Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

342 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
23 saatte okudu
Ronaldinho > Messi > Ronaldo | GS > Fb
Sitede kitaplarından alıntılarına sıklıkla rastgeldigim yazarın, okuduğum ilk kitabı oldu. Yazarın az lafla çok şey anlatan üslubuna mizah unsuru yer yer eklenince futbolla ilgilenenler için eğlenceli bir kitap ortaya çıkmış diyebilirim. Yazar, her Uruguaylı gibi bir futbol tutkunu olduğunu, kitabın başında, dünyanın dört bir yanına dolaşarak "Tanrı rızası için, güzel bir maç lütfen."[Bunu özellikle Süper Ligi izlerken söylerim ama sonuç birkaç istina mac dışında değişmez] şeklindeki arzusuyla; kitabın sonlarında 2010 Dünya Kupası'nda "Dünya Kupası başladığında evimin kapısına üzerinde "Futbol Nedeniyle Kapalıdır" yazan bir levha astım." diyerek gösteriyor. Yazar, kitabını Dünya Kupalari üzerine bina etmiş; her Dünya Kupası'nı anlatmadan önce o esnada dünyada yaşanılan önemli gelişmeleri kısa ve öz şekilde ifade etmiş. Bunlardan özellikle, iktidara geldikten sonradan itibaren hiç değişmeyen "Miami'deki güvenilir kaynaklardan gelen haberlere bakılırsa Fidel Castro her an devrilebilirdi." şeklindeki verdiği bilgi beni güldüren başlıca unsurlardan biriydi. Her şeyin değiştiği dünyada, ABD'nin Castro'yu indiremeyişi hiç değişmiyor. Yazarın kendisinin de Uruguaylı olması sebebiyle özellikle futbolun Latin Amerika için önemini rahatlıkla görebiliyoruz. Öyle ki, Brezilya'da hastanenin, okulun olmadığı bir yer bulma imkanı olduğunu ancak bir futbol sahasının olmadığı bir yer bulmanın imkansız olduğu, Pelé'nin 20 yaşında bir efsane olduğunda Brezilya hükümetinin onu milli servet ilan ederek yurtdışına satılması yasak etmesi, 1950 Dünya Kupası finalinde Maracana'da Uruguay'a kaybedilen finalin açtığı yaranın sızısının her Brezilyalı için daimi olduğunu, Uruguay'ın güzel futboluyla kazandığı dünya sampiyonluklari ve halkın bir olup buna sevinmeleri gibi birçok örnekle bu durumu daha iyi anlıyoruz. Bu açıdan futbolun bir sahada on birer kişiden oluşan iki takımın bir top peşinden koşturmasindan ibaret bir oyundan çok daha fazlası olduğunu anlayabiliriz. Kendimden örnek verecek olursam, babam sıkı bir GS taraftarıydı. Haliyle ben de bir GS'li oldum. Çünkü tutulan takım da başka birçok konuda olduğu gibi bizim tercihimiz dışında bize verilmiş olur. Tabi sonradan bu konuları değiştirebiliriz ama tutulan takım çok yüksek ihtimal değiştirilmez. Neyse çocukluğuma dair en iyi anımsadığım hatıralarimdan birisi futbola dairdi. GS, 1999-2000 sezonunda Uefa Kupası'nda finale kalmıştı. Ben henüz yedi yaşındayim. Ama final gecesini çok iyi hatırlıyorum. Babamda kalp yetmezliği olduğu için doktora ne zaman gitse, maç izlememesi tavsiyesi alırdı. Bu önerilere riayet edilmesi ancak bir diğer GS'in maçına kadar olurdu. İşte onlardan birisi 2000 Mayıs'indaki Arsenal- GS Uefa Finali'ydi. O zamanlar Şampiyonlar Ligi Star'da, Uefa Kupası TRT'de ve yabancı birçok lig de şifresiz yayinlanirdi. Maçı izlerken tüm aile çok heyecanliydik. Maç uzatmaya gitti, uzatmada Taffarel'in efsane kurtarışi ile derin nefes aldık ve kendimizi penaltılara attık. Sinirine hakim olamayan ama her GS'linin gönlündeki tahtın sahibi Hagi kırmızı kartla oyundan atıldığında babam sağlam bir küfür savurmustu ve penaltılar baslangicinda kendini dışarı atmıştı. Penaltılarda Arsenalliler kaçırdı, bizimkiler attı ve son penaltıya geldik. Bu sırada