Çok daha iyisi olabileceğimizin
farkında bile değiliz. Fakat mesele bunu yapacak kapasiteye sahip olmamamız
değil. Bunu yapmayı tercih etmememiz. Çocukluğunuzu
bir düşünün. Muhtemelen, size, büyüdüğünüz sokağın neye
benzediğini sorsam, birçok detayı kolayca hatırlayabilirsiniz.
Evlerin rengini. Komşularınızın enteresanlıklarını. Mevsimlerin
kokusunu. Günün değişik saatlerinde sokağınızın aldığı değişik
halleri. Nerede oynadığınızı. Nerede yürüdüğünüzü. Nerede
yürümekten korktuğunuzu. Bahse girerim saatlerce anlatır
durursunuz. Çocukken hepimiz fevkalade uyanığızdır. Bilgileri bir daha
asla yakınına dahi yaklaşamayacağımız bir hızda alır ve işleriz.
Yeni manzaralar, yeni sesler, yeni kokular, yeni insanlar,
yeni duygular, yeni deneyimler: Dünyamızı ve bize sunduğu
olanakları öğreniriz. Her şey yenidir, her şey heyecan vericidir,
her şey merak uyandırır. Ve etrafımızda olup bitenler
özü itibariyle yeni olduğu için hepimiz pek güzel tetikteyizdir.
Tüm dikkatimiz toplanmıştır; her şeyi fark ederiz. Ve dahası,
bunları hatırlarız. Çünkü aynı anda hem motive hem de kendimizi
vermiş durumdayızdır (bu iki özellikten sık sık bahsedeceğiz),
dünyayı muhtemelen bir daha asla başaramayacağımız
bir şekilde kavramakla kalmaz, ayrıca aldığımız bilgileri
gelecek için depo ederiz. Bu bilgiler kim bilir bir daha ne zaman
işimize yarayacak? Fakat büyüdükçe, bıkkınlık faktörü katlanarak artar. Oraya
da gittim, onu da yaptım, buna artık dikkat etmeme gerek
yok ve ne zaman olacak da bunu bilmem ya da kullanmam
gerekecek? Daha ne olduğunu bile anlamadan, bütün o
doğuştan gelen dikkat, kendini verme ve merakı çıkarıp atıp
yerine pasif, dikkatsiz alışkanlıklar edinmişizdir ve şimdi bir
şeyle ilgilenmek istediğimizde bile, çocukluğumuzdaki lükse
sahip değiliz. Asıl görevimizin öğrenmek, özümsemek ve
etkileşmek olduğu o günler mazide kaldı. Şimdi ilgilenmemiz
ve beynimizi vermemiz gereken bambaşka, çok daha ivedi
(ya da bize öyle geliyor) sorumluluklarımız var artık. Ve
dikkatimiz üstündeki talep arttıkça –ki içinde yaşadığımız
7/24 dijital çağda çoklu görev baskısı her geçen gün daha da
fazlalaştığı için bu son derece ciddi bir sorun aslında– asıl
dikkatimizin de aynı oranda gerilediği bir gerçek. Ve durum
böyle olduğu için, kendi düşünce alışkanlıklarımızı tanımakta
veya fark etmekte gitgide daha da beceriksizleşiyoruz ve
tam tersi olması gerektiği halde, zihnimizin, yargılarımıza ve
kararlarımıza dikte etmesine her geçen gün daha fazla izin veriyoruz.
Aslında bu, illaki kötü bir şey değil. Hatta başta bize
zor gelen ve öğrenmesi zahmetli olan birtakım işlemleri otomatikleştirme
ihtiyacından da sık sık söz edeceğiz. Ama yine
de dikkatsizlikle aralarında son derece tehlikeli bir yakınlık
var. Etkinlik ve düşüncesizlik arasındaki bu incecik çizgiyi
geçmemek için de sürekli özen göstermeliyiz.
Sabit rutininizin dışına çıkmanız gerekip de bir şekilde
bunu yapmayı unuttuğunuzu fark ettiğiniz bir deneyim,
mutlaka sizin de başınızdan geçmiştir. Diyelim, eve giderken
yolda eczaneye uğramanız lazım. Bu işinizi hatırlıyorsunuz.
Alıştırmasını yapıyorsunuz. Hatta oraya gidebilmek için
sapmanız gereken sokağı gözünüzün önüne getiriyorsunuz;
her zamanki yolunuzu birazcık uzatacaksınız o kadar. Ve yine
de, her nasıl olduysa, bir bakıyorsunuz evin kapısındasınız.
Gitmeniz gereken yere uğramamışsınız. O sokağa sapmayı
unutmuşsunuz ve önünden geçtiğinizi bile hatırlamıyorsunuz.
İşte burada alışkanlık, siz fark etmeden devreye giriyor, zihninizin
herhangi bir kısmı başka bir şey yapması gerektiğini
bilse bile, rutin zorla kendi bildiğini yaptırıyor.
Bu sürekli olan bir şey. Kendinizi belirli bir kalıbın içine
o kadar oturtuyorsunuz ki, koskoca bir günü dikkatsiz bir
sersemlik içinde geçiriyorsunuz (ve bu arada hâlâ işi düşünüyorsanız,
bir e-postayı dert edip, aynı anda bir de yemek
planı yapıyorsanız, unutun gitsin). Bu otomatik unutkanlık,
rutinin üstünlüğü ve herhangi bir düşüncenin kolayca dikkatinizi
dağıtabiliyor olması, çok daha geniş bir fenomenin ufacık
bir parçası sadece. Ufacık ama yine de fark edilebilir bir
parça, zira bir şey yapmayı unuttuğumuzu fark etme lüksüne
sahibiz. Bu olay, parmakla sayılamayacak kadar çok defa başımıza
gelen bir şey ve maalesef kendi dikkatsizliklerimizin
farkına bile varmadığımız zamanlar da haddinden fazla. Bir
dakika durup da ne olduğunu teşhis etmeksizin kafanızdan
kaç tane düşünce gelip geçiyor? Sırf dikkatinizi vermeyi unuttunuz
diye kaç fikri, kaç içgörüyü gözünüzden kaçırmışsınızdır?