Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Yaratıcılığa ayak direyen , içimizdeki Lestrade'dır. Ama işte size iyi haber: İçimizdeki Holmes da çok uzakta değil. Ö rtülü önyargılarımız güçlü olabilir ama değişmez değiller ve ayrıca düşüncelerimizi bu kadar etkilemelerine de gerek yok . Alttaki resme bir bakın: Kaleminizi kağıttan kaldırmadan, çizdiğiniz çizgilerin tekrar üstünden geçmeden, noktaları üç çizgide birleştirmeye çalışın. Ayrıca çizimi, başladığınız yerde bitirmek zorundasınız. Maksimum üç dakika süreniz var. Bitirdiniz mi? Bitirmediyseniz, korkmayın: Yalnız değilsiniz. Hatta bu problemi çözmesi istenen test katılımcılarının yüzde 78'inden bir farkınız yok. Bitirdiyseniz eğer, problemi çözmeniz ne kadar sürdü? Bir de şunu bir düşünün: Problemi çözerken görüş açınıza denk gelen bir yerde ampul yaksaydım çözme ihtimaliniz artacaktı -yanan bir ampul gösterilenlerin yüzde 4 4'ü problemi çözerken, gösterilmeyenlerin ancak yüzde 22'si problemi çözebilmiş- ve muhtemelen çözüme çok daha hızlı bir şekilde ulaşacaktınız. Ampul, zihninizdeki içgörüyle ilişkili kavramları aktive edecek ve böylece zihninizi normal halinden daha yaratıcı bir biçimde düşünmeye hazırlayacaktı. İşte size eylem halinde bir tetikleme örneği. Ampulü yaratıcılık ve içgörüyle ilişkilendirdiğimiz için onun yandığını gördüğümüz anda zor problemlerin üstüne daha çok gider ve daha yaratıcı, daha doğrusal olmayan bir biçimde düşünürüz. "Ampul anı " , "içgörü" ya da "evreka " fikirlerinin yanında beynimizin çatı katına kaldırdığımız bütün kavramlar bir anda aktive olur ve bu aktivasyon, bizlerin, seçtiğimiz yakla şımlarda daha yaratıcı olmamızı sağlar. Bu arada, nokta probleminin çözümü de şöyle: Doğal zihin yapımız bizi geride tutuyor olabilir ama basit bir gizli tetikleyici, zihnimizi tamamen farklı bir yöne çekmek için yeterlidir ve buradaki gizli tetikleyici ille de bir ampul olmak zorunda değil. Duvarlardaki resimler de aynı görevi görebilir. Mesela mavi renk. Ünlü yaratıcı düşünürlerin resimleri. Mutlu yüzler. Mutlu bir müzik. (Hatta aklınıza gelebilecek bütün olumlu simgeler. ) Bitkiler, çiçekler, doğa manzaraları . Bütün bunlar, biz farkında olalım ya da olmayalım , yaratıcılığımızı arttırırlar ve işte bu kutlamaya değer bir şey. Uyaran her ne olursa olsun, zihniniz o fikri düşünmeye başladığı anda, o fikri benimsemeye daha yatkın olursunuz. Hatta birtakım çalışmalar, beyaz önlük giyen kişilerin daha bilimsel düşündüğünü ve problem çözmekte daha başarılı olduğunu gösteriyor. Büyük ihtimalle beyaz önlük , araştırmacı ve doktor kavramlarını aktive ettiği için bu insanlarla ilişkilendirilen karakteristik özellikler benimseniyor. Peki ya, ampullerin yandığı, üzerimizde beyaz bir önlük ve kulağımızda hoş bir müzikle, güzelim güllerimizi suladığımız, Einstein ve Jobs resimleriyle süslü mavi bir odanın yokluğunda, Holmes'un yaratıcı düşünce kapasitesine en iyi nasıl ulaşabiliriz? Mesafenin Önemi Yaratıcı düşünceyi teşvik etmenin , Lestrade'ın yaptığı gibi direkt kanıta bakarak bir sonuca varmamanın püf noktası her anlamda mesafedir. Bruce-Partington Planları hikayesinde, Holmes-Watson ortaklığının huzuruna çıkmakta hayli geç kalmış bir davayla ilgili olarak Watson şöyle bir gözlemde bulunur: Sherlock Holmes'ün en dikkat çekici özelliklerinden biri , yapacağı herhangi bir şeyin işe yaramayacağına kesin ikna olduğu zaman, kendini önemli olaylardan tamamen soyutlayıp tüm düşüncelerini daha hafif işlere yöneltebilmesiydi. O unutulmaz günün tamamı boyunca, Lassus'un Polifonik İlahileri üzerine bir incelemeye gömülüp diğer her şeyi bir yana bıraktığını çok