Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Beynin Çatı Katını Keşfetmek: Yaratıcılığın ve Hayal Gücünün Değeri Genç bir avukat olan John Hector McFarlane, bir sabah gözünü açıyor ve bütün dünyasını altüst olmuş halde buluyor. Bir gecede, yerel bir inşaatçının cinayetinde baş şüpheliye dönüşmüş. Aleyhindeki deliller o kadar kuvvetli ki, yaka paça Scotland Yard'a götürülmeden önce bir an evvel Sherlock Holmes'a ulaşıp, hikayesini anlatması gerek. Tutuklanmadan önce, Holmes'a izah ettiği üzere, Jonas 01- dacre adındaki kurbanla ilk kez cinayetten önceki gün, akşamüstü tanışmış. Adam McFarlane'in bürosuna gelmiş ve ondan vasiyetinin bir kopyasını çıkarıp şahitlik etmesini istemiş. Fakat McFarlane'i asıl şaşkına çeviren, adamın bütün binasının varisi olarak onu seçmesi olmuş. Oldacre, bunun üzerine hiç çocuğu olmadığını, yalnız yaşadığını söylemiş. Ayrıca vaktinde McFarlane'in ailesiyle de yakından tanışıyormuş. Bu mirasla eski dostlarını bir kere daha anmak istemiş. Fakat McFarlane'a ertesi güne kadar konuyla ilgili olarak ailesine bir şey söylememesini tembihlemiş. Bu bir sürpriz olacakmış çünkü. Aynı akşam inşaatçı, mülkle ilgili evrakların üstünden geçebilmek için avukatı yemeğe davet etmiş. McFarlane da kabul etmek zorunda kalmış. Yani hepsi bu kadarmış. Fakat ertesi sabah gazeteyi açtığında Oldacre'ın ölüm haberiyle karşılaşmış ve habere göre adam, evinin arkasındaki kereste deposunda yanarak ölmüş. Baş şüpheli de: Ölen adamın mülkünün varisi John McFarlane'mış. Üstüne üstlük genç adamın (kanlı) bastonu da olay yerinde bulunmuş. McFarlane kısa sürede Müfettiş Lestrade tarafından tutuklanarak, Holmes'u bu tuhaf hikayeyle yalnız bırakıyor. Tutuklama işlemi dışarıdan bakıldığında ne kadar mantıklı görünse de -miras, baston, gece ziyareti, McFarlane'ın suçluluğuna işaret eden diğer bütün bulgular- Holmes elinde olmadan bu işte bir terslik olduğunu hissediyor. "Bu işte büyük bir yanlışlık var, eminim," diyor Watson'a. "Bunu iliklerime kadar hissedebiliyorum." Ancak Holmes'un ilikleri bu seferki davada eldeki kanıtların üstünlüğüne meydan okuyor. Scotland Yard'a göre davada en ufak bir boşluk yok. Geriye, yapılması gereken tek bir şey kalmış, o da polis raporunu tamamlamak. Holmes davanın henüz netleşmediği konusunda ısrar edince de, Müfettiş Lestrade onun fikrine katılmıyor. "Açık değil mi? Artık bu da açık değilse, başka ne olabilir ki ?" diye itiraz ediyor. "Karşımızda, malum yaşlı adam öldüğü takdirde mirasa konacağını öğrenen genç bir adam var. Adam bunu öğrenince ne yapıyor peki? Kimseye hiçbir şey söylemiyor, bir bahane bulup o gece müvekkiliyle bir görüşme ayarlıyor. Adamın kahyasının yatmasını bekleyip yaşlı adamla yalnız kaldıklarında onu odasında öldürüyor. Cesedini kereste yığınlarının arasına atıp yakıyor ve evin yakınındaki bir otele sığınıyor." Bu kadarı yeterli değilse, dahası da var: "Hem odadaki hem de bastondaki kan izleri çok hafif. Muhtemelen bunun kansız bir cinayet olacağını sandı ve cesedi yakarak ölüm şekliyle ilgili geride hiçbir iz bırakmamayı umut etti. Ne var ki, bırakmaktan korktuğu o izler yine de yakayı ele vermesine neden oldu. Şimdi yeterince açık değil mi? " Holmes hala ikna olmuş değil. Müfettişe düşüncelerini şöyle anlatıyor: "Sevgili dostum Lestrade, zaten sorun da bu. Bana her şey fazla açıkmış gibi geliyor. Onca üstün niteliğiniz var ama nedense hayal gücünüzü hiç kullanmıyorsunuz. Bir dakikalığına kendinizi şu genç