Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

77 syf.
10/10 puan verdi
Öncelikle kitabın mülellifi hakkında kısa bir bilgi vermek isterim. Ali Şeriati kendisi İran vatandaşı ve Müslüman’dır. Kendini Müslümanların dogmatik kalan ya da yanlış anlaşılarak kendi içinde dönüp duran İslam anlayışının gerekte Avrupa’yı yakından görme fırsatları bulduğundan dolayı kapitalizmin(kendisi tabiatın belirleyiciliği der) 2.dünya savaşından sonra insanları refaha erdirdiğini, bilimin geliştiğini ancak gerçekten aramamız gereken ihtiyacımız olan şeyin bu olmadığını bize göstermektedir ve bu problemi gösterirken çözüm yolunu da sunmaktadır. Kendisi sosyolog gözlüğüyle bu çözüm yolunu sunarken İranlılar tarafından Sünni, Sünniler tarafından da Şii damgası yemiştir ancak onun temel amacı mezhepler değil bizim beşer değil insan olmamız gerektiğidir. Nitekim kendisinin bu değer görmeyişi ile özellikle İran Hükümeti tarafından baskılar görmüş, Avrupa’ya hicret etmek zorunda kalmış ve orada İngiliz İstihbaratı yardımıyla Savak tarafından şehit edilmiştir. Ali Şeriati bu kitap konferanslarıyla kendisinin de bir müddet bulunduğu zindanın geçici olduğunu, asıl zindanın bir tez olarak savunduğu asıl dört zindanın olduğunu bizlere göstermektedir. Ali Şeriati’nin bu kitabı Abandan Petrol Fakültesi Konferansı ve Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu Konferansı’ndan oluşur ve daha sonra kitaplaştırılmıştır. İlk olarak eğitim meselesine değinmektedir. Eski medrese usülü ile yeni eğitim sistemi yani bürokratikleşmiş eğitim sistemiyle karşılaştırmakta, yeni eğitim sistemi ile ne Hocanın bir grup öğrenciyi dört yıl içinde eğitmek zorunda olması ve bunun sürekli bir devinim haline geldiği, bu kısıtlı süreyle tamamlanamadığını zira öğrencinin mezun olduğu belirtmektedir. Nitekim bunu şu kısa hikayeyle güldürerek anlatmaktadır. Öğretmen öğrencisine ‘‘Tembel adam, iki yıldır aynı sınıfta kalmaya utanmıyor musun?’’ diye sormuş. Öğrencinin cevabı: ‘‘Asıl sen usan; sen yirmi beş yıldır aynı sınıfta kalmışsın.’’ Bu hikaye sanırım formasyon sorunu anlatmaya yeter. İnsanın dört zindanına değinen Ali Şeriati önce insan kelimesinin tanımına ve Kur’an ile uğraşan bir arkadaşının tanımıyla insan ve beşer ayrına dikkat çekiyor. Zira beşerin bir silsile sonucu oluştuğunu ve bu özelliğiyle diğer canlılardan farkının olmadığını ancak insanın niteliğiyle bir gizemini, onun esrarlı bir hakikat olduğu savunmaktadır. Yani natüralizmin gördüğü insanın sadece biyolojik bir canlı olmadığını, onda ayırıcı bazı nitelikler olduğunu savunmaktadır. ‘‘Beşer bir imektir( yani eliyle bacaklarıyla bir takım hareketlerle hayatta kalır) oysa insan olmaktır’’ sözüyle Din’lerin, *Ericc Fromm gibi bazı sosyologların da insanın kendi üzerine gelişimine, tekamülüne dikkat çektiği insanın natüralizm gibi sığ tanımlamalırına karşı çıkmaktadır. Burada biraz daha marjinal olmakla birlikte şu örneği vereceğim: Matrix filminde Neo’nun Kahineyi arayışında Seraph Neo’yu Kahineye götürebileceğini söyler ancak özür diler ve Neo niçin özür dilediğini sorduğun da bunun için diyerek dövüşürler, savaşırlar. Neo beklenen Mesih’tir ve Seraph’a karşı üstünlük kazanır ve neden böyle bir şey