iyi hatırlıyorum. Bana gelince; kendimi o şekilde soyutlama gibi bir yeteneğim olmadığı için, gün sanki sonsuza kadar sürecekmiş gibi gelmişti . Zihninizi bir adım geri gitmeye mecbur bırakmak zor iştir. Çözmek istediğiniz bir problemden uzaklaşmak, mantığa aykırıymış gibi gelir. Ama işin aslı, bu özellik , Holmes ya da diğer derin düşünürler için çok da kayda değer bir özellik değildir. Watson'ın bu özelliği bu kadar dikkat çekici buluyor olması (ve kendi ağzıyla bu özellikten yoksun olduğunu itiraf etmesi) ise, Holmes'un başarıya imza attığı çoğu davada onun neden çuvalladığını çok iyi açıklıyor. Psikolog Yaacov Trope, psikolojik mesafenin, düşünceyi ve karar alımını geliştirmek için atılabilecek en önemli adımlardan biri olduğunu iddia ediyor. Burada adı geçen mesafenin birçok şekli olabilir: Zamansal, ya da (hem gelecek hem geçmiş) zamanda mesafe; konumsal, ya da konumda mesafe ( bir şeye ne kadar yakınsınız, ya da ondan ne kadar uzaksınız); sosyal, ya da insanlar arasındaki mesafe ( başkalarının konuya bakışı ) ; varsayımsal, ya da gerçeğe olan mesafe (olayın aslında nasıl meydana gelmiş olabileceği). Ama hangi şekilde olursa olsun bütün bu mesafelerin ortak bir noktası var: Hepsinde, zihinsel olarak şimdiki anın ötesine geçebilmeniz gerek. Hepsinde , bir adım geri gitmeniz gerek. Trope'un varsayımlarına göre, mesafeli olarak hareket ettiğimiz zaman hem bakış açımız hem de yorumlamalarımız daha genel ve soyut bir yapı kazanıyor ve kendi bakış açımızdan uzaklaştıkça , resme daha geniş bir açıdan hakim olabiliyoruz. Buna karşılık yakına doğru bir adım attığımızda, düşüncelerimiz daha sağlam, daha spesifik ve pratik oluyor, benmerkezci görüşümüze yakın durdukça karşımızdaki resim de o kadar küçülüyor ve daralıyor. Yorumlarımızın etkinlik seviyesi, bir durumu değerlendirme şeklimiz ve o durumu ele alma biçimimizle ilgili verdiğimiz nihai karar, doğal olarak sınırlandırılmış oluyor. Kararlarımız, sorunu çözme becerimiz etkileniyor. Hatta beynimizin bir bilgiyi sinirsel seviyede işleme biçimi bile değişiyor. (Özellikle belirtmek gerekirse , yorum seviyesinin yükselmesi prefrontal korteks ve medial-temporal lobun devreye girmesini sağlıyor; bu konudan ileride daha detaylı bahsedeceğiz. ) Özet olarak, psikolojik mesafeyle başarılan son derece önemli bir şey var: Holmes Sistemi'nin devreye alınması. Sessiz düşünmeye zorlanmamız. Mesafe koymanın, gerçek bir problem çözümünden tutun da otokontrol yeteneğine kadar her türlü bilişsel performansı geliştirdiği görülmüş. Psikolojik mesafe koyma tekniklerini (örneğin, marşmelovu pofidik bir bulut olarak görmek; bu tekniği de gelecek bölümde tartışacağız) kullanan çocuklar, doyumu erteleme ve sonrasında daha büyük bir mükafat için sabretme konusunda daha becerikli oluyorlar. Kendilerine bir adım geri gitmeleri ve konuyu daha genel bir bakış açısıyla değerlendirmeleri söylenen yetişkinlerse daha iyi kararlar alıyor, daha iyi tespitler yapıyorlar. Hatta öz-değerlendirmeleri daha sağlıklı ve duygusal tepkileri daha düşük oluyor. Tipik problem-çözümü senaryolarında, sorudan uzaklaşmayı tercih eden bireyler, kendini kaptıran meslektaşlarının önüne geçiyorlar. Politik sorulara mesafeli bir bakış açısıyla yaklaşan bireylerse, zamana karşı daha dayanıklı değerlendirmelerle öne çıkıyorlar. Bu egzersizi geniş, karmaşık bir yapboz olarak düşünebilirsiniz. Kutu kayıp olduğu için parçalar birleşince ortaya ne resim çıkacak bilmiyorsunuz ve ayrıca yıllar içinde başka yapbozların parçaları da araya karışmış. O yüzden hangi parça, hangi resme ait, hiçbir fikriniz yok . Yapbozu tamamlayabilmek için önce