Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

“Biz Bu Davanın Enayisiyiz!”
- " (…) 1 Şubat’ın mânâsı, bende 1990, derken 1991 ve sonra 1992’de meydana gelen olaylarla… En iyisi kuru tesbit: 1 Şubat 1983, Üstadım’ın İstikbâl İslâmındır isimli eserimi tamam hâlde istediği ve bana ikinci defa mühlet tanıyarak iade ettiği gün… O kadar silik bir gün ki, hatıramda sadece tamamladığım esere mühlet verişi kaldı… 1990 ise, hayatımın dönüm noktalarından; özel hayatımın… 1991, Taraf dergisinin çıkışına vesile olan ve onun nitelemesiyle “Panik Operasyonu”… 1992, Miraç gecesi… Şiirin ince ve gizli mânâlarını çıkaran “hâlden anlar”, 1 Şubat 1991’de Cuma günü “öğleden sonra” başıma gelen hâlden de aynı şiir idrakıyla çok şey anlar!.. “1 Şubat 1991… Günlerden Cuma… Sabahtan yağan kar tutmuş… Pencereden baktıkça canım sıkılıyor… Canım sıkılıyor, çünkü bugün gelecek olan misafirlerimi karşılamak üzere garaja gitmem lazım; oysa yağan kardan dolayı arabamı bahçeden çıkarıp çıkaramayacağım meçhul… Ayrıca, bir-iki aydan beri görmediğim anne ve babamın, akşam Bursa’dan kızkardeşime, yani Avukat Harun Yüksel’in evine geldiğini haber aldığım için, onlara da uğramam lazım… Kendimi, iki ayağı bir pabuçta hissediyorum… İlk iş, arabayı çıkarabilmekte… Önce anne ve babamı görmeye giderim, ardından da Harem’e misafirleri karşılamaya; böyle kararlaştırıyorum… Hazır Harun Yüksellere gittiğime göre, yeni aldığımız ocak ve fırının ambalaj tahtalarını ve mukavvalarını da götüreyim, sobada yaksınlar… İlk iş arabayı çıkarabilmekte…" “Saat 14.00… Birkaç başarısız denemeden sonra, arabayı bahçeden çıkarıyorum… Eve dönüp, karton ve tahtaları alıp, arabanın bagajına… Tekrar eve dönüp çantamı alıyorum… Dışarı çıktığımda, benim arabanın arkasına bir arabanın yanaştığı ve sonra ayrıldığını gösteren, karda teker izleri, tuhaf bir şekilde dikkatimi çekiyor… İzler, anayola çıkan köşede duran beyaz bir arabaya ait.” “Çok yakın mesafede birbirini takip eden arabalar… Arkamdaki gri-siyah bir araba, birkaç keredir beni sollamaya çalışıyor… Oysa, mecburi istikamet olarak asıl ana caddeye çıkacağımız yolun köşe yerinden dolayı, zaten dur-kalk ilerliyoruz ve beni sollamasının bir manası yok… “Salak herif!” diye düşünüyorum… Nihayet beni solladı ve muradına erdi… Yanımdan geçerken, salak herifin arabasında kendinden başka iki kişi daha olduğunu gördüm… Hissimin tercümanı halinde, belli belirsiz bir düdük sesiyle protesto ediyorum… Araba önüme geçer geçmez, şoförün yanındaki hızla kapıdan fırladı ve silahını çekerek 4-5 metre mesafede, ayakları nişan alma vaziyetinde yana açık, sol eliyle silah bulunan sağ elinin bileğini kavramış, tam karşımda dikildi… Hiddetten çok, korku ve heyecan taşıyan bir insanın telaşeli suratı… İlk anda aklıma gelen şey, benim düdük çalmamın kabadayılığına dokunduğu bir tip olması… Beni vurmak isteyen bir örgüt elemanı da olabilir… Kuzu kuzu vurulmaktansa, onu ezmek için şansımı deneyeyim mi?.. Hafif sakallı, meşin ceketli, şişmanca iri ve yuvarlakça suratlı tip, bir yandan “in aşağı!” diye bağırırken, öte yandan elindeki silahla işaret ediyor… Acaba bu, protestom cakasına dokunan bir sivil polis mi?.. Belki 5-10 saniye içinde cereyan eden bu sahneye, birden arabamın kapısının açılması, arkadan gelmiş üç dört adamın beni arabadan dışarı çekmesi ekleniyor… Müthiş bir telaş içindeler. “Kimsiniz siz?” diyorum ve yarı mukavemet ediyorum… “Yakasını tut, paçasını tut!” gibi bir heyecan içinde, üstümde silah araması yapıyorlar… O arada “Silah ihbarı var!” diye bir laf… Demek bunlar polis… “Polis misiniz siz?”