Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

ASAF HALET ÇELEBİ “YENİ”NİN, YENİLİĞİN PEŞİNDE KOŞUYOR Asaf Halet Çelebi (1907-1958) Sizi de anlamadılar bu toplumda, bu ortamda. Anladılar da işlerine gelmedi, belki.1907’de doğmuşsun İstanbul’da, sanırım Beylerbeyi’nde Asaf Halet Çelebi. Yaşçaçoğumuzdan büyüktün, S.E.S. dergisi, o güzelim sanat dergisi çıktığı sıra. Hemen hemenaynı dergilerde yazmıştık ileri geri aynı sayfalarda. “Beyefendi”siz “hanımefendi”sizkonuşmazdın hiç. Kim olursa olsun karşındaki. Gerçekten de “çelebi” adamdın. Kolundakitaplar, Fransızca, Farsça, Hintçe, Çince, geçerdin caddelerden, işinden çıkınca “kelam”edecek adam arardın. İnsan arardın kafaca, bilgice, şiirce. O yılların gerçek entelektüeltipiydin. İçten ve samimi.Yalnızlıklar, umutsuzluklar içindeydin sen de. Bir çeşit boğuntu bunalımlar içindeydin.Yeni’nin, yeniliğin, yeni bir şeyin peşinde koşup koşup yorulan, nefes almak için duruluncagörülen, duyulan o garip yalnızlık, o boşluk, o umutsuzluk içinde. Yığın yığın, boy boykitapları okuyup bitirip de altında ezilmeden hep iyiyi, gerçeği, yeniyi arayan, sonra yeryer, zaman zaman kolu kanadı kırılan bir insanın umutsuzluğu.Okutulmamış isteksiz, ruhsuz, anlayışsız vurdumduymazlara, vurdumduymazlığa birşeyler katmak, bir şeyler getirmek istiyordunuz siz. Sen, Arif Dino, Suphi Taşhan ve sizingibiler. Şiirde ayrı ayrı yerlerdeydiniz, açılarınız, yaptıklarınız başkaydı. Ama SuphiTaşhan’la Arif Dino antolojilerde bile yok şimdi. Nedenini bilmiyorum, bilemiyorum. Oysaiyi şairlerdi onlar da. Evim barkım yıkılmasaydı birkaç defa, altüst olmasaydım durmadanya da Abidin Dino burda olsaydı, düşünür taşınır eski S.E.S.’lerden çıkarır aktarırdıkşiirlerini. Arif’i gözlükleri alnında, cebinde birkaç kuruşu olmadığı günlerde bile su üstünesu içip sarhoş olurken, kahkahalar atarken, çevresine çocuk sevinci saçarken görür gibioluyorum. Sonra: Geceler vapurla dönmez Hey telli pullu gelinler! dediğini hatırlıyorum. O koca boy bostan, güzel bir baştan, güzel bir hançereden çıkansesiyle. Kestane şekeri gözleriyle cıvıl cıvıl gülerek. Ve kalemini çıkarıp ufacık kâğıtlaraveya sigara paketleri arkasına ince ince desenler çizdiğini görüyorum. Ve sarhoşluğu geçmesin diye bir şişe daha su içip bir cebinden çakısını, bir cebinden bir çakıltaşı çıkarıpbu çakıltaşlarından şekil şekil, boy boy insan başları yarattığını görüyorum. Ne oldu “Arif”sabrıyla oyduğu bu insan başları? Yapmak istediği insan başları?3İnsanı insanda aradınız, bulamadınız. Kendinizi kendinizde aradınız, bulamadınız. Kendikendinizden çıkmak istediniz, çıkamadınız. Bir yerde çıkamadınız. İnsanla şiiri birleştirenBaudelaire gibi, “Her zaman sarhoş olmalı. Biricik mesele bu. Omuzlarınızı ezen, sizitoprağa doğru çeken zamanın korkunç ağırlığını duymamak için, durmamaca sarhoşolmak. Ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle. Nasıl istersen öyle, ama sarhoş olmalı!”dediniz. Olabildiniz mi? Hiç sanmam. Zaman zaman belki, ama biteviye değil. Baudelaireolabilmiş miydi durmadan? Hiç sanmam.1957’de ölmüştü Asaf Halet Çelebi, yanılmıyorsan on deneme, üç de şiir kitabı vardır:Molla Cami (1940), Mevlâna (1940), Seçme Rubailer (1944), Mevlâna’nın Rubaileri(1944), Ömer Hayyam (1954), Naima (1953), Buddha (1946), Divan Şiirinde İstanbul(1953), Mevlâna ve Mevlevilik (1957), Konuşulan Fransızca (1942-1956). Bu yapıtlar ve yayın tarihleri onun ölünceye dek çalıştığını gösteriyor.