Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

FATİH SULATAN MEHMET HAN'IN SAYISIZ VASIFLARINDAN BAZILARI
Fatih’in ölümü, Türk milletini büyük mateme gark etti. Ölüm haberi Roma’ya ulaşınca, İtalya’da toplar atılıp günlerce şenlikler yapıldı. Papa bütün Avrupa kiliselerinde üç gün çanlar çaldırıp, şükür âyini yapılmasını emretti.Türk tarihi, sayılamayacak kadar çok kahraman ve cihangirlerle doludur. Fatih Sultan Mehmed de bunların başında gelenlerdendir. Çünkü o kılıçla keşfi yan yana yürütmüş, çağ açıp, çağ kapatmıştır. Onun için, asırlar boyu her cephesiyle yazılmış, çizilmiş, hakkında Garp’ta ve Şark’ta çok şeyler söylenmiştir. Tetkik edildikçe derinleşen, derinleştikçe deryalaşan bu cihangirin sayısız vasıflarından bazıları şunlardır: Fatih Sultan Mehmed, soğuk kanlı ve cesurdu. Bu özelliğinin en güzel misalini, Belgrad Muhasarası sırasında, askerin gevşediğini gördüğü zaman önlerine geçip düşman hatlarına girerek gösterdi. İstanbul Muhasarasında da donanmanın başarısızlığı yüzünden atını denize sürmesi bu cesaretinin büyük örneğidir. Ne istediğini, ne yapacağını, ne yapabileceğini bilen ve bu büyük işleri başarabilmek için gerekli tedbirleri, yorulmak bilmeyen bir azim, sabır ve sükunetle hazırlayan bir insandı. Çok merhametli ve müsamahalıydı. Kendisine elli gün mukavemet eden, birçok Müslümanın şehid edilmesine sebep olan İstanbul şehri ve onun sakinleri hakkında gösterdiği merhamet, aklın alamıyacağı genişliktedir. Halbuki o devir Avrupa’sında muzaffer bir kumandan, zaptettiği şehrin halkına görülmedik zulüm ve işkence yapmakta kendini haklı görürdü. Fatih vicdan hürriyetine büyük kıymet verirdi. İstanbul’a girdiği vakit ayaklarına kapanan İstanbul patriğini yerden kaldırmakla alicenaplığını gösteren cihangir, şu sözlerle patriği teselli etti: “Ayağa kalkınız. Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki: Şu andan itibaren artık ne hayatınız ne de hürriyetiniz hususunda gazab-ı şahanemden korkmayınız!” Fatih, gayri müslim tebeasının din ve mezheplerine asla dokunmadı, herkesi vicdani inanışında serbest bıraktı. Fatih, İstanbul’un imarında ücret karşılığında daha çok Rum esirlerini kullandı. Bu sırada biriktirdikleri paralarla hürriyetlerini satın alma imkanını sağladı. Bu müsamaha o devir dünyasının hayalinden bile geçirmediği bir olgunluk eseriydi... Askeri ve siyasi sahada eşsiz bir deha idi. Askeri alanda başarısının ilk özelliği kılıçla kalemin işbirliğidir. Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi. En küçük itaatsizliği ve buna sebep olan subayları şiddetli bir şekilde cezalandırırdı. Ordusunu, plansız, düzensiz hareket ettirmez, macera hevesiyle kan dökmezdi. Kendi devrine kadar atalarının yer yer, ada ada yapmış oldukları akınlarını, planlı bir fütuhat haline getirdi ve devletini, sistemli bir idarecilik şuuruyla istikrarlı, yerleşmiş bir devlet yaptı. Otuz senelik saltanat devresinde düzenlediği küçük, büyük seferler, memleketin coğrafi işbirliğini sağlamaya dayanır. Bu gayeye ulaşmak için de at geçmez kayalıklardan, geçit vermez nehirlerden geçerek; durup dinlenmeden, kış yaz demeden savaştı. Bütün bu seferleri bir plana göre yaptığından nereye gitmesi, nerede durması lazım geldiğini bilerek hareket etti. Yapacağı seferlerin muvaffakiyetle neticelenmesini sağlamak için aylarca bu seferin bütün teferruatını hazırlardı. Kumandanlığı ile diplomatlığı daima beraber hareket ederdi. Hangi devlet üzerine sefer düzenleyecekse, o devletin iç ve dış münasebetlerini, zaaflarını, kuvvetini, diğer devletlerle olan münasebetlerini en ince noktasına kadar tetkik eder ve sefere hasmının en zayıf ve kendisinin en kuvvetli zamanında çıkardı. Yapacağı seferlerden en yakınlarına bile haberdar etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi. “Sırrıma sakalımın bir tek telinin vakıf olduğunu bilsem, onu yolar, atarım” sözü meşhurdur. Böyle hareket etmeyi muvaffakiyetlerinin başlıca sebeplerinden sayardı. Çok başarılı bir diplomattı. Otuz sene, Asya ve Avrupa’da bazen birkaç cephede beş, on hatta daha fazla devletle birden harp halinde bulunduğu günler oldu. Böyle zamanlarda düşmanlarının, kuvvetlerini bölmenin, siyasi müzakereler, vaatler ve geçici tavizlerle müttefikleri birbirinden ayırmanın kolayını bulurdu. Casuslar bulundurduğu gibi, Avrupalı devletlerin Osmanlılarla ilgili hareketleri müzakere eden bütün meclislerinde geniş bir haber alma teşkilatına da sahipti. Almanya’da yerlilerden elde edilmiş casusları da vardı. İtalya ise, son derece gizli ve daimi bir Türk haber alma servisiyle örülüydü... Fatih’in, bu teşkilatı sayesinde düşmanlarından günü gününe haberi olur, hareketlerini değerlendirerek tedbirler alırdı. Fatih, ordu ve donanmasını iyi bir şekilde tekamül ettirmişti. Ordunun silahları birkaç senede yenilenir ve daha geliştirilmiş olanları eskilerinin yerine konurdu. Osmanlı donanmasının tekamül etmiş şekilde kurucusu Fatih’tir. Topçuluğa gerekli ehemmiyeti veren ilk padişahtır. Fatih’ten önce, top, bütün dünyada, daha çok sesi ile düşmanı ürkütmek için kullanılırdı. Büyük kaleleri yerle bir edebileceği ve meydan muharebelerinde rol oynayacağı hiç düşünülmemişti. Fatih, bütün bunları akıl ederek, o tarihe kadar görülmeyen sayı ve çapta top yapılmasına yöneldi. Topların balistik ve mukavemet hesaplarını kendisi yaptı. Piyadeye de, öncesine nispetle, büyük önem verdi. Osmanlı ordusu esas bakımından bir süvari ordusu olmaya devam etmişse de, yeniçeri ve azab gibi piyade sınıfları, Fatih devrinde önem kazandı. Fatih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarına çok kıymet verirdi. Zihniyeti ve tabiatı itibariyle ileri hamleden hoşlanan, terakki ve medeniyetten zevk alan bir padişahtı. Tıpkı askeri fetihleri gibi, ilim adına açtığı savaşta da bir âlimler, sanatkârlar ordusu kurdu ve bu muhteşem orduya kendisi serdar oldu. Yeni devletin kurulması planının icrasında eğitim ve öğretimin tesir ve önemini her şeyden üstün tuttu. Maarif sistemini kanunla tanzim ederek ulema sınıfı diye tanınan ve idarenin temelini meydana getiren diyanet ve hukuk kurumlarını teşkilatlandırdı. Devlet idaresini ve bunun ilmileştirilmesini esas aldı. Akli ve nakli ilimlerde söz sahibi olan âlimleri İstanbul’a topladı ve onların talebe yetiştirmesi için medreseler kurdu. Devrinde yetişen büyük âlim ve sanatkârlar mühim eserler verdiler. Fıkıh ilminde Molla Hüsrev, tefsirde Molla Gürani, Molla Yegan, Hızır Çelebi, matematikte Ali Kuşçu, kelamda Hocazade, zamanının büyük âlimlerindendi ve ülkesine dünyanın dört bir tarafından âlimler akın ederdi. İstanbul’un fethinden sonra Fatih, hocası Akşemseddin’in elini öpüp, tahtı tacı bırakıp derviş olmak istedi... Akşemseddin bu teklifi reddederek, devlet işlerine memur edilen padişahın asıl vazifesini yapmamış olacağını, din-i İslam ve adaletle memleketi ve dünyayı idare etmenin daha makbul olduğunu; aksi halde din ve devletin zarar göreceği için, ikisinin de Allah indinde mesul olacaklarını bildirdi. Bunun üzerine Allah aşkı ile yanan kalbinin ateşini de şiirleriyle ortaya döktü. Fatih Sultan Mehmed, kelam ve matematik ilminde devrinin en büyük otoritelerinden biriydi. Bizanslı tarihçi Kritobulos’un hayranlıkla anlattığı, balistik sahasındaki keşifleri, ortaçağın surlarını yıkmıştır. Fatih Sultan Mehmed, teşkilatçı ve imarcı idi. Devlet idaresini tam bir intizam içinde yürütmek için lüzum ve ihtiyaç görüldükçe İslam’ın esaslarına uygun kanunlar ve fermanlar yayınladı. Tanzimat dönemine kadar Osmanlı Devletinin temel kanunu olarak mer’iyyette kalan Fatih Kanunnamesi çok mühim bir eserdir. Padişahın görüşleri alınarak sadrazam Karamani Mehmed Paşa tarafından hazırlanan bu çok önemli kanunnameyi, Nişancı Leyszade Mehmed Çelebi kaleme almıştır. Kanuni Sultan Süleyman devrinde hazırlanan kanunnamede de bu eser esas alınmıştır. Osmanlı Devletinin bütün temel müessese ve teşkilatı, Fatih devrinde en mükemmel hâle gelmiştir. Enderun Mektebini kurarak memleket için gerekli devlet adamı yetiştirilmesini yine o sağlamıştır. Fatih Sultan Mehmed, doğu Türkleri ile temasa büyük önem verdi. Oğlu Sultan İkinci Bayezid de Türk medeniyetini ilerletmek hususunda babasını takip etti. Doğu Türklerinin, Timur Han devri medeniyeti denilen medeniyet hareketlerinin benzeri, Fatih devrinde Osmanlılarda tahakkuk etti. Fatih, batı dillerinden bir kaçını bilmesi sebebiyle Avrupa literatürünü çok iyi takip etmiş, Türklerin her hususta Avrupalılardan üstün bulunması sebebiyle, Avrupa’dan bir şey alma ihtiyacını duymamıştır. İstanbul’un imarına çok önem veren Padişah, saray, camiler, medreseler ile hamamlardan başka şehrin çeşitli yerlerinde 4000 dükkan yaptırarak vakfetti... Büyük camilerin yanındaki medreselerin haricinde 24 medrese, 12 han, 40 çeşme ve Halkalı Su Tesisatı ile iki gemi tersanesi ve kışla yapılan binalar arasındadır. İstanbul imar olunurken, diğer taraftan Bursa, Edirne gibi şehirlerde imar faaliyetleri büyük bir hızla devam etti. Bu devirde Bursa’da 37, Edirne’de 28 ve sair şehirlerde 60 cami yapıldı. (Son)
·
60 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.