… İçlerinden biri “polis!” deyip kimlik gösterse, mesele tamam. Oysa benle güreşir gibi bir halleri var ve o anda korkudan beni vurabileceklerini düşünüyorum… “Kim olduğumuzu görürsün!” diye bir söz sırıtıyor gürültü arasında… “Beni kaçırmak isteyen bir örgüt olmasın?..” Kafamdan şimşek gibi geçen bu ihtimal üzerine, “kimsiniz ulan siz orospu çocukları!” diye bir küfürle ümitsiz bir mücadeleye giriyorum… Biri benim altımda ve arabanın kaportasının üstünde… Kafama inen tabanca kabzası… “Polise mukavemet ha!” diye sesler… Karga tulumba, evin orada gördüğüm arabanın içine sokulurken, birkaç kişi de benim arabamın arkasındaki bu arabanın arkasındaki arabaya binmek üzere koşuyor… “Demek bunlar polis!”… Arabanın arka koltuğundayım; sağımda ve solumda, silahlarını kafama dayamış iki kişi… Sırtımdaki paltoyu kafama geçirdiler ve öndeki iki koltuk arasına doğru eğdiler… İçimde bir kurt; bunlar gerçekten polis mi?… Arabayı kullanana saldırıp, bir yere çarpmasını sağlamak veya en azından arabanın yalpalamasından çevrenin dikkatini çekeceğini düşünüyorum; çünkü, eğer kaçırılıyorsam, nasıl olsa beni öldürecekler… “Polisseniz kimlik gösterin!” diyorum. Şoför telsizi gösteriyor ve açıp konuşmaya başlıyor; -”Emaneti aldık, tamam!” Hududunu aşan her şeyin tersine inkılap etmesi gibi, hadise boyunca duyduğum korku ve heyecan, yerini “her şey olacağına varır!” ve “inceldiği yerden kopsun” hissinin umursamazlığına bırakıyor… O anda kendimi değil de evdeki eşimin bana ne olduğunu bilmemesinin telaşesini, kendisini karşılayacağım misafirlerin yanında bizim evin adresinin olup olmadığını düşünüyorum… Acaba içlerinde insani bir duygu kıvılcımı var mı ümidiyle, yaralı kekliğin kendini yakalayan köpeklerin merhametine hitabetmesi şeklinde sesleniyorum: -”Şuradan eve bir telefon edin, sonra nereye götürürseniz götürün!” -”Merak etme, kolay iş!” Arabanın içine kafamdan kan damlıyor… Dilimde, düşüncemde ve kalbimde, “La havle”den başka bir mana mevcut değil… Allah’tan başka davranış ve kuvvet sahibi yoktur!.. Araba duruyor ve iniyoruz… Paltom, etrafımı göremeyeceğim şekilde kafama örtülü… Ve beni yere eğik vaziyette tutuyorlar… Sağımda ve solumda kollarımdan tutan iki adam ve bir kişi de ensemden bastırıyor… Karşılayan bir takım adamların sesleri… Beni yakalayanlardan biri, belki yaptıkları işi mühimsetmek ve mühim bir işi başarıyla gerçekleştirdiklerinin takdirini devşirmek üzere şöyle diyor: -”Hayret yahu!… Ne kadar soğukkanlı adam!… Herifin umurunda değil!” Bir diğeri onu destekliyor: -”Helal olsun!.. Delikanlı adammış!” Ortadan söyleniyormuş gibi serdedilen bu laflardan, karşılayıcılarım arasında amirlerinin olduğu neticesini çıkarıyorum… Gözlerimi bağlıyorlar.” Gözlerimi bağlıyorlar… Ve MİT’te başlayan, Siyasî Şube’de devam eden işkence maceram… O hikâye de, bir vehim, bir hayâl, bir misâl sırasında varolana döndü!..
Sayfa 450 - 454 İBDA YayınlarıKitabı okudu
·
47 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.