İlk medeniyetlerin gelişme çizgileri en basit toplumlardan büyük teokratik yapılara doğru bir süreklilik taşırlar. Eğer toplumsal ayrıcalığın ortaya çıkışı Adem'in dünyaya Düşmesi anlamına geliyorsa, Düşme "ilkel komünizm"den "özel mülkiyet"e geçilmesiyle değil, maymundan insana geçilmesiyle gerçekleşmiştir. Ve ikinci olarak, antropolojik veriler -yine Herskovits'i izleyebiliriz- arkaik toplumda, genişleyen ayrıcalık sektörü ile genişleyen kutsallık sektörü arasındaki içkin bağlantıyı gösterirler. Ayrıcalık prestijdir ve prestij, sözcüğün etimolojisinde görüldüğü gibi, temel doğası gereği, aldatma ve gözünü boyama demektir.
Gelişme çizgisi, yine, aslında Frazer'in elli yıl önce gösterdiği gibi, basit toplumların büyücü-liderinden ilk uygarlıkların rahip kral ya da tanri-krala doğru süreklilik taşır. Güç orijinal olarak kutsaldır ve modem dünyada da öyle kalmıştır. Bir kere daha, düz mantıkla kutsal ve seküler zıtlığı kurmaktan ve kutsalın yalnızca dönüşüme uğramış bir hali olan şeyi "sekülerleşme" olarak yorumlamaktan vazgeçmeliyiz. Eğer zincirlerinden başka kaybedecek birşeyi olmayan bir sınıf varsa, onu bağlayan zincirler nevrotik bir sanrının bütün gücüyle nesnel gerçekler olarak görünen kendi kendine dayatılmış, kutsal yükümlülüklerdir. Sorel'in klasik eseri Şiddet Üzerine'nin temel düşüncesi sınıf savaşının mitlerle ayakta tutulduğudur. Ve öte yanda, kapitalizmin özünün girişimcinin bir çekim alanı yaratan liderliği olduğu kavrayışı Schumpeter tarafından sistematik olarak bir ekonomik teoriye dönüştürülmüştür. Mill'in elindeki kopyasının bir sayfasına Ruskin şu vecizeyi not etmişti: "Endüstri Sermayeye değil İradeye bakar". Bana göre, modern uygarlığın derin anatomik yapısı, psikolojik anatomisi bu çizgilere bakarak izlenebilir. Ve temelde yatan liderlik fenomeni Freud'un kitle psikolojisi üzerine kitabını yayımlamasıyla psikanaliz alanına sokulmuş oldu. Psikanaliz, insan bedeninin bastırılmasında toplumsal gücü ve güç mücadelelerini ayakta tutan mitlerin kökenlerini göstermekte son adımlari atar.