adamın yerine koyun, rica ediyorum. O cinayeti işlemek için gerçekten de vasiyetin hazırlandığı günün ertesindeki geceyi mi seçerdiniz? İki hadise arasında bu kadar yakın bir ilişki olması size biraz olsun tehlikeli görünmez miydi? Hadi onu da geçtim, böyle bir cinayeti kahya tarafından kapıda karşılandığınız, evde olduğunuzun bilindiği bir gecede işler miydiniz? Ve son olarak da, cesedi ortadan kaldırmak için onca zahmete girerken, suçlu olduğunuzu kanıtlayan o bastonu olay yerinde mi unuturdunuz? İtiraf edin, Lestrade, tüm bunlar hiç de mantıklı görünmüyor." Ama Lestrade sadece omuz silkiyor. Sonuçta hayal gücünün konuyla ne alakası var ki? Gözlem ve tümdengelim önemli tabii: Sonuçta bu ikisi dedektifliğin temel taşları. Peki ya hayal gücü? Hayal gücü dediğiniz, Scotland Yard'la uzaktan yakından alakası olmayan sanat düşkünü aylaklara, daha az bilime dayalı, daha az azimli mesleklere özel, uyduruk bir sığınak değil midir? Lestrade ne kadar yanıldığının farkında değil. Hayal gücünün sırf başarılı bir müfettiş ya da dedektif için değil, aynı zamanda kendini başarılı bir düşünür olarak kabul eden herhangi bir kimse için de ne kadar önemli bir rol oynadığını anlayamıyor. Halbuki Holmes'u dinlerken tek derdi, bir şüphelinin kimliğine ya da bir davada yürütülmesi gereken soruşturmaya dair ipuçları yakalamak olmasa, gelecekte Holmes'un yardımına daha az ihtiyacı kalacağını kendi de görecek. Çünkü hayal gücü resme dahil olmadığı ve dahil bile olsa bu tümdengelimden önce gerçekleşmediği sürece, gözlem ve anlamak ile ilgili önceki bölümlerde tartıştığımız hiçbir şeyin önemi kalmayacak. Hayal gücü, düşünme sürecinin çok önemli olan, bir sonraki aşamasıdır. Gerek Jonas Oldacre'ın ölümüyle sonuçlanan talihsiz Norwood akşamında yaşanan olaylar gerek işyerinizde veya evinizde sizi sürekli kemirip duran bir soruna çözüm bulmak olsun, gelecek tümdengelim işlemlerine sağlam bir temel oluşturacak materyali ortaya çıkarmak için gözlemlerinizden yola çıkarak biriktirdiğiniz ne kadar yapı taşı varsa, hayal gücü hepsini kullanır. Eğer bu aşamayı atlayabileceğinizi ya da hayal gücünün bilimdışı ve anlamsız bir şey olduğunu düşünüyorsanız, sonunda vaktinizi boşa harcadığınızı, her ne kadar size açık ve net görünse de aslında gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan bir sonuca vardığınızı göreceksiniz. Hayal gücü nedir? Niçin bu kadar önemlidir? Lestrade'a bahsedebileceği onca konu içinden Holmes neden özellikle bu başlığı seçti? Bilimsel beyin metodu gibi kulağa son derece katı gelen bir şeyle hayal gücünün ne alakası olabilir? Eski, güzel, bilimsel mantıkta hayal gücü de büyük rol oynar dendiği zaman ilk burun kıvıran Lestrade değil tabii ki. O ilk olmadığı gibi Holmes da aksini iddia eden tek kişi değil. Yirminci yüzyılın en büyük bilimsel düşünürlerinden, Nobel ödüllü fizikçi Richard Feynman, hem düşünce hem de bilimin en temel niteliklerinden biri olarak kabul ettiği bir kavramın bu kadar az takdir edilmesi karşısında duyduğu şaşkınlığı sık sık dile getirirdi. Bir keresinde seyircilerine, "İnsanların bilimde hayal gücünün var olduğuna inanmaması çok şaşırtıcı," demiş. Ki bunun yanlış bir görüş olduğu gayet net ortada. Ama ayrıca: " buradaki hayal gücünün türü farklıdır, bir ressamınkine benzemez. Asıl zor olan, asla görmediğiniz, halihazırda görülmüş olan her türlü detaya uyum sağlayan ve o ana kadar düşünülmüş olandan farklı bir şeyi hayal edebilmektir. Dahası