... sorunların ve olayların küçük bir kesitini sunuyor bu kitap. Şu anda da birkaçını yaşadığımız bu sorunların ileriki yıllarda yok olmasını dilerim. Eğer nasip olur da önce bir eşim ve ardından da çocuklarım olursa, çocuklarıma ülkemdeki ve kendimdeki güzel olayları ve anıları anlatmak isterim. Ne dersiniz, sizce olur mu böyle bir şey?
12 Eylül Saat: 04.00
12 Eylül Saat: 04.00Mehmet Ali Birand · Karacan Yayınları · 198498 okunma
·
108 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.