Turan Dursun, Ingiltere'de yaşayan şöhret düşkünü Salman Rüşdü'nün ortaya attığı "Şeytan Ayetleri" sorununu ele alıyor, bununla zihinleri bulandırmağa çalışıyor.
Kısacası: Kur'an'ın HaccSuresi'nin 52. ayetinin, bunu izleyen âyetlerin ve bu âyetlere ilişkin aktarma ve yorumların tanıklığıyla “Şeytan Ayetleri“ olayı bir gerçektir. Kaynak, ileri sürüldüğü gibi yalnızca Taberî değildir. Taberi'den 150 yılı aşkın bir zaman önce yaşa. mış olan Ibn İshak'ın "e's-Sire"sinde de olay yer alır. (Bkz. Sireıü Ibn Ishak, yay. Muhammed Hamidullah, fıkra: 219.) Bunun yanında bir başka geçek, laik ve özgür düşünen insan -ki Salman Rüşdü de böyle bir insandır"din kutsallıkları"nın çerçevesine sokulamaz. Bunu yapma yolundaki "din terörü" karşısında korkmadan, yılmadan yeterince savaşım verilmelidir artık.
***
Dursun, olayın, Ibn İshâk'ın Siresinde yer almasını doğruluğunun kanıtı saymaktadır. Şimdi bu Ibn Ishâk hakkında hadîs bilginlerinin görüşlerini verelim:
Dârekutni gibi büyük hadisçiler, bunun rivâyetlerini vâhî, son derece sakat görmüşlerdir. Zehebî: "Sîresini, rivâyet zinciri kopuk, tanınmayan, bilinmeyen şeylerle, yalan şiirlerle doldurmasından başka bir günâhını bilmiyorum" diyor. Nesâ'î ve başkaları, Ibn Ishak için "Sağlam değildir", .Dârekutni: "Sözleri kanıt olamaz", Süleyman et-Teymî, Hişâm ibn Urve: "Yalancıdır", Imam Mâlik: "Deccallerden biridir"
Hammâd ibn Seleme: "Zarürî olmadıkça Ibn Ishâk'tan rivâyet etmezdim" . Yahyâ el-Kattân: "Muhammed ibn İshâk'ın yalancı olduğuna tanıklık ederim." demişlerdir. '
Kendisine onun yalancı olduğunu nereden bildiği sorulan Yahyâ, bunu Vüheyb'in söylediğini, ona da Mâlik ibn Enes' ın söylemiş oldugunu, ona da Hişâm ibn Urve'nin söylediğini anlatmıştır. Ibn Is'hâk, Hişâm'ın karısı, Münzir kızı Fatıma'dan hadis rivâyet etmiş. Oysa Hişâm henüz yedi yaşında iken bu kızla evlenmiş olduğunu, o gündenberi karısı Fâtıma'nın, hiçbir erkek yüzü görmediğini anlatmıştır. Böyle iken Ibn İshâk, ondan rivâyet naklediyor.
Haıîb-i Bagdadi'nib tesbitine göre Ibn İshâk, gazâ (savaş) haberlerini vaktinin şâirlerine gönderir ve onlardan bu olayların temasına uygun şiirler yazmalarını istermiş ki o şiirleri, olaylara eklesin. (Mîzânu'l-I'ıidâl: 3/468-471).
Şimdi yalancılığı ile ün yapmış böyle bir adamın kitabında bu olayın anlatılmış olması, doğruluğunu mu gösterir? Kaldıki Ibn İShâk'ın siresinde, şeytân âyetlerinden sözedilmez.
Yazar, olayın bir bölümünün, Buhârî'de de yer almış olduğunu söylüyor'. Oysa Buhârî'de yer alan, şeytân âyetleri olayı değil, sadece ilk sürelerden olan Necm Süresini dinleyen müşriklerin, Sürenin câzibesine kapılıp müslümanlarla birlikte secde etmiş olmalarıdır.
Hac süresindeki bu âyetin, bu olayla ilgili olarak inmesi mümkün değildir. Çünkü Ğarânîk uydurmasının bağlandığı Necm suresi, Mekke'de inen ilk sürelerdendir. Oysa Hac Suresi, Medîne devresinin sonlarına doğru inmiştir. 88. sırada yer alır.