hayal ettiğiniz şey bulanık değil, kesin bir sav olmalıdır." Hayal gücünün bilimsel düşünce sürecinde üstlendiği rolü bundan daha iyi özetleyen ve tarif eden bir cümle yoktur herhalde. Hayal gücü, gözlem ve deneyime ait olanı alır ve onları birleştirerek yeni bir şey ortaya çıkarır. Bunu yaparken de aynı zamanda, hayal ürünü alternatifleri tek tek ayıklayarak kararın verildiği tümdengelim zeminini hazırlar: Hayal ettiğiniz bütün olasılıklar arasında, gerçeklerin hepsini en iyi şekilde açıklayan, en kesin olan hangisidir? Hayal ederken, farazi olan bir şeyi, gerçekte belki var olan belki var olmayan ama sizin aktif olarak beyninizde yarattığınız bir şeyi hayata geçirmiş oluyorsunuz. Ve böylece sizin hayal ettiğiniz, "daha önce düşünülmüş olandan farklı" oluyor. Burada yaptığınız, gerçekleri yeniden yorumlamak değil. Ayrıca kafa patlatmadan iki nokta arasında çizilebilecek düz bir çizgi kadar kolay da değil. Bu sizin kendi sentez ve yaratıcılığınız. Hayal gücünü, çatı katınız için son derece gerekli olan zihinsel bir alan gibi düşünün. Herhangi bir depo alanını ya da işletim sistemini işgal etmeden, dilediğiniz içerikle birlikte burada özgürce çalışabilirsiniz. Ana çatı katının düzenini ya da tertibini bozma korkusu olmadan içerikleri oradan oraya taşıyabilir, yerlerini değiştirebilir, dağıtabilirsiniz. Böyle bir saha hepimiz için şarttır çünkü o olmadan işlevsel bir çatı katı da olmaz: Deponuzu tavana kadar kolilerle dolduramazsınız. Yoksa içeri nasıl girersiniz? İstediğiniz şeyi ararken kolileri nereye çekersiniz? Hangisi müsait, hangi koli nerede, nasıl görebilirsiniz? Size alan lazım. Işık lazım. Çatınızın içindekilere ulaşabiliyor olmanız, içeri girip etrafa bakabiliyor ve neyin ne olduğunu görebiliyor olmanız lazım. Ve işte öyle bir alanın olduğu yerde özgürlük de vardır. Yaptığınız bütün gözlemlerden elde ettiğiniz bulguları geçici süreyle oraya kaldırabilirsiniz. Onları henüz dosyalamış ya da çatı karınızın kalıcı deposuna kaldırmış değilsiniz. Tek yaptığınız onları görebileceğiniz bir yere yerleştirmek ve sonra da onlarla oynamak. Ortaya ne gibi motifler çıkıyor? Daha farklı, daha mantıklı bir resim meydana getirmek için kalıcı depodan da bir şeyler eklenebilir mi? O kocaman açıklık alanda durup topladığınız bilgileri inceliyorsunuz. Elemanların yerlerini değiştirip farklı kombinasyonlar deniyorsunuz, neyin işe yarayıp yaramadığına, neyin doğru gelip gelmediğine bakıyorsunuz. Ve oradan, içine kattığınız gözlem ve gerçeklerle hiçbir benzerliği bulunmayan bir kreasyonla çıkıyorsunuz. Evet, kaynağını onlardan alıyor olabilir ama bu kreasyon tamamen kendine özgü bir şey. Zihninizin yarattığı o varsayımsal durum içinde var olabilir ancak. Gerçekliği ya da doğruluğu asla kesin değildir. Ama kreasyon durduk yere çıkmaz. Temelini gerçeklerden alır. O ana kadar yaptığınız tüm gözlemlerin sonucunda ortaya çıkar, "halihazırda görülmüş olan her türlü detaya uyum sağlar". Diğer bir deyişle, bu kreasyon, gözlem sürecinde çatı katınızda biriktirdiğiniz içeriğin organik bir ürünüdür. Başından beri beyninizin çatı katında bulunan diğer malzemeler, bilgi temeliniz ve dünya algınız da bu kreasyonun içine girer. Feynman bunun için şöyle bir deyim kullanıyor: "Sımsıkı deli gömleğine kıstırılmış hayal gücü." Deli gömleğinden kastı, fizik kanunları. Holmes'a göre bu esasında aynı şey, o ana kadar edindiğin bilgi ve gözlem tabanı. Burada sözünü ettiğimiz, öyle hayallere kapılıp gitmek kadar kolay bir şey değil. Bu bağlamdaki hayal gücünü asla bir yazarınkiyle ya da bir ressamınkiyle aynı tutamazsınız. Böyle bir şey olamaz zaten. Bunun iki basit nedeni var. Biri, hayal ürününüzün öncesinde kurmuş olduğunuz fiili gerçekliğe dayanıyor olmasıdır. İkincisi de, " hayal ettiğinizin bulanık değil, kesin bir sav olmasıdır" . Hayallerinizin sağlam olması lazım. Detaylı olması lazım. Hayal ettikleriniz gerçekte var olmayabilir ama yapıları gereği, teorik olarak kafanızın içinden dışarı fırlayıp ufak tefek ayarlamalarla dış dünyaya direkt uyum sağlayabilmeliler. Feynman, hayal ettiklerinizin bir deli gömleğinin içinde olduğunu söylüyor. Holmes ise hayallerinizin, beyninizin size özgü çatı katı tarafından belirlenip, muhafaza edildiğini düşünüyor. Hayalleriniz beyninizin çatı katını bir üs gibi kullanıyor, dolayısıyla oyunda çatı katınızın kuralları geçerli. Ve titizlikle yaptığınız o gözlemler de bu kuralların içinde yer alıyor. Feynman şöyle devam ediyor, " Oyun, ne bildiğimizi, neyin mümkün olduğunu kestirmeye çalışmak. Geriye dönük bir analiz yapmak, parçalar yerine uyuyor mu uymuyor mu kontrol etmek şart. Bilinene uygun olan her şeye izin var." Ve işte bu cümle, hayal gücü tanımının son parçasını içeriyor. Evet, hayal gücü, temelini gerçek, somut bilgiden, çatı katınızın kesinliğinden ve özgüllüğünden almak zorundadır. Ve evet, hayal gücü çok daha büyük bir amaca hizmet eder: İster bilimsel bir gerçek, ister bir cinayetin çözümü, ya da hayatınızda bunların hiçbiriyle alakası olmayan bir karar veya sorun, tümdengelim için bir altyapı hazırlar. Ve her üç koşulda da, belli başlı kısıtlamalarla mücadele etmek zorundadır. Ama aynı zamanda özgürdür de. Diğer bir deyişle, bir oyundur. Son derece ciddi bir girişimin en eğlenceli kısmıdır. Holmes, Abbey Çiftliği Vakası'nın başında boş yere, "Hadi, oyun başlıyor! " demiyor. Bu basit cümlenin içinde bir tek tutku ve heyecanı değil, ayrıca tespit ve düşünce sanatına olan tutumu da gizli: Evet, bu ciddi bir şey ama oyun özelliğini de asla yitirmiyor ve bu önemli bir özellik. O olmadan hiçbir ciddi girişimin ayakta kalma şansı yok. Yaratıcılığı genelde, ya hep-ya hiç tarzında düşünürüz. Zihinsel yapınız gereği ya yaratıcısınız, ya da değilsiniz. Oysa gerçeğin bununla alakası yok. Yaratıcılık öğretilebilir. O da herhangi bir kasımız gibidir. Dikkat veya otokontrol gibi yaratıcılık da egzersizle gelişir, kullanımla, odaklanmayla, eğitimle ve motivasyonla güçlenir. Hatta yapılan araştırmalar, yaratıcılığın akışkan olduğunu ve egzersizle insanların yaratıcılığının arttığını göstermektedir. Eğer hayal gücünüzü geliştirebileceğinizi düşünüyorsanız, hayal gücüne dayalı uğraşlarda gitgide daha iyi olacaksınız. (İşte görüyorsunuz yine kesin bir motivasyon ihtiyacı söz konusu. ) En iyileri kadar yaratıcı olabileceğinize inanmak ve yaratıcılığın temel bileşenlerini öğrenmek, hem düşünme ve karar alma becerilerinizi geliştirmek, hem de Watson ya da Lestrade'dan ziyade daha Holmes tarzı davranışlar sergileyebilmek için şarttır. Şimdi o zihin alanını, o sentez, yeniden yapılandırma ve sezgi evrelerini inceleyeceğiz. Holmes'un Norwood'lu inşaatçıyla ilgili davayı çözmesine yardımcı olan bu aldatıcı derecede neşeli arenayı keşfedeceğiz ve siz de, Lestrade'ın bariz olana karşı duyduğu güvenin ne kadar yanlış yönlendirilmiş ve kısa ömürlü olduğunu göreceksiniz.
·
79 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.