dışarıdan "hadi popescu" sesi geldi, baktım babam, kendini dışarı atsa da futboldan çok uzağa gidememiş. Popescu geldi ve attı: GS Uefa Kupası Şampiyonu! Elimde yastık vardı, onu sevinçle tv'a doğru atınca tv'un üstündeki yapay bir çiçek yere düşmüştü. Annem de bir yandan elindeki dikişine devam ederken bir yandan "Şaştik sizin GS'inizdan," deyip ardından "Kazandık mı cidden" diye de eklemişti. Tabi, abilerim de baya coşmuştu. Duruma fransız kalan tek kişi henüz üç yaşında olan kardeşimdi. O gece tüm şehir ayakta gibiydi, sokaklarda korna öttürerek giden uzun konvoylar ve ertesi gün her yerde GS bayrakları... GS futbol takımına dönüş yolculuğunda TSK'nin jetleri eşlik ederek yurda milli kahraman olarak gelmişlerdi. Bu final her zaman hafızamda kalacak, Popescu'nun penaltisiyla birlikte spikerin aglamakli ve gurur dolu sesi ve arkadan gelen polis telsizinin sesi, unutulmayacak, hatırladığım an, beni geçmişe, çocukluğuma geri götürecek. youtu.be/73NFCBb3TIQ Babamın sık sık dediği ve ne kadar doğru bilmediğim bir şey vardı: GS o sene ne zaman galip gelse Avrupa'da, ertesi sabaha yeni bir zamla uyaniyorduk. Bu, doğru veya yanlış önemli değil ama çok önemli bir noktadır. Çünkü futbol kitlelerin enerjisini ve dikkatini tek bir yöne çeker. Hem de birbirini tanımayan insanları tek vücut haline getirerek... Bu her siyasinin arzuladığı bir durumdur. Özellikle diktatörlerin bunu arzuladığıni yazarın tarihten verdiği örneklerle daha iyi anlıyoruz. Bunlardan Hitler'in ve Mussolini'nin futbolu milli bir mesele olarak görüp, hem kendi hem de rakip takımları yer yer tehdit eder şekilde sahiplenmeleri güzel bir örnektir. Keza her Latin Amerika diktatörünun bir takımı sahiplenip başkanı olması gibi faktörler de başka önemli örneklerdir. Bu açıdan evet, futbol kitlelerin afyonu diye nitelenebilir. Ancak futbol sadece bir afyon değildir. Futbolda insanı kendine çeken temel bir etmen söz konusudur. Bu etmen, futbolun her zaman suprize açık oluşudur. Evet, futbol yazarın da kitapta üzerine basa basa elestirdigi gibi giderken profesyonellesmis, profesyonellestikce kapital sistemin bir dişlisi olmuş, zevk ve romantizm kaybolup futbolcular ticari bir meta haline gelerek aslolan sadece kazanmak olma yoluna sokulmuştur. Ancak tüm bu olumsuz şartlara rağmen futbol, her zaman yeni bir heyecanı içinde barındırır ve insana her an her şey olabilir; en zayıf takım bile güçlü bir takımı bir kez de olsa yenebilir, başarabilir duygusunu çok iyi şekilde verir. Buna ek olarak Orhan Pamuk'un sigara için söylediği şu söz bence futbol için de geçerlidir: "Sigaranın o kadar sevilmesi, nikotinin gücünden değil, bu boş ve anlamsız âlemde, insana anlamlı bir şey yaptığı duygusunu kolaylıkla vermesindendir, diye düşünürüm bazan."(#58130977) Bununla birlikte yazar, futbolu dine, stadyumu mabede, seyircileri de dinin üyelerine benzetir. Seyirciler hafta sonu coşkuyla maça giderler. Maçta tuttukları takımi tutkuyla desteklerler, atılan her golde hiç tanımadıklari insanlara sarılarak birlikte sevinirler, yenilen her golde ise birlikte üzülürler. Ve takımın attığı her golü her seyirci "Attık," yenilen her golü de "Yedik," der sanki kendi bizzat atmış veya yemiş gibi. Ama işin püf noktası buradadır: Futbol 11 kişilik iki takımla oynanır, eksik ve hatalidir. Futbol 11+1'lik iki takımla oynanır. Tabi buna Akbilspor dahil değil. Tabi her şeyin olumsuz yanları olduğu gibi futbolun da vardır. Bunlardan birisi fanatiklik ve holiganizmdir. Yazar bir yerde bir fanatiğin ilgi odağının kendi takımı değil rakip/düşman takım olduğunu belirtmesi çok iyi bir tespittir. Fanatiklik yine tahammül edilebilir bir şeydir ve aslında ölçüsü kaçırılmazsa oyuna zevk de katar. Sonuçta Fransızların insanın içini bayan balolarina gitmiyoruz, maça gidiyoruz; haliyle tutku olmalıdır. Ancak fanatizmin aşırısı ve holiganizm tam anlamıyla amaçsız, içi nefret, öfkeyle dolmuş insanların olduğu bir konumdur. Ve bunlar futbolu bu iclerindeki nefret ve öfkeyi kusmak için kullanıp oyunu kirletirler. Futbolu daha örtülü ve sessiz kirleten ise yazarın sıklıkla elestirdigi profesyonel futbol düzeni ve baronlarıdır. Futbolu salt ticari bir sektöre çevirerek, ya kazan ya kazan mantığını yerleştirerek güzel oyunu göz ardı ederek makinelesmis futbolu yerleştirdiklerini veya yerleşmesine neden olduklarını ifade etmiş. Bu konuda yazara hem hak veriyor hem de vermiyorum. Şöyle ki, şimdi Pelé'nin zamanına veya daha da eskiye gitsek bence muhtemelen o zaman oynanan futbol bize hiç çekici gelmeyecektir. Şimdi makinelesmis denilen futbolun mantığı değişmiş ama bunun da kendisine göre bir zevki vardır. Ama yazara hak verdiğim yan ise futbolun romantizminin kaybolmasi noktasindadir. Her şeyin fazlası zarar mantığıyla, aşırı kondisyona dayalı bir futbol[örnek; Aykut Kocaman futbolu], her şeyin ince ince hesaplandıği ve oyunun bir saate çevrildigi bir futbol, oyunculara inisiyatif almanın ve işin şov yanının kötü veya önemsiz olarak lanse edildiği bir futbol tuzsuz bir yemeğe dönecektir. Örnek verecek olursak: Geçen sezon Liverpool- Tottenham Şampiyonlar Ligi finali, bırak tuzu, yemek pişmemiş, önümüze soğuk soğuk koymuşlar! Ben Liverpool'u severim ama İstanbul'daki finalde Milan'i [Milan'i da severim ama eski Milan'in yerinde yeller esmekte] 3-0 geriden Gerard önderliğinde gelerek şampiyonluğa ulaşmasıdir asıl o takımı sevdiren; O zaman Never Walk Alone derim ama geçen seneki final neydi öyle! Hani şu açıdan çok şanslıyiz ki, belki de dünya futbol tarihinin en önde gelen iki ismine tanıklık ediyoruz. Öyle ki bu ikisini şimdi bizden büyüklerin sürekli bahsettiği Maradona, Beckenbauer gibi çocuklarımıza ve torunlarimiza ballandirmaya gerek bile kalmadan anlatacağız. Bu isimler tabiki; MESSİ ve C. Ronaldo. Ama Ronaldo dünyanın en iyi futbolcusu denilecekse buna en iyi ihtimalle, "evet ama Messi'yi uzaylı olarak kabul edersek" şartı koşularak kabul edilebilir. Çünkü, tabi bana göre, Messi öncelikle beyniyle oynuyor, Ronaldo ise kaslariyla. Ronaldo gençken daha çok şov yapar, çalım atar ve bu kadar robotik olmamıştı. Tabiki ilerleyen yaşına rağmen bu formunu, bu atletik yapısına da borçlu ama ben hoşlanmiyorum fazla bundan. Ama büyük futbolcu mu, sözü mu olur bunun. Ama, ama öte yandan MESSİ'nin topu ayağına yapıştırir gibi sürmesi, estetik çalımlari, çelimsiz bünyesine gelen darbelere ve mudahalelere[tabi bu müdahaleler günümüzde yıldızı koruyan futbol anlayışı nedeniyle, Maradona'nin yediği darbelerin yanında sinek viziltisi gibi kalır] rağmen oyuna devam etme arzusu, çabası; youtu.be/Jq4ZpjLBt4I abisi Xavi'yi andıran ve onu gecen ince paslari[ne yazık ki takım arkadaşları yer yer çok beceriksiz olup bu ince paslari golle sonuçlandiramiyorlar]; youtu.be/cSndLv2JbSU yüzde 99.999... başarı oranına sahip son vuruşlari, sürekli kendisine benzetilen ve Küçük Maradona gibi yakıştırmalarla kendisiyle kiyaslandigi Maradona'nin İngiltere'ye attığı ve Falkland'in intikamını aldığı efsane golünün birebir aynısını atmasi[bu da mı tesadüf, hadi ataistler bunu da açıklayın!!!]; youtu.be/RClucIzbKcc Lisede çok sıkı Ronaldocu olan arkadaşımı Messici yapan Boateng'in belini kırdığı, dev Neuer'i cüce yaptığı efsane golü; youtu.be/FgHq2Z6UAbk Şimdi akla hemen gelir, ama Messi dünya kupası kazanamadi; adam Almanya'ya kaybettikleri finale gelene kadar çok iyi oynadı ve finalde de iyiydi ama bu takım oyunu sonuçta, özellikle de günümüz futbolunda tek başına bir yere kadar ve özellikle forvette Higuian gibi saç baş yolduran bir adam varsa Messi neeettsiiin! youtu.be/JSUj2_-Y1Jk Ama Messi'nin ustası biri daha var ki, o romantik futbolun son büyük ustası ve bir sanatçı denilebilir. Futbolun bir şov olduğunu bizlere hatırlatan ve hafızalarimiza kazınan hareketleriyle unutmamamizi sağlayan kral RONALDİNHO!! youtu.be/hqoVfaUKrg8 Ama Ronaldinho deyince aklıma ilk gelen ise devrin en sinir bozucu takımı ve oldum olası hiç hazzetmedigim Chelsea'ye karşı attığı şu efsane goldür; youtu.be/Z9vpwlU3rPk Bu kadar örnekten sonra yurda dönecek olursak; malum olduğu üzere bizim ligde güzel futbol ender rastlanan bir olaydır. Öyle ki bazı zamanlar olur, Çorum'da bir pandaya rastlamak, süper ligde güzel maça rastlamaktan daha olası hale gelir. Ama bizim ligi güzelleştiren bize ait olması, tuttuğumuz takımın varlığı ve ezeli rakibimizle olan mücadelemiz ve sürtüşmelerimizdir. Ben GS'li olduğum için ezeli rakip olarak tabiki FB'i görüyorum. [BJK'i ne yalan söyleyeyim hiçbir zaman öyle göremedim, BJK'lilar alinmasin lütfen] Bu GS-FB rekabeti konusunda yaşadığım birkaç anıdan bahsetmek istiyorum. Biliyorum uzadı yazı ama zaten bu yazı daha çok kendim için yazılmış bir şey oldu. Bunlardan birincisi, 2000'den sonra GS birkaç sene dah Avrupa'da iyi gittikten sonra çöküşe geçti bir süreliğine, ligde de FB ilerleyen senelerde üstünlüğü aldı. Bu açıdan ilkokul ve ortaokul yıllarım Fenerli arkadaşların alay etmeleri ve sevinçlerini izlemekle geçti denilebilir. Özelikle 6 Kasım'daki 6-0'lik mağlubiyet, Maracana faciasinin Brezilyalilara açtığı yarayı o kadar olmasa da biz Gs'lilarda açtı. Sonrasında FB'in parlak geçen yıllari... 2002 Dünya Kupası'ndaki milli başarının temel etkeni nasıl GS ise, 2008 Avrupa Şampiyonası'daki başarının temel etkenin Fb'dir. Ancak biz GS'lilar şu açıdan Fb'lilerden şanslıyizdir; en azından benim jenerasyon iki üç senede bir veya ardı ardına GS şampiyonluklari görürüz. Bir, iki sene şampiyon olamasak da çok üzüntü olmaz, nasılsa yakinda kazanacağız deriz. Özellikle GS ya kazanır ya da altıncı falan olur[altıya bir takıntımiz var]. Fb böyle değil. FB'nin son kulvarda hatta son maçlarda kaçırdığı şampiyonluklar çoktur. Travma üstüne travma, bir nesil bu yüzden travma ile büyüdü. Örnekler; 1. Bursa Faciası- namıdiyar Yanlış Anons Faciası; youtu.be/8MZMMdHwSZI 2. Denizli Faciası; youtu.be/YpBRDzXTrRQ Tabi, FB'in üzüldügu yönün tersinde biz GS'lilar meşhur o bitmek bilmeyen 16 dk'nin ardından şampiyonluk sevinci yaşıyorduk; youtu.be/yTb3gjK0M_I 3. Kadıköy'de kazandığımız şampiyonluk; youtu.be/JqrRFZ8mIGo Kadıköy'deki şampiyonluğun keyfi bir başkaydı. Bu şampiyonluk bence 6-0'ın olumsuz etkisini büyük ölçüde giderdi çoğu GS'linin üzerinde. Şampiyonluklar geliyordu. Dördüncü yıldızı da üçüncü yıldız gibi ilk önce GS takmisti, hem de görmemiş gibi bir sezon üç yıldızın üzerine koyarak formada ama olsun. Avrupa'da da üst üste gruptan çıktık. Birinde çeyrek final yaşadık, diğerinde ikinci tur. Ardından gelen sezonlarda tekrar inişe geçsek de Avrupa'da, hatta kuruluş amacı Avrupalı takımları yenmek olan takımın amacı giderek Avrupa'dan fark yemeden bir an önce gelmek de olsa; bunlar bir yere kadar sineye çekilebilirdi. Ama eksik kalan ve her GS'linin yüreğindeki sızının giderilmesi lazımdı. Her GS'li "Bu sezon Kadıköy'de yenelim de ne olursa olsun," demiştir. Ve sonunda yıllar yıllar sonra yendik; tr.beinsports.com/lig/super-lig/o... Futbolun bir garipligi şuradadir; eğer maçı kazanamasaydik Onyekuru'yu hiç iyi anmayacaktik. Ama maçı kazandık onun harika oyunuyla, ve şimdi bir kahraman oldu, adı yıllarca unutulmayacak ve belki de hiç unutulmayacak. Futbolda kahramanlikla gözden düşmüşlük veya 'hain'lik kardeştir veya bir bıçağın iki yüzü gibidir. Ayrıca yıllarca yenemeyince Kadıköy'de, bu konu üzerine çokça espri, mizah ve efsane de üretildi. Bunlardan en meşhuru stadin altındaki yatır, FB'i koruyor efsanesiydi. Sonuç olarak büyü bozuldu; Fb'i Kadıköy'de yenelim de ne olursa olsun dedik ama galiba yanlış dedik, çünkü Kadıköy'de galip geldik dünyanın başına gelmeyen kalmadı; Covid salgını ve son olarak da ABD'nin ufolarin varlığını kabul etmesi... Bu da konu hakkinda yeni eğlence öğeleri olarak hafızalarda yer etmiş oldu. Bunlarla birlikte şunu da belirtmeliyim, günlük heyecan ve reaksiyonlar bir kenara bırakılıp değerlendirildiğinde "GS demek Metin Oktay demek, Ali Sami Yen demek.." sözüne ek olarak hocanın, GS demek Fatih TERİM demektir. youtu.be/LGYPMqedZTo Sonuç olarak; futbol tek bir şey değildir, birçok şeydir; eglencedir, tutkudur, modern dindir, afyondur, estetiktir, sanattir, güçtür, stratejidir veya sadece bir oyundur, bu uzar gider. Kısaca futbol hayatın kendisidir. İyi okumalar
Gölgede ve Güneşte Futbol
Gölgede ve Güneşte FutbolEduardo Galeano · Can Yayınları · 2017236 okunma
··
350 görüntüleme
Semih Doğan okurunun profil resmi
Çok uzatmışsın Kaan. Özellikle şu Fenerbahçe ve travma kısımlarını incelemeden çıkarırsan sevinirim. Benim gibi hala o travmaları atlatamamış Fenerbahçeliler olabilir aramızda, yaptığın çok ayıp :) Futboldan çok uzak kaldığımız şu günlerde, “uzun” da olsa okumaktan keyif aldığım bir yazıydı. Futbolsever olmak, incelemeye eklediğin videoları açmadan hangi videolar olduklarını ezbere bilmektir sanırım :) Eline sağlık.
Kaan okurunun profil resmi
Ezeli rakibin travmalari bir taraftar için en büyük eğlence kaynağıdır. Mesela, bu sezon 6 Kasım'da Real'den 6 yemistik. Birçok Fb'li arkadaş 6 Kasım'da kendilerinin 6-0'lik galibiyetiyle özdeşleştirip, bağlantı kurup haklı olarak mizah yaptılar. GS'li fanatik bir arkadaşım çok kızıyor ve bazen aşırı reaksiyon veriyor, böyle yapılır mı çok mantıksız diye. Ben dedim mantık mi? İşin güzelliği burada aslında. Onlar dalga geçecek, biz geçeceğiz. Birbirimizi kizdiracagiz, rekabet bunu gerektirir. Bir de şu var; Türkiye de rakip olabiliriz ama Avrupa'da birbirimizi destekleriz. Bu, Türk futbol tarihinin en büyük yalanı. Özellikle taraftarlar nezdinde. Şahsen Fb, Avrupada maça başlarken bir yanım yenilmesini istemez ama eğer yeniliyorsa da üzülmem, bilakis bunu hemen mizaha alırım. :))) Verdiğin futbolseverlik tanımına kesinlikle katılıyorum. İncelemeyi begenmene sevindim, Teşekkürler yorumun için Semih. :)
1 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.