Kudüs, Halife Ömer zamanında 638 yılında İslam devleti tarafından alınmıştır. 7. ve 8. yüzyıllarda Indüs'ten Pireneler'e uzanan görkemli bir imparatorluk kuran Araplar, en parlak zamanlarını 809 yılında ölen Halife Harun Reşid zamanında yaşamışlardir. 10. yüzyıllarda uygarlıklar gelişmeye devam etse de siyasal olarak İranlılara ve Türklere karşı güç kaybetmişler; 1055'te ise Selçuklu Türkleri Bağdat'a hakim olmuşlar, 1071'de ise Bizans'i mağlup etmişler ve ardından da Doğuya hakim olmuşlardır.
Sene 1096 olduğunda ise Frenkler Anadolu Selçuklu Hükümdarı Kılıçarslan tarafından mağlup olurlar ancak ertesi yıl gelen büyük Frenk ordusu önce İznik'i alır ardından da Dorlion'da Kılıçarslan'i ağır bir mağlubiyete uğratir. Haçlı ordusu daha sonra önünde birkaç noktada mukavemetle karşılaşsa da Müslüman beylerin iç kavgaları, ihtiraslarinin da yardımıyla ilerlemesine devam ederek 1099'da Kudüs'ü ele geçirirler. Şehri yağmalayip, halkı katlederler. Özellikle beni en çok şaşırtan olay, Maara denilen yerde Frenklerin yamyamlık yapmalarıdır; Müslüman cesetlerini yemeleri. Üstelik bu olaylar kendi kaynaklarından aktarılmıştır.
1104'teki Harran zaferi ile Müslümanlar, Frenk ilerlemesininin doğuya doğru genişlemesine engel olmuşlardır. Selçuklular'da hanedan üyeleri çoğu zaman kukla olarak kullanılmış ve onları kullanarak nüfuz elde eden atabeyler/emirler olmuştur. Bu emirler arasında da çıkar çatışmaları hiç bitmez. Kitabı okurken sıklıkla görüyoruz ki, emirler arasındaki çıkar ve iktidar kavgaları Frenklerin ekmeğine yağ sürmüştür. Öyle ki, 1108 Tel Başir'deki savaşta iki Müslüman- Frenk koalisyonu karşı karşıya gelmiştir. Bu sırada halife ise uzun zamandır oturduğu koltuğun siyasetten uzaklaştırılması nedeniyle zevkü sefa ve kültürel etkinliklerle zamanını gecirmektedir. Bundan dolayı Halep Kadısı İbni el- Haşab bir grup insanla birlikte Bağdat'a gidip ilginç bir eylemde bulunur: Aylardan Ramazan'dir. el-Haşap şehrin meydanina oturur ve yemek yer. Hemen askerler gelir. Çünkü bu yaptığı yasal değildir. Buradan isteyen meşhur hoşgörü argumani hakkında bir değerlendirme yapabilir. Yani günümüzde Ramazan aylarında sokakta su içeni veya yemek yiyeni dövdüler haberinin benzeri yaşanıyor hem de Frenkler Müslüman şehirlerini ele geçirirken ve insanları katlederken. Bu kısmı okurken aklıma Tolstoy'un Savaş ve Barış'ında Napolyon ve ordusu Rusya içlerine ilerlerken, balolarda kızlarına uygun bir damat bulmaya çalışan Rus kadınlarını getirdi. Ancak yine de bu konuda öncelikle halifeyi değil, dönemin siyasi aktörlerini sorumlu almak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü sonraları atak bir halife başa gelir, adet olduğu üzere yeni Selçuklu hükümdarına hilat giydirir, bu sırada biraz da kendisinin üstün olduğunu belirtir. Ardından da siyasi yönde etkinlik göstediği vakit ilk fırsatını bulduğunda Selçuklu Sultanı, Halifeyi katlettirir. Bundan evvel 1125'te cesur kadımız, Haşhaşiler tarafından öldürülür. Haşhaşiler inançları gereği sunniligin tam zıddıdır, ve Mısır'daki Fatimi Halifeliginin kendisine bir gün gelip İslam dünyasında hakimiyet kuracağı günü beklerler ve bu esnada da düşmanlarına karşı kendi usullerince etkinlik gösterirler.
Siyasi sorumlu arıyoruz derken Zengi'nin sesini duyarız 1144'te Edessa'yi yani Urfa'yi alarak, dört Frenk Devleti'nden birisini yıkar. Zengi'nin etkisi, emirleri yarattığı kaos ortamını biraz olsun dağıtır ve Müslümanlarin yüzünü Frenklere daha ciddi dönmesini sağlar ve onlara kazandığı zaferlerle özgüven kazandırır. Daha sonra Zengi, dönemin yazısız kuralı gereği yatağında değil katledilerek hayatını kaybeder. Onun yerine geçen oğlu Nurettin, en az onun kadar güçlü bir etkinlik gösterir. 1154'te Şam'ı alır ve Suriye'de hakimiyetini pekiştirir. Daha sonraları Selahaddin önderliğinde yükselişe geçecek İslam birliğine giden yolu Nurettin hazırlar. 1163-1169 arasında Mısır için mücadele edilir ve bunun sonucunda vezir olan ama kısa süre sonra hayatını kaybeden Nurettin'in komutanı Şikruh'un yerine Selahattin geçer. Selahattin'i ben her zaman Doğu'da Şah İsmail'in bozguncu etkinliği karşısında pasif davranan babasını tahttan indiren Yavuz Sultan Selim gibi saniyordum. Çünkü herkesin kendi çıkarına hareket edip kaos yarattığı bir ortamı ancak sinirli, hırslı, kararlı ve cok iyi stratejist biri masaya yumruğunu vurarak düzene koymuştur diye düşünmüştüm. Bunlardan kararlılık ve stratejist olmak var ancak abartılıcak kadar değil; oldukça mütevazı bir kişiliğe sahip olduğunu görüyoruz, strateji konusunda ileride Kudüs alındığı ve arkasından gelen fetihler yapıldığı vakit, Frenklerin Akka'ya veya Sur'a geçişlerini çok serbest tutması ileride başını çok fena agritacaktir. İktidara giden yolunu ve iktidardaki zamanlarında da şans genelde hep yanında olmuş; öyle ki bir ara çok kalabalık bir Haçlı ordusunun geldiği haberi gelir ve Selahaddin çok korkar, endişelenir. Ama ordunun başındaki kral sefer sırasında kaza geçirir ölür. Bu sayede Selahattin yeni bir beladan kurtulmuş olur.
İşte bu Selahattin 1171'de Fatimi Halifeligini kaldırır, 1174'te Nurettin'in ölümü üzerine Şam'ı ele geçirir, daha sonra da Halep'i. Birliği sağlayan Selahattin nihayetinde 1187 yılında meşhur Hıttin Savaşında Frenkleri ağır şekilde mağlup ederek Kudüs'ü alır. Bu noktada Cennetin Krallığı filminde Kudüs'ü kahramanca savunan başrolumüz gerçek bir karaktermis ancak öyle filmdeki kadar uzun ve destansi bir savunma olmuyor. Ancak dikkat çeken nokta, bu kişi Selahattin'e savaş yönünde herhangi bir harekette bulunmayacagina yemin ederek serbest kalmıştır. Kudüs kuşatıldığı zaman da savunmayı organize edecek tek isim kendisidir ama aklına ettiği yemin gelir. Bunun üzerine Selahattin'den kendisini ettiği yemin konusunda azat etmesini talep eder. Selahattin de kabul eder. Bir yanda edilen yamyamlık, katliamlar diğer yanda böyle hayranlık uyandiracak hareketler, cidden garip!
Selahaddin şehri aldıktan sonra Frenklerin zamanında yaptığı gibi katliam yapmaz. Sadece herkesin bedelini ödeyerek özgür kalabileceğini şart koşar ama bunu bile hafifletir. Bundan dolayı senelerdir seferlerle uğraşan ve ganimet beklentisindeki ordusu bir noktada isyan eder ama Kudüs Fatihi'ne karşı bu isyan ancak mırın kırın noktasinda kalır. Selahattin seferlerine devam ederek Frenkler'in elinden çoğu yeri geri alır. Ancak 1190-1191 yıllarında başını Fransız kralı ve İngiliz kralı Aslan Yürekli Richard'in çektiği Haçlı ordusu gelir. Akka'yi alırlar. Selahattin ordusuyla gelir ama mağlup edemez ve beraberlik durumu oluşur. Bundan sonra ise sürekli nihai sonuç vermeyen çatışmalar devam eder ve bir yandan da diplomatik savaşlar. Selahattin bu konuda ev sahibi olmanın avantajını ustaca kullanır. İki sene sonra ise hayatını kaybeder. Ölürken mal varlığı olmadığı dikkat çekmiş. Kendisini bir davaya adayan ve gözü parada olmayan Selahattin'i takdir etmemek elde değil. Şu anda bile İslam/Arap dünyasında zor zamanlarda adı sık sık anılan bir liderdir.
1204'te hedefi şaşıran -aslında bilakis hedefleri burası olan- Latinler Kostantinipolis'i yagmalarlar ve elli altmış sene sürecek Latin krallığı'ni kurarlar. Bizans Selçuklulardan yardım istese de o sıra Selçuklular yardım gönderecek durumda değildir. Ama bunun nedeni Diriliş Ertuğrul tutkunlarinin sandigi gibi din iman değildir. Tarihi yapımları çok sevdiğim için uzun süre ben de bu diziyi izlemiş biri olarak söylemek isterim ki, malumunuz olduğu üzere diziden, filmden tarih öğrenilmez. Diriliş Ertuğrul ve turevlerinden tarih öğrenen insanlara bir örnek vermek istiyorum: Dönemin Bizans ordularında da Türk nüfusu oldukça fazladır. Bizans'la Selçuklular birbirlerine sık sık yardım ediyorlar. Siyasi ilişki için birbirleriyle evlilik yapıyorlar. Başkent Iznik'in çoğunluğu Rum, dönemin Anadolu'sunun çoğunluğu Rum ve Ermeni, Selçuklular olsun Osmanlılar olsun Anadolu'ya Diyar-i Rum gibi ifadelerle adlandirip kendilerini de Rum imparatoru veya Diyar-i Rum'un Hünkari gibi niteliyorlar. Çıkarları örtüştükten sonra Selçuklu, başka bir Türk ve Müslüman bir devlete, beylige karşı Bizans'la ittifak kurabiliyor. Büyük Selçuklu kontrolündeki Suriye ve diğer bölgelerde de benzer örnekler yaşanmıştır. Bunlardan birinde Rıdvan adında bir bey, Haçlılar'in şehirdeki en büyük camiinin başına haç takacaksin şartını bile hemen yerine getiriyor. Haçlılarla ittifak kurmalar zaten kitabı okudukça olağan bir durum olarak gelmeye başlıyor insana. Sözün kısası arkadaşlar; tarih romantizm yapılacak bir alan değildir. Tarihte devletler, liderler şimdi de olduğu gibi ilk önce kendi çıkarlarını düşünmüşlerdir. Çıkarları örtüşüyorsa kendisiyle dini, milliyeti, kültürü veya doktrinleri çok zıt olan devletlerle, liderlerle ittifak kurmaktan geri durmaz devletler. Bu nedenle realist olmak bu konularda her zaman daha iyidir.
Ayrıca bu konuda en güzel örneği şimdi vereceğim ve eminim ki birçok insan okuyunca çok şaşıracaktir. 1218-1221 senelerinde Frenkler Mısır'ı istila ederler ve ardından ilerleyislerini Selahattin'in ardillarindan dönemin hükümdarı el-Kamil durdurur. Lakin bu Kamil, Frenkleri başındaki Freidrich von Hohenstaufen'le çok yakınlardır. Freidrich, hem Doğu'da büyümesi nedeniyle hem de Batı'dan soğumasi gibi nedenlerle Doğu'ya yakınlık duyar. Arap kaynaklarında kendisinin ne Hristiyan ne Müslüman olarak geçer. Kamil'le Aristo üzerine sohbet ederler ama nihayetinde iktidar ve siyaset etkindir. Kamil, arkadaşı Friedrich'e bir anlaşma önerir. Anlaşmada Kudüs'ü Freidrich'e teslim etmektedir. Gerçekten de anlaşma yapılır ve Kudüs paylaşılır. İslam dünyasında haliyle tepkiye neden olur ama Kudüs'teki bu son Kudüs hakimiyeti 1244'e kadar devam eder. Bu arada ileride Kamil'in oğlu da babasının yolundan giderek Frenkler'e benzer teklifte bulunur. Şimdi, Kamil ve oğlu veya Rıdvan gerçek Müslüman değil yorumu yapılabilir ama bu tarz yorumlar bence sadece kendimizi, bize oluşturulan romantik fanusta tutmak için kullandığımız basit ve mantıklı olmayan argümanlar olarak geliyor.
Devam edersek, 1248-1250 yıllarında Fransa Kralı IX. Louis Mısır'ı istila eder ama yenilip esir düşer. Bu sırada Eyyubi hanedani düşer ve yerine Memlukler gelir. Diğer tarafta ise Moğollar gelmiş ve sık sık Frenklerle ortak hareket etmektedirler ancak Moğollar'in gaddarligi nedeniyle sanki kendileri çok yumuşak kişilermisler gibi çekinen Frenkler bir süre sonra Moğollar aleyhinde de hareket ederler. Hülagu Han, 1258'de Bağdat'i alır, Abbasi'yi halıya sarar ve üzerinden at geçirerek onu öldürür. Şehri yağmalar ve insanları katleder. İslam/Arap dünyası tehlikededir ve yoğun korku yaşamaktadır. Ancak Hülagu doğuya iktidar kavgasına gitmişken arkasında az bir kuvvet bırakır. Bu birlikler de 1260'ta Ayn Calut'ta Memluk komutanı Baybars tarafından mağlup edilir. Bu savaşla birlikte Moğollar buralarda hakimiyetlerine devam edebilmek için giderek İslam'a daha çok gireceklerdir.
Bu noktada şunu belirtmek gerekir; Moğollarin yaptığı katliamlar zaten herkesin malumudur ancak tarihte tek katliami Moğollar yapmamistir. Mesela bize tarih derslerinde ve daha sonraki dönemlerde Hülagu'nun Bağdat katliamı sıklıkla anlatılır. Onu yenen Memlûkler'in bu zorbalığa karşı durduğunu ve İslam dünyasını kurtaran bir melek olduğu anlatılır. Lakin tarihte melek yoktur. Örneğin bize hiç anlatılmayan katliamlarindan birinde Memlukler, 1268'de Moğollarla ittifak yapan Antakya'yi ele geçirip burayı yıkarlar ve insanları katlederler. Diğer saldırılarında da benzer hareketlerde bulunmaya da devam ederler. Bu sıra izlediğim bir belgesel var; 2. Dünya Savaşı'nın önemli anlarını konu alıyor. Kullanılan görüntülerin renklendirilmiş olması da belgeseli ayrıca güzelleştiriyor. Burada Nazilerin haklı olarak cok kötü olup gayri insani davrandığı üzerinden propaganda yapan muttefikler, Dresden hava saldırısında 25 bin, Tokyo hava saldırısında yüzbinlerce ve atom bombalariyla da yüzbinlerce sivili öldürürler. Ama muhtemelen dönemin müttefik devletlerinin o veya bu zamanki vatandaşlarına, birçoğu "evet bir şeyler oldu ama..." şeklinde cümleler kuracaklar veya komple Müslümanların Moğollar - Memlûkler örneğindeki veya tarihlerindeki başka örneklerdeki olaylara karşı "yadsıma" veya "zihinsel filtre" tekniklerini kullanacaklardir. Ancak bence, realist olup objektif şekilde tarihe yaklaşmak her zaman daha faydalı olacaktır.
Bununla birlikte 1291'de Memlûk Sultanı Halit, Akka'yi alarak, Dogu'daki 200 yıllık Frenk hakimiyetine son verir.
___________________
Yazar son sözünde, Haçlı Seferlerinin İslam dünyasındaki etkisine kısaca değinmiştir. Arap dünyası o dönemde, Bati'dan birçok açıdan üstündür. Özellikle tıp alanında... Haçlılar zayıf oldukları bu konularda edindikleri bilgileri ve aletleri Avrupa'ya taşımışlardır. Sonunda mağlup olup bölgeden ayrilsalar da, artık uzun vadede üstünlük Batı Avrupa'ya geçecektir. Arap dünyası ise her ne kadar Haçlılar'a karşı zafer kazanmis olsa da, yüzyıllar süren saldırılar neticesinde Batı'ya ve Batı'dan gelen çoğu şeye karşı öfke, kin ve önyargı beslemeye başlar. Batı ve modernizm bir öteki olacaktır. Halen de bu ötekiye, her türlü kötülük atfedilir; geri kalınmışlığın faturası kesilir. Yazar, Arap dünyasının geriye düşmesinde Haçlı Seferlerinin muhakkak etkisi vardır ancak Haçlılar'in Arap dünyasında varlığı görülmeyen veya görülmek istenmeyen sorunları açık ettiğini ifade eder. Halife zaten siyaseten önemsiz bir konuma düşmüştür ve verdiği başka örneklerde de Batı'nın da Araplar'a karşı üstün yanlarınin olduğunu, bu üstünlüklerini artirdiklari ve zayıf oldukları noktalarda da Araplardan edindikleri birçok gelişmeyi kullanarak yol katettiklerini ifade eder. Araplar ve İslam dünyası ise uzun periyotta eski görkemini kaybedecektir ama en çok da zihinsel ve kültürel açıdan bu kaybı yaşamıştır diye düşünüyorum.
____________________
Son olarak Amin Maalouf'u tebrik etmem gerekiyor. Gerçekten kitabı okurken ne kadar büyük bir araştırma yaptığı belli oluyor. Ancak daha önemlisi, bu araştırmasını akıcı bir üslupla suslemesidir. Çünkü ben kitabı okumaya birkaç kez yeltenmis ama muhtemelen çok sıkıcı ve ağır ilerleyen detaylı bir eser diyerek hep ertelemistim. Ama evet detaylı ama hiç sıkmayan ve akıcı ilerleyen romanımsı bir tarih anlatımı olmuş. Bununla birlikte yazar oldukça objektif şekilde konuya eğilmiş. Bu açıdan da çok hoşuma gittiğini belirtmeliyim. Konuyla ilgilenen herkese tavsiye ederim.
İyi okumalar