resmi bir bütün olarak gözünüzün önüne getirebiliyor olmanız lazım. Zaten ilk bakışta bazı parçalar hemen dikkatinizi çekecek: Köşeler, kenarlar, birbiriyle uyumlu olduğu anlaşılan renk ve desenler. Siz daha ne olduğunu bile anlayamadan yapbozun nereye doğru gittiğini , hangi parçanın nereye oturup nereye oturmadığını daha net bir şekilde sezeceksiniz . Fakat parçaları düzgün bir şekilde ayıklayıp başlangıç için gereken parçaların hangileri olduğunu seçecek vakti kendinize tanımaz ve bütün resmi beyninizde olduğu gibi canlandırmayı denemezseniz, bunu asla başaramazsınız. Parçaları tek tek alıp birbirine oturtmaya çalışmak asırlar sürer, boş yere hayal kırıklıklarına sebep olur ve belki sorunu çözmenize hepten mani olabilir. Yapbozu tamamlayabilmek için iki elemanın, yani somut, spesfik parçalarla (detaylar, renkler ve bunların size anlattıkları, önerdikleri şeyler) daha geniş ve genel olan resmin (size bir bütün olarak tablo hissi veren genel izlenim) bir arada çalışmasına izin vermeniz gerekir. Zira bu iki eleman da son derece önemlidir. Parçaları yaptığınız yakın gözlemler sonucunda biriktirdiniz, ama onları birbirine uydurabilmek için şart olan kesinlikle hayal gücünün mesafesidir. Trope'un saydığı mesafelerden herhangi biri -zamansal, konumsal, sosyal ya da varsayımsal- olabilir ama hangisi olursa olsun mesafe kesinlikle gereklidir. Küçükken, evet-hayırlı bilmece oyunlarına bayılırdım. Bir kişi bilmeceyi sorar ve geri kalan herkes evet-hayırla cevaplanacak sorular sorarak olayı çözmeye çalışır ( benim çocukluğumdaki favori bilmece şöyleydi: Joe ve Marıdy yerde yatıyor, ikisi de ölü . Etraflarında kırık camlar, su birikintisi ve bir de basket topu var. Ne olmuş olabilir? ) . Bu oyunu saatlerce oynayabilir ve birçok bahtsız arkadaşımı da bu tuhaf meşgalede kendime ortak olmaya zorlayabilirdim. Çocukluğumda bu tip bilmeceler benim için zaman öldürmeye ve dedektiflik becerilerimi test etmeye yarayan eğlenceli birer meşgaleden öte bir şey değildi . Bu bilmeceleri sevmemin bir nedeni de, bana kendimi harika bir dedektif olabilirmişim gibi hissettirmeleriydi. Halbuki o zorlama-soru metodunun aslında ne kadar dahiyane bir yöntem olduğunu ancak şimdi tam olarak anlayabiliyorum . Bu metot, isteseniz de istemeseniz de sizi, gözlemle tümdengelimi birbirinden ayırmaya zorluyor. Bir bakıma bu bilmecelerin sizi çözüme ulaştıracak dahili yol haritaları olduğunu da söyleyebiliriz. Oyunda adım adım ilerlerken belirli aralıklarla mola verip hayal gücünüzün öğrendiklerini pekiştirmesine ve yeniden biçimlendirmesine izin veriyorsunuz. Paldır küldür ilerlemeniz mümkün değil . Gözlem yapıyor, öğreniyorsunuz ve olasılıkları değerlendirmek, olaya farklı açılardan bakıp parçaları uygun bağlamda yerine oturtmaya çalışmak, öncesinde yanlış bir hükümde bulunmuş olabilir misiniz diye bir bakmak için kendinize zaman ayırıyorsunuz. Evet-hayır bilmeceleri, hayali mesafeyi zorunlu kılıyor. (Joe ve Mandy ikileminin çözümüyse şöyle: Onlar aslında birer Japon balığı . Pencereden içeri bir basket topu girmiş ve fanuslarını kırmış. ) Fakat böyle bir dahili yönlendirmenin olmadığı durumlarda insan nasıl kendi kendine mesafe yaratabilir? Watson'ın mesafelilik eksikliğine karşı koyup, Holmes'un yaptığı gibi beynini devre dışı bırakıp daha basit konularla ilgileneceği zamanı ve yeri nasıl bilebilir? İşin aslı şu ki, hayal gücü ve yaratıcılık gibi dıştan bakıldığında son derece kalıtsal görünen bir şey bile, şu çok meşhur sende-o-yetenek-ya-vardır-ya-da yoktur ayrımını tersine çeviren aşamalara ayrılabilir.
·
70 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.