Şiir kitapları: He 1942’de çıkmıştı. Lâmelif 1945’te. Om Mani Padme Hum 1953’te. Lafebeliği değildi yaptıkları. Örneğin “Sidharta” şiiri: Niyagrôdhâ Koskoca bir ağaç görüyorum ufacık bir tohumda O ne ağaç ne tohum om mani padme hum (3 kere) Sidharta buddhaben bir meyvayım ağacım âlemne ağaç ne meyva Ben bir denizde eriyorum om mani padme hum (3 kere) Arif Dino yazmazdı, söylerdi. O yüzden kaybolup gitmiştir belki söyledikleri. Orda burda,dergilerde veya dostlarında varsa, iyi. Çıkar bir gün ortaya. Kaybolmuşsa, yazık. Suphi Taşhan’ın tomar tomardı yazdıkları. Ne oldu? Gönül isterdi, antolojilerde onların da şiirleri bulunsun. Bugünkü kuşaklar için, gelecek kuşaklar için.Kızacak bana, onları da, beni de tanıyan çoğu eski dost. Olur mu diyecekler Ahmet Hamdi’yi [Tanpınar], Ahmet Kutsi’yi [Tecer] karıştırmak aynı yazıya. Olur diyeceğim,neden olmasın? Biraz büyük, biraz küçük değildi öbürleri öbürlerinden. Hele gencecikölenler: Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip [Uslu]. Kronolojik bir sıra gözetmedik yazarken.Alfabetik de değil. Bir anı, sadece anı bu yazdıklarım.Bir kış akşamı Narmanlı Yurdu’nda tanımıştım Ahmet Hamdi Tanpınar’ı. Neden “Kırtıpil Hamdi” derlerdi anlayamadım. Tertemizdi üstü başı. Gıcır gıcır beyaz bir gömlek, kravat.Ne giyse yakıştıramazmış da ondanmış. “Mühmel”di [bırakılmış] belki biraz, ama “kırtıpil” değildi. Değer vermezdi böyle şeylere. Hemen sen’li ben’li olmuştuk tanışır tanışmaz.Candandı, açıktı, hiçbir gıllıgışı yoktu. Severdi dünyayı severdi yaşamayı, severdi insanları.Onu elbette ki en iyi anlatacak Sabahattin Eyüboğlu’dur. Tüm sevgileriyle, tüm dostluklarıyla, sanatıyla kişiliğiyle.Zonguldak’ta büyülü, sıcak yaz akşamlarına “Ahmet Hamdi akşamları” demişler. Rüştü Onur’la Kemal Uluser, şiirinden ötürü elbet. Ama o, gerçekten büyülü yaz akşamları kadar sıcaktı insan olarak.1943’te Nurullah Ataç, Cumhuriyet’ten bunun için Ahmet Hamdi’ye seslenmişti: Duyuyormusun Hamdi gençler seni nasıl seviyor, sana nasıl inanıyor? Bu böyleyken nasıl dilinvarıyor da sen sevmediğin sevemeyeceğin yazıları, şiirleri, romancıları övebiliyorsun? Asılsevgilerin, asıl nefretlerinle kendin olmak daha iyi değil mi?Ahmet Hamdi, Yahya Kemal’e ne dek hayransa, yeni şiirimizi de o dek severdi. Yeni-eskidiye bir şey yoktu onda. O, güzel olanı severdi.İlk zamanlar pek tanımamıştım şiirlerini. Düne ve sembolistlere kapılarımıkapadığımdan, belki de etkiler altında kaldığımdan. Gün geldi tekrar tekrar okudum.Sevdim. Çok sevdim. Tüm şiirleri birden okunmalıymış Ahmet Hamdi’nin. O zaman tadınavarılıyor, anlaşılıyor değeri. Sohbeti şiirlerinden daha güzel diyenler de vardı. Ahmet Haşim için de aynı şeyi derler. Yahya Kemal için de. O başka şey, o başka şey oysaki.Çok sevdiğim şiirlerinden biri de “Bursa’da Zaman”. Uzun olmasa aktarırdım buraya.Ama tüm şiirlerini kapsayan Yeditepe Yayınları’ndan olan Şiirler’inden birini “Hatırlama”yıalmadan edemeyeceğim. Sen akşamlar kadar büyülü, sıcak, Rüyâların kadar sade, güzeldin, Başbaşa uzandık günlerce ıslