Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Nazım Hikmet Ran
Nazım Hikmet'in Aziz Hatırasına Dünya tarihinin belki de en kanlı yüzyılının başında doğdu. Dönemin koşullarına göre oldukça varlıklı ve eğitimli sayılabilecek bir aileden geldi. “Üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim” der Otobiyagrafisinde. Paşazadeydi aslında burjuva karşıtı olmasına rağmen. Ancak çok kızardı kendisine “Paşazade” diye takılan arkadaşlarına. Daha küçük yaştayken, Mevlevi dervişi Paşa dedesinin şiirlerini dinler, derviş toplantılarında dedesinin dibinde otururdu. Duygusal bir çocuktu. Hele ki Çanakkale’de şehit düşünce dayısı, yaşına başına bakmadan şiirler yazdı. Yıllar sonra vatan haini diye anılacağından habersiz biçimde, vatanı için şehit olan dayısının ardından ağlıyor, ağlıyor ama gurur da duyuyordu. Derken Bahriye Mektebi’ne girdi. Denizci olacaktı. Ama olmadı, annesinden boşanan babasının hasreti, annesine aşık olan Yahya Kemal’e olan kızgınlığı derken bir gün güvertede, soğuk havada uzun süre açıkta kaldı. O zamanlar zatülcenp, şimdilerde ise Plöriziye diye bilinen hastalığa tutuldu. Dediler ki çürüksün sen, senden asker olmaz, bahriyeli olmaz. Yolu gösterdiler kendisine. Ömrü boyunca da atlatamadı bu hastalığı. Ayrıldı mektepten, arkadaşlarından, alt sınıfında okuyan Necip Fazıl’ın kıskanç bakışlarından… Memuriyet, ticaret gibi işlere girmek istemedi. İstanbul işgal edilince Ağa Camii’ne İngiliz bayrağı çekilir. Buna içerleyen Nazım İngiliz bayrağını indirir şerefeden. Asar oraya Türk Bayrağını. Hızlıca bitirir işini ve dar sokaklarda kaybeder izini. Bakar ki camilerden minarelerden bayrak indirmekle olmayacak bu iş, Anadolu’daki asilere katılmak için yardım ister, çare arar. En sonunda atar kendisini İnebolu’dan Ankara’ya. Paşa’nın huzuruna çıkar ama bu Paşa, dedesi olan Paşa değildir, Ata’mız olan Paşa’dır. Mustafa Kemal’dir. Öyle heyecanlanır ki Nazım O’nu görünce, konuşamaz. Paşa bakar Nazım’a, “ülkeye asker de lazımdır ama öğretmen de lazımdır.” der. Hem düşmanla hem cehaletle savaştığının farkındadır Paşa daha o zaman. Boşverin cepheyi, öğretmen olun diyen Paşa’nın izni ile ayrılırlar Ankara’dan ocak ayında, Bolu’ya geçerler öğretmenlik yapmak için. Bir süre öğretmenlik yaparlar, yaklaşık 4-5 ay, konuştukları hakim abileri, çeler akıllarını. Rusya’ya gidin, devrim oldu, devrimi görün yaşayın der. İşte böylece giderler Rusya’ya. KUTV’da dünyanın dört bir yanından öğrencilerle, devrimcilerle, yoldaşlarla tanışırlar. Öğrenirler, okurlar, yazarlar.. Vakit gelir, geri dönerler. Giderken bıraktıkları o yoksul padişah kulları, halen yoksuldur ama “Asil Türk Vatandaşı” olmuşlardır. Atatürk’ün Türkiye’sini görür, hayran kalır. Vatana hizmet etmek için yana yakıla iş arar, bulur da. Ama çok sürmez bu rahatlık. Komünist diye yaftalanmıştır. Birlikte Rusya’ya gittiği Şevket Süreyya mesela, dümeni kırıp cumhuriyetçi olmuş, Atatürk’ün eşrafındandır. Ancak Nazım, genç ve cevval adam “yok” der. Kalemin kuvvetli, gel seni Ankara’da yazar yapalım diyenlere “yok” der. Ben Komünist Şair Nazım Hikmet diyerek gezer ortalıkta. Milli Mücadele zamanında Türkiye’den kaçıp Alp dağlarının eteğinde keyfine bakan Yakup Kadri, millet yiyecek yemek bulamazken, 15 kilo alan Yakup Kadri, Cumhuriyetçi yazardır. Has adamıdır Ankara’nın. Köşe başlarına yerleşmişlerdir. Ve kaptırmamak için köşelerini, halkın önüne atmaktadırlar rakiplerini.. Nazım Hikmet tekrar gider Rusya’ya. Gıyabi dava açılır hakkında, hapse mahkum olur. Ancak 29 Ekim hürmetine genel af çıkar. Hopa’dan tekrar giriş yapar ülkesine. Kaçak olduğu için 3 gün kalır nezarette. Rize, Ankara derken yine İstanbul’dadır. Dergilerde, gazetelerde ayak işleri yapmaya başlar önce, sonra da geçer direksiyona. Peyami Safa elinden tutar, edebiyat cemiyetlerinde söz verir Nazım’a. Şiirler okur Nazım, ayakta alkışlanır. Tek bir kişi ayağa kalkmaz, kıskanç gözlerle Nazım’ı izler. Nazım iyi bilir bu gözleri. Yıllar önce bu gözler Bahriye Mektebi’nde de seyretmiştir kendisini, Necip Fazıl’ın gözleridir bu. Hayatında her şeyi yoluna giren Nazım, dolmuştur, taşmak ister artık. Alır eline baltasını, “Putları Yıkıyoruz” der. Abdülhak Hamit’ten başlar yıkmaya, devam eder. O yıktıkça karşısındaki cepheden sesler gelmeye başlar. Hatta Yakup Kadri “Bu millet savaşlardan dolayı yıllarca saman çöpü yediği için yeni nesilin böyle konuşması normal” der. Nazım sinirlenir bu söze. Verir veriştirir. Milliyetçi gençler de tepki gösterir Yakup Kadri’ye. Geri adım atar o büyük edebiyatçı (!). Evirir çevirir lafı. O zamanlar da unutkan olduğu için Türk Halkı, kaynar gider Yakup Kadri’nin bu rezaleti. Ama unutturmazlar Nazım Hikmet’in komünistliğini. Milliyetçi gençleri dolduruşa getirip Nazım’ın çalıştığı gazeteye baskın verdirirler. Kendisini dövmeye gelenler, özür dileyerek ayrılır Nazım’ın huzurundan. Devam eder Nazım, merdivenlerin çengeline yıldızlara asarak, ölülerin başlarına basarak güneşe doğru yükselmeye. Gazete, dergi derken bir de sinemada iş bulur. Ressamlık yapmaya vakit kalmamıştır. Piraye Hanımla tanışır bu yıllarda. Nazım Piraye ile dünya ise faşizmle tanışır. Türkiye’ye de sıçrar faşizm dalgası. Atsız alır sazı eline, faşizm propagandası yapar. Milliyetçi nutuklar ile galeyana getirir gençleri. Alparslan Türkeş de bu gençlerin arasındadır. Derken Nazım, donanma davasından içeri atılır. Herkes bilir Nazım’ın suçlu olmadığını. Ne tanık vardır ne de delil. Ama zaten donanma davası bahanedir, mesele Nazım Hikmet’in esaretidir. 28 yıl yazarlar Nazım’a. Dünyası başına yıkılır. Atatürk’e mektup yazar ama Atamız da o zaman iyi değildir. Ebediyete irtihaline az kalmıştır. Derken günler geçer, İnönü Cumhurbaşkanı olur. Nazım’ın şiirlerini görür gazetede, şiirleri özgür kendisi mahpus o zamanlar. “Şu Nazım gibi şair içerdedir ya, çok canım yanar” der kurmaylarına, “ama elimden bir şey gelmez, Fevzi Çakmak içerde tutuyor O’nu” der. Yıllar geçer, Nazım da geçer. Yıllar ilerlerken Nazım yükselir. Hapiste üç metrekarelik odaya sığdırırlar bedenini ama şairliği koskoca ülkeye sığmaz. Tüm Dünya komünistleri O’nun şiirlerini okur. İsmi yankılanır, bir kere bile gitmediği ülkelerde. Derken dünya aydınları imza toplarlar, Nazım’ı serbest bırakın diye. İktidar değişir, Menderes hükümeti serbest bırakır. O ara Piraye de bırakır Nazım’ı. Dışarıyı özlemiştir Nazım 10 yılı aşkın süre boyunca. Ama dışarısı O’nu özlememiştir. Eline askerlik belgesini tuttururlar. Askere gideceksin derler. Şaşırır Nazım. Bahriyeli iken çürük vermişlerdir kendisine. Nereden çıktı bu askerlik der? Ayrıca ben hapse girene kadar 10 yıl dışarıda kaldım, o zaman çağırmadılar da neden şimdi çağırırlar der kendi kendine. Birden aklına gelir 30’lu yıllarda, matbaada görüp elinden tuttuğu, abilik yaptığı Sabahattin Ali’nin öldürülüşü. Hapiste tutamadılar, askere alıp öldürecekler beni der Nazım. Bir yolunu bulup çıkmalıdır Türkiye’den der. Refik Erduran’ın yardımıyla, Romanya’ya kaçar Nazım. Kimse bilmez nerede olduğunu. Ta ki bir hafta kadar sonra “Nazım Hikmet Romanya’da” diye anons yapana dek Romanya radyoları. Daha Sonra da Rusya’da yaşar. Ne vatandaşlığı kalır Nazım’ın ne de vatan sevgisi. Vatan Haini der Ankara gazeteleri, cevabını verir Rusya’dan. Yetmez, bağırır “kimi öldürmeye gidiyorsun Mehmet” diyerek Kore Savaşı’na giden Türk askerlerine... "yazılarım otuz kırk dilde basılır Türkiye'mde Türkçemle yasak" diye hayıflanır Nazım ölümüne yakın. Kurtuluş Savaşı’nın Destanı’nı yazmıştır. Sorarlar kendisine, neden bu kadar geç yazdın bu destanı diye; Ben Komunistim iki gözüm, der. Mustafa Kemal Paşa’yı övmeden destan yazılmaz, övsem de yalaka diyecekler. Vefat ettikten sonra yazdım der. “Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.” İşte o sarışın kurda yalakalık yaptığı söylenmesin diye yıllarca beklemiş destanı yazmak için… Hem de Atatürk’ün bizzat övgüsüne mazhar olmuştur. Ama o bunları konuşmaz hiç; Kendisinden bahsederken; "sözün kısası yoldaşlar bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da insanca yaşadım diyebilirim" der. Övmez kendisini. Övdürmez de… Tek dileği de Anadolu’da bir köy mezarlığına gömülmektir. Mezar taşı değil de bir tane çınar ağacı ister, edebiyatımızın en büyük Çınar’ı… 57 sene evvel, yine böyle bir 3 Haziran günü, sabah kalkar erkenden, eşi uyuyordur, pijamalarıyla kapıya çıkar ve son kez eline alır gazetesini, orada öylece kalır. Yasin Yılmaz
Nazım Hikmet Ran
Nazım Hikmet Ran
15.01.1902 03.06.1963
··1 alıntı·
1.964 görüntüleme
depaysement okurunun profil resmi
"Yazılarım otuz kırk dilde basılır Türkiye'mde Türkçemle yasak.." (Çoook çoook güzeel yazı.💕🌼🌿)
Berfîn temel okurunun profil resmi
Kaleminize ve yüreğinize sağlık. Nazım piraye ile dünya faşizmle tanışır...
yy okurunun profil resmi
Okuduğunuz için teşekkür eder, aynı hislerde buluştuğumuz için de mutlu olurum. :)
Rîndkeş okurunun profil resmi
Kalemine sağlık 👏👏👍
yy okurunun profil resmi
Teşekkür ederim✌
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.