yaptığını sorar. Seraph’ta zaten bunu öğrenmek için yaptığını söylemek için ‘‘Birini tanımak için onunla savaşmalısın’’ der. Matrix’te ki bu söz bağlamın da aslında diyebiliriz ki herkes kendi içinde kendinin ne olduğunu öğrenmek aslına, hakikate varma yolundan kendiyle savaşarak ‘‘olmak’’ı gerçekleştirmelidir. * Sahip Olmak Ya Da Olmak Ayrıca bu beşerliği kurgu olaraktan Merih gezegenine gitmiş bir bilginin Dünya’ya insanları katıldığı bir araştırmayı o karakterin konferansta anlattırmasını sağlar. İnsanın beşer olarak cahilce merhametsizce davranışlarını ortaya koymaktadır. Onlar her ne kadar birbirlerini tanımasa da ailelerini yurtlarını bırakarak birbirlerini öldürme hırsına bürünmesinden ve disiplinli ordular donanımlı silahlarla kıyasıya savaşından bahsetmektedir. Karakterimiz bu kin duymak sızın yapılan savaşın ardından bir de öldürdükleri insanları öylece bırakmalarından bunun herhangi bir açlık durumundan da kaynaklanmadığını, savaştan sonra ölülerin karşısında çılgınca böbürlenerek evlerine gittiğini ve bunun bir döngü içinde devam ettiğini hayretler içinde anlatmaktadır. Bugün insanın ben senin yanına geldim ve seni öldüreceğim demeyerek, insanın bir takım donanımlarla, daha modernize edilmiş kelimelerle barış altında yalan söyleme tarzının geliştirilerek öldürmeyi nasıl meşrulaştırdığını gözler önüne sermektedir. Yeryüzündeki yiyecekleri fazlaca toplayarak biriktirmeleri gibi bir çılgınlığı olduğunu belirterek kapitalizmin göz doymamazlığına vurgu yapar. Besinlerin deforme olarak bu sağlıksız besinleri tüketerekten hastalandığımızdan dolayı tekrar kendilerini doktora muhtaç bırakmalarının komikliğine değinmektedir. Bu tanımlamalar ve örnekler çerçevesinde beşerin elli bin yıl önceki maymundan farkı olmadığını, o zaman ki beşerin aynı olduğu şeklinden tanım yapmaktadır. Beşerin sürekli kendini geliştirerek olmaya doğru yönelmesi gerektiğini tekrardan dile getirmektedir ve bunu Kur’an’da ki Bakara suresi 6. Ayetinde ki ‘‘ (ileyhi)ona doğru’’ kelimesini insanın sürekli olmaya doğru giderek sürekli gelişim için de Allah’a yakınlaştığını söyleyerek Ayetin içinde ki ezoterik anlamı çıkarmaktadır. İnsanın sürekli geliştiğini bu gelişime ket vuran gerek tasavvufi anlamda Allah’a ulaşmanın gerek kadercilik bağlamın da insanın bir belirlenim içine sokmanın insan üzerine yapılmış büyük bir ihanet olduğunu bizlere göstermektedir. Ali Şeriati’ye göre insanda var olması gereken üç ana özellik vardır ve bunlar bizim diğer özelliklerimizin de ana kaynağıdır. Bu üç ana özelliğimizse dört belirlenim, yani dört zindan ile engellemektedir. İnsan bilinçli, seçici ve yaratıcı ya da üretici bir varlıktır. Bu aşamada ilk olarak Gide’nin ‘‘Hissediyorum öyleyse vardım’’ ‘‘Descartes’in düşünüyorum öyleyse varım’’ şeklinde ki ifadelerinin var olmayı açıkladıklarını ancak bunun salt var olmak yani beşer tanımına uygun olduğuna dikkat çekmektedir. Asıl insan tanımının Albert Camus’un ‘‘Baş kaldırıyorum öyleyse varım’’ sözüyle ifade etmektedir. Bunu teolojik boyutta Hz. Adem’in cennetin baş kaldırma meyvesini yemekle bilinçli olarak baş kaldırmasına benzetmektedir. Bu bağlamda insanın cennetten kovularak tabiatta hayvanlar gibi içgüdüsel değil Din