Gönderi

HADİSLERİ DEĞERLENDİRMEDE ÖNCELİK AKLA MI RAVİYE Mİ VERİLMELİ? Hemen şunu ifade edeyim: Elbette hadisleri değerlendirmek “akıl” işidir. Nerden baksak bakalım, ravileri değerlendirirken de, isnadı incelerken de, hadisi dirayet açından ele alırken de metnin fıkhını ortaya koyarken de hep “akıl”la bu işi yapmaktayız. Ben bu genel anlamıyla “akl”ı kastetmiyorum. Bize birinden bir haber geldi. Öncelikli olarak ne yapmalıyız? Hemen “akl”a mı arzetmeliyiz haberi? Örnek verelim: Burada gaybla ilgili hususlardan örnek vermiyeyim. Zaten aklın gayba dair söyleyebileceği bir şey yoktur. Mesela; Hz. Peygamber hayırlı işlerde sağ elini kullandı veya sol elini kullandı. Bize böyle bir haber ulaştı. Bunu neyle nasıl değerlendireceğiz? İşte evvela “akıl” dersek nasıl olacak? Aklın üç hükmü vardır: Vacip, mümteni ve mümkün. Hz. Peygamber’in sağ veya sol elini kullanması aklen nedir? Aklen her ikisi de “mümkün”dür. Akıl, sağ veya sol elin lehine bir hüküm ortaya koyamaz. Yani sağ eli kullanması aklen vaciptir/zorunludur dersek, nasıl, diye sorarız. Böyle bir zorunluluk niye olsun?! O halde sadece “mümkün” diyebiliriz. Bu durumda demek ki, haberin doğruluğunu akılla belirleyemiyoruz. Neyle belirleyeceğiz? Haber verenin doğruluğu ile, yani ravinin… Bu şekilde belirlemeye de “akıl”la karar verilmiştir. Yani bu metoda “akıl”, hayır öyle şey olur mu, demez, diyemez. Haber verenin doğruluğunu araştıralım mı yoksa araştırmadan reddedelim mi, diye sorarsak aklın diyeceği şudur: Mümkün. Ne haliniz varsa görün. Benim alanım değil! İşte buna dayanarak biz de deriz ki, haberin doğruluğunu araştırmak için ek delillere ihtiyacımız vardır. O da ravinin güvenilir olup olmadığına bakmaktır. O zaman hadis usulü doğru bir metodla meselelerini ele almaktadır. Burada aklın dahil olabileceği bir nokta vardır. O da zan ifade eden bir haberin kat’î bir haberle çelişmesidir. Yani önce elimizde kat’î bir haber vardır. Sonra bir haber daha duyduk, ama kat’î değil. Birkaç kişiden geliyor. Baktık ki, kat’î haberle çelişiyor. Akıl hemen bizi uyarır. Burada çelişki var. Akıl biz uyarmadan duramaz. Aklın vazifesi bu. O zaman da deriz ki, bu haber zannidir, kat’î olanla çelişiyor, reddedilmelidir. Buraya kadar anlaştıysak geriye bir mesele kalıyor: O da şu: Ama her önüne gelen falan ahad hadis, yani zan ifade eden hadis kat’i olan Kur’an’a aykırıdır, diyor. Hadi, kabul edelim! İşte burada durmalıyız. Bunu da bizi akıl fısıldıyor. Akıl, önce çelişkiyi seziyor. Ama kendine soruyor: Bu çelişki görünürde mi, gerçek mi? Acaba ben mi yanlış anlıyorum? Araştırma yapmalıyım. Her iki haberde bahsedilen konu ayrı olabilir. Akıl, bu noktada araştırmasını yapıyor. Mesela şöyle sonuçlara varabiliyor: Kat’î Kur’an denmiş, ancak sübutu kat’î, delaleti kat’î değil ki! O halde hadis ile Kur’an aykırı değilmiş! Kur’an’daki farklı bir kişiden, hadisteki farklı bir kişiden bahsediyor. Demek ki, aykırı değillermiş! Kur’an farklı bir durumdan, hadis farklı bir durumdan bahsediyor. Demek ki, aykırı değillermiş! Hadisin kullandığı kelimenin anlamı benim anladığım gibi değilmiş! Hadisteki kelimenin tıpkısı Kur’an’da da kullanılıyormuş. Demek ki, aykırılık yokmuş! Böylece hadisleri değerlendirmede aklın rolü ve yeri de ortaya çıkmış oluyor. Hadisleri değerlendirmeye sübjektif tabiatlı akıldan başlarsak tek bir haber dahi “doğru” dememiz mümkün olmaz. Onun için haberi değerlendirmeye haberi verenle başlanır. Bu arada akılla bu haber kontrol edilir. Epistemik olarak daha güçlü delillerle arasındaki ilişkiyi koordine eder, gözden geçirir. Mesele budur. Vallahu a’lem Yavuz Köktaş Hoca
1 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.