Bu hadis, Said ibn Cübeyr yoluyla Ibn Abbâs'tan, Ebu Ma'şer ve Yezîd ibn Ziyâd yoluyla da Muhammed ibn Ka'b el-Kuraz’i‘den rivayet edilir. Ama Hz. Peygamber'e kadar giden kopuksuz bir senedi yoktur. Bu rivayeti Kelbî de Ebü Sâlih yoluyla Ibn Abbâs'tan rivayet etmiştir. Ama Kelbî itimâda şâyaın görülmez. Sağlam hadîs mecmuaları bu rivayeti almamışlardır. Kadî 'Iyâd, Râzî ve birçok âlim bunun uydurma olduğu kanısındadırlar. Çünkü bunu Peygamber'in masumluğuna, şeriaıtın korunmuş olma vasfına aykın görmektedirler.
Turan Dursun, bu olayın, Ibn Hacer Askalânî tarafından doğrulandığını söylüyor ki bu, yanlıştır. Ibn Hacer, bu konuda Kirmânî'nin şu sözünü naklediyor: "Bu secde olayının, Peygamber'in okuması sırasında şeytanın attığı sözler sebebiyle vuku bulduğu şeklinde söylenen söz, ne akıl ne de nakil bakımından doğru değildir.” (Fethu'l-Bâri: 8/614)
Hac Süresinin: "Sénden önce hiçbir resul ve nebî göndermemiştik ki o, temennî ettiği zaman şeytân onun ümniyyesine (bir düşünce) atmış olmasın. Fakat Allâh, şeytânın attığını siler, sonra kendi âyetlerini sağlamlaştırır. " (Hac: 52)
Ayette geçen temennî bir şeyi arzu etmek demektir ki, felsefede buna ideal denilir. Buna göre şeytân, peygamberin gerçekleştimeğe çalıştığı ideali, karıştırmak istediği düşüncelerle bozmağa çalışır, demektir. Fakat çoğunluğun kanısına göre temennî, ezberden okumak anlamınadır. Buna göre âyette her peygamber, kendisine gelen vahyleri okuduğu zaman, mutlaka şeytanın, onun okumasına bozuk düşünceler katmağa çalışacağı, fakat Allah'ın, şeytanın attığı düşünceleri silip, vahy âyetlerini yerleştireceği anlatılmaktadır.
Ibn Hacer, âyetin tefsirinde şeytanın düşünce attığı hakkındaki görüşleri sıralıyor. Bu rivayetlerin hcpsinin ya zayıf veya kopuk olduğunu, ancak rivâyetlerin çokluğunun, bu olayın bir aslının bulunduğunu kanıtladığını söylüyor. Daha sonra Ebübekr ibn el-Arabînin ve Kadî lyad'ın, anlatılan bu olayın düzme olduğu hakkındaki görüşlerini veriyor:
lbnu'l-Arabî şöyle diyor: "Taberî, asılsız birçok rivâyet aktarmış-tır. Bunların aslı yoktur...“ Kadî Iyâd da: "Sağlam hadîscilerin hiçbiri, bu olayı sağlam, kopuksuz bir zincirle nakletmemiştir. Bu rivâyetin aktarıcıları zayıf, rivâyetleri karmakanşık, senedi (rivâyet zinciri) kopuktur... Bu rivâyetin dayandırıldığı tâbiînin ve müfessirlcrin hiçbiri rivâyet zincirini vermemişler, bunu herhangi bir sahâbîye dayandırmamışlardır". Bu konuda tâbiîlere varan rivâyet yollarının çoğu zayıftır çürüktür. Bezzar, bunun anlatımı doğru olan hiçbir yolu yoktur. Bir tek Ebübişr'in, Saîd ibn Cübeyr'den rivâyeti anılabilir ama o da sahâbîlere varmaz. Kelbî ise rivâyeti caiz olmayan, çok zayıf (güvensiz) bir kişidir. Şayet bu rivâyet doğru olsaydı, müslüman olanların çoğunun dinden dönmeleri gerekirdi." demiştir.