boyutunda da bilinçli olduğunu söylemektedir. Ericc Fromm’ un ‘‘Başarılı devrimci devlet adamı, başarısız devrimciyse bir suçludur’’** sözüyle aslında Kur’an-ı Kerim’in yani Hz. Peygamber’e verilen vahyin; o döneme karşı başkaldırıcı, devrimci bir kitap olduğu görülmektedir. İkinci özellik olarak gene insanın hayvanlardan farklı olarak güdülü değil seçici bir varlık olmasıyla kıyas yapmaktadır. Evrimsel olarak da canlı türünde tekamül gerçekleştikçe iç güdünün azaldığı görülecektir ve bu yönden de Ali Şeriati haklı çıkmaktadır. Başka bir örnekle insan istediği gibi züht hayatı seçebilir yahut intihar dahi edebilir. Üçünçü özellik olan yaratıcılığa iki farklı şekilde değinmektedir. İlk olarak insan tabiatta ihtiyaç duyup da bulamadığı şeyleri bir takım çaba ve uğraşlarla üretir. Bu nokta **Özgürlükten Kaçış da maddi tabiatın gücünden ve yaratıcılığından daha fazla üretim göstermesi insani yalnızlığa iter. Yalnızlık ise onu tekrar üretme eğimine sokmakta ve bu şekilde havada olmak isterse uçak, ya da yüzemiyorsa gemiyle isteği fiili gerçekleştirmektedir. İkinci yaratılış olarak çitayı yukarı çekerek insanın asil ruhundan kaynaklanan ve ilahi bir özellikte saydığı sanatsal üretimdir. Sanayi insanın tabiatta bulunan şeyin üretimiyken sanat tabiatta bulunmayan şeylerden üretimdir şeklinde öncüllerden kıyas yaparak o halde sanatı sanayi üretimden daha üstün görmektedir. Ali Şeriati’ye göre insanın var olmasını engelleyen ilk zindanın tabiat olduğunu söyledik ve bunun içinde bunlardan teknoloji ve bilim ile rahatlıkla kurtulabiliriz. Bugün de baktığımız da insan ister çölde olsun ister ormanda ister de Alaska’da yaşasın oranın iklimine yani tabiatına başkaldırarak direnerek istediği şekilde teknolojiyle yaşayabilir. Eskiden insan ormandaysa kara avcılığı, denize yakınsa su avcılığı yapardı ve ne bir kabile ne de sosyal ilişkilerini kendi belirlememiştir. Bu tabiatın sonucudur. Pekala kızıl derili de olabilir, siyah derili de, kızıl derilide. Ancak geçmişle kıyaslandığında insan iklime, doğaya, tabiata hakim iken şimdi bunlar onu hizmetine sunulmuştur ve bu teknoloji, bilim sayesindedir. İnsanın ikinci zindanı da tarihtir. Hepimiz üzerimizde bir takım elbiseler giyeriz eğer cüppe, şalvar giymiş birini görürsek Asya’lı, eğer takım elbise giymiş kravatlı birini görürsek Avrupa’lı olduğunu açık şekilde anlarız. Onlar o kıyafetleriyle bulundukları ülkenin tarihini kabullenerek yine o tarihsel sürece girmişlerdir. Aynı zaman da düşünce tarzımız, en önemli gördüğümüz kesin inançlarımız, dilimizde bir tarihin ürünüdür. Çöl ortamında doğarsak Arapça konuşuruz ve Hanbeli oluruz, Amerika’da doğarsak Pretestan oluruz İngilizce konuşuruz vs. Yani geçmiş insanların mirası bize yüklenmiştir ve bunlar kendi seçimimiz değildir. Buradan şu sonuca varıyoruz; insan kendi tarih ve geçmişinin ürünüdür, çocuğudur. Bunuysa Historizm, yani Tarih Bilimi ile tarihin bana yüklediği bu özellikleri bilmiş olurum ve bana yeniden kendi istediğim şekilde dilimi hayat tarzımı şekillendirebilirim. Bu bağlam da Atatürk’ün tarihi gerçekten iyi okuduğunu, her ne kadar hataları olsa da Türkiye olarak bizlere bir ayrıcalık sağladığını görebiliriz. Zaten bu etrafımızda ki diğer