Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Hacı Ağa, bir enfiye daha çekerek, mendiliyle burnunu sesli sesli sildi. Güle güle sözüne devam ederek: - Mütâreke(1) zamanında da, bir Rum beni tramvayda bıcırgattı!... - Ne yaptı? - Bıcırgattı!... - Bu da nasıl şey? - Başına gelirse anlarsın... Bu, bırtlamadan daha hafiftir. Anlatayım da bak. - ... - Heriflerin an azgın zamanlarından idi. Galata’dan geçilmiyordu. Hele fesli, âbânili(2) olursa... vay haline! Ne yapacaksın?... O vakit, şapka yok. Kalpağa da saldırıyorlardı. Benim de Fındıklı’da bir işim var, mutlak gitmeliyim. Gitmesem olmaz. Düşündüm, en sağlamı tramvaya binmekte buldum. Eminönü’nden bindim. Dan, dan... Köprü’yü geçtik. Karaköy dedik, durduk. Daha durmadan, bir hücum başladı. Arabanın iki tarafından da giren girene. Fakat, girenlerin biri dikildi, durdu. Koyu siyah, koca yayvan şapkalı, geçende Ada’da çıkan canavar gibi iri yapılı bir Rum, gözleri kapana kapana geldi. Tâ benim yanımdaki boş yere kendisini kaptı, koyverdi. Öyle ki amanı, zamanı kalmadı. Görmeliydin... Herifte her but, altmış okkalık sığır butu gibi... Kendisini o boş yere bırakır bırakmaz, butun birini de benim butun üzerine bindirdi. Başını serbest salıverdi, şapkasının keskin kenarıyle, benim âbânili fesi yerinden fırlattı. Şapka bu çarpışma sonucunda öbür tarafa eğildi ise de, herifin omuzuyle yarım gövdesi tamamiyle benim üzerime bindi. Bir tarafımdan keskin bir şarap kokusu, öte tarafımdan da kuvvetli bir horultu... Kekâ!...(3) Ben yamyassı, kımıldamak ihtimâli yok... - Hacı Ağa, bırtlayaydın! - Nereye bırtlayacaksın? Arabada, adam adam üstüne. Sen belâya bak ki, bir aralık, oturduğumuz yer gıcırdadı. Eyvah!... Daha nelerim var?... Öyle sarhoş, öyle sarhoş ki, kendini bilecek halde değil, aptestini tutacak gücü kalmamış; onu da salıvermiş olacak ki, pantolonunun önünden dumanlar çıkmaya başladı!... - Biletçi?... - Hangi biletçi? Nerede ise, orada kalmış, kımıldayamıyordu. Galata’yı geçtik. Tophane’yi geçtik, Fındıklı’ya geldik. İnmek değil, kımıldayamıyordum. Artık yolu tutturduk. Kabataş, Dolmabahçe, Beşiktaş... - Herif? - Onun umurunda mı? Lök gibi yaslanmış, arada bir faşırdıyor, horultusunu çekiyor, kokusunu salıveriyor! - Sonra?... - Bereket versin ki Bebek değil, Ortaköy tramvayı imiş. Buraya gelince, herkes indi. Ben de, önümdeki kanapenin arkalığını iterek, kendimi güç belâ kurtardım. Sen belâya bak ki benim ilk yere düşen âbânili fes, herifin paçalarından sızan sidiklerle ıslanmış değil mi? Ölür müsün, öldürür müsün? - O zaman ölürdün? - Şüphe mi var? - Ne yaptın? - Ne yapacağım, âbâniyi çıkardım. Fes temiz kalmış imiş. Onu giydim. - Herif ne oldu? - Hâ... İyi ki sordun. Herifi, orada ne kadar tramvaycı varsa toplandılar, aralarında bir bucurgat(4) eksikti. Heyamola(5), ha yisa(6)... İte kaka, çeke sürüye, ahırdan bocuk(7) çıkarır gibi çıkardılar... Sarhoşluğun derecesini anla ki hâlâ uyuyor, horulduyor, paçalarından akıtıyordu! Daha ne yüzüme bakıyorsun? - Bir şey daha soracağım da... - Sor! - Şimdi piyasa nasıl? Kahkahalarla gülerek: - Bırtlama çokça ama, bıcırgatma görülmüyor... Meğer ki, son vapurlarda tek tük ola! (1) Mütâreke: Mondros Mütârekesi (30 Ekim 1918) (2) Ağabâni: (Âbâni) İpekten sarımtrak dallarla işlenmiş bir çeşit beyaz kumaş. Bu kumaştan yapılmış sarıklar, fesin üstüne sarılırdı. (3) Kekâ: Bir durumdan memnun oluşu bildiren ve “Keyfim yerinde, ne güzel, memnunum" anlamlarında kullanılan bir söz. (4) Bocurgat: Vinç. (5) Heyamola: Gemicilerin ve işçilerin, bir şey çekerken, birbirini desteklemek için söyledikleri söz. (6) Yisa: Gemicilerin ve işçilerin, bir şey çekerken, birbirini desteklemek için söyledikleri söz. (7) Bocuk: Domuz yavrusu.
Sayfa 487 - Türkoloji, HACI AĞA'NIN İKİ KELİMESİKitabı okudu
·
20 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.