Bunları aktardıktan sonra gelenekçi bir hadis rivâyetçisi olan Ibn Hacer, olayı tümden inkâr etmenin, rivâyet kurallarına aykın olduğunu zayıf olmakla beraber, rivâyetlerin çokluğunun, olayın bir aslı bulunduğunu, mürsel (baştan bir râvîsi düşmüş) rivâyeti kanıt-kabul edenler için bu rivâyetin üç mürsel (kopuk), doğru zinciri bulunduğunu bulunduğunu belirttikten sonra aynen şöyle diyor:
"Çünkü onlar ulu kuğulardır ve onların şefâati umulur" sözünü, Hz. Muhammed'in söylemiş olması mümkün değildir. O, ne kasden, ne de yanılarak kendisine inen Kur'ân'a bir şey katamaz. Çünkü o, masumdur. Bundan dolayı bilginler, bu olayı çeşitli biçimlerde yommlamışlardır:
Kimine göre Peygamber uyukladığı sırada bilinçsiz olarak dilinden bu sözler çıkmış. Katâde' ye dayandırılan bu görüşe, Kad‘i Iyâd: 'Doğru değildir. Peygamber'in dilinden böyle bir söz çıkmaz. Uykuda dahi şeytan onu etkileyemez" diyerek reddetmiştir. (Elbette Kadî îyâd'ın sözü doğrudur. Çünkü Kur'ân, Peygamber'e gelen vahylerin koruma altında gönderildiğini vurguluyor. Kaldı ki Peygamber uyukladığı sırada ağzından çıkan sözleri kim duyacak? Sayıklayanın sözünü sadece onun çok yakınındaki duyabilir. Ka'be gibi büyük kalabalığın toplandığı ve herkesin ayakta olduğu bir sırada Peygamber nasıl ayakta, sayıklayacak derecede uyur? Bunlar akıl ve mantık dışı sözlerdir. Bşr başkasına göre güya şeytân, onu böyle söylemeğe zorlayarak bunları söyletmiş. Bu görüşü saçma bulan Ibn Arabî, şeytanın "Benim sizi zorlayacak gücüm yoktur. Ben sadece sizi da'vet ettim, siz de bana uydunuz. Artık beni kınamayın, kendinizi kınayın.” (İbrâhîm: 22) dediğini anlatan âyet, şeytanın ona tesir edemeyeceğini gösterir. Çünkü o, istekle şeytâna uymaz. Şeytan da onu zorlayamaz. Eğer şeytânın boyle zorlayıcı bir gücü olsaydı, şeytana boyun eğmeyen hiç kimse kalmaz, kimse ona karşı direnemezdi.
Bir görüşe göre de: Müşrikler, tanrılarını andıkları zaman bu sözleriyle onu nitelerlerdi. Peygamberin de bilinç altına takılmış olan bu söz, bilinçsiz olarak dilinden çıkmıştır. Kadî Iyâd bu iddiâyı da gayet güzel biçimde reddetmiştir.
Bir görüşe göre de: “Peygamber, sureyi okurken "Öteki üçüncüsü Menât'ı" âyetine geldiği zaman, Peygamberin, tanrılarını yereceğinden korkan müşrikler, hemen önceden bilip okuya geldikleri bu şiiri okuyarak onu Peygamber'in sözüne karıştırmışlardır. Çünkü "Bu Kur'ân'ı dinlemeyin, o okunurken gürültü edin.” (Fussılet: 26) âyetinin de belirttiği üzre Peygamber Kur'ân okurken müşrikler hep gürültü ederek önun sözlerinin duyulup anlaşılmasını önlemeğe çalışırlardı. Işte onların söylediği bu söz, şeytâna nisbet edilmiştir. Yahut da burada şeytândan kasıt, insan şeytânıdır. Çünkü Kur'ân, kötülük telkin eden insanlara da şeytân tabirini kullanır: Insan ve cin şeytânları (En'âm: 112)
Bir görüşe göre de Peygamber ağır ağır Kur'ân okurken duruşlarından birinde şeytân, Peygamber'in nağmesini taklid ederek bu sözleri söyledi. Yakında bulunup şeytanın söylediği bu sözü duyan biri, bunu Peygamber'in söylediğini çevreye yaydı.
Bu görüşleri sıralayan Ibn Hacer, son yorumun en doğru yorum olduğunu söylüyor. Temen'nînin okuma anlamına geldiğini söyleyen İbn Abbâs görüşünün de bu görüşü desteklediğini belirtiyor ve: "Bu nass, açıkça gösterir ki bu sözü söyleyip Peygamber'in sözüne karıştıran şeytandır. Peygamber (s.a.v.) böyle bir söz söylememiştir.“ diyor (Fethu'l-Bârî: 8/439-440). .
Görüldüğü gibi Ibn Hacer, Dursun'un anlattığı biçimde olayı doğrulamıyor. Sadece doğruluğu varsayılan bu rivâyetlerin yorumunu yapıyor.