ülkelere bakıldığında rahatla anlaşılacaktır. Üçüncü belirlenim toplumdur. Hepimiz büyümeye başladığımız andan itibaren çevremizi etrafımızı gözlemleyemeye başlarız ve gözlemler sonucunda topluma yakın bir kimliğimiz olur. Aslında bu bağlamda her ideoloji başta aile tarafından insanın hal hareket ve davranışlarını istenilen belli kalıplara sokulmaktadır. Daha sonra toplum tarafından bu davranışların beğenilerek bir nevi klasik koşullanma ile bunlar kalıcı hale getirilmektedir diyebilirim. Ali Şeriati’nin deyimiyle insanlar, içini toplumun doldurduğu boş testilerdir. Yani sosyolojiyle biliyoruz ki biz sadece kendimiz bir adada yaşasak bu davranışları göstermeyiz ve bunlar topluma ait, toplumdan öğrenilmiş kazanılmış davranışlardır. Seçim yoktur o haldeyse ben yoktur, toplum vardır ve bu bir belirlenim, zindandır. Bu bağlamda Sosyoloji bize toplumu analiz ederek pekala bir değerlendirme yapma fırsatı sağlar. Kendisine aşılanan insani faktörleri değiştirerek istediği siyasi sosyal hukuksal düzeni sosyolojiye dayanarak sağlayabilir ve ileri düzeyde bir hayat tarzı oluşturabilir. Buna yaptığımız takdirde artık toplum bizi değil biz toplumu meydana getirmiş oluruz. Son belirlenim yani son zindan insanın kendisidir ve insanın kendi kendini analiz etmesi gerçekten zor olduğundan ya da kendimizi her zaman doğru görmemiz, en değerli kendimizi görmemiz sebebiyle kurtulması güç bir cebriyedir. Freud kendi kuramın da insanın iki güdüye sahip olduğunu söyler; bunlardan biri cinsellik ikincisi saldırganlıktır. İslam’da bunun karşılığı kuvve i şeheviye ve kuvve i gadabiye’dir. Bu bağlam da bizim gerek oruç tutmamız olsun gerek Cuma namazımız olsun diğer başka ibadetler ya da Hz. Musa’nın kavmini şehirden uzakta çölde bir yaşama yöneltmesi gibi örneklerin hepsi insanın kendi kendisiyle uğraşması için olduğu gibi insanın hiçbir menfaat hiçbir karşılık beklemeden fiiliyatı içindir aynı zamanda. İşte bu kıskançlık nefretlerden ne teknoloji ne tarih bilimi ne de başka bilimsel uğraşlarla kurtulması mümkün değildir. Diğer zindanlardan kurtulmak Ali Şeriati’nin Avrupa’dan etkilenerek teknoloji ve bilime el üstünde tutmasıyla gerçekleşmekteydi. Son zindandan kurtulmak ise doğu kültürü yani vahiy kültürüyle mümkündür. Çünkü insanın bu cebriyeyi bilmesi ondan kurtulmasını sağlayamamaktadır. İnsanın başkası uğruna kendini feda edebilmesi için diğer güçlerdeki mantıklı yorumlamadan daha da güçlü bir şey gerekmektedir. Burada eylemlerimiz mantıklı, mantıksız ve mantık dışı olarak üç kısıma ayrıldığını düşünürsek bizim bu belirlenimden kurtulmamız mantık dışı eylemle yani ‘‘İsâr’’ ile sağlanabilir. Bu ise Din ile, Dini aşk ile mümkündür. Son zindanda Din’lerin ne kadar işlevsel olduğu görülmektedir. Dinleri yanlış veya doğru olarak değil işlevselci açıdan bakarsak, ne kadar fayda alacağımız ortadır. Görüyoruz ki yeterince takipçi, mürid sağlayan her inanç marjinal yıkıcı bir unsura dönüşebilir. Yapılması gereken doğru seçilmiş bir Din ile Allah’a inanan insan değil, Allah’ın inandığı insan olmaya çalışmaktır.
İnsanın Dört Zindanı
İnsanın Dört ZindanıAli Şeriati · Fecr Yayınları · 20174,919 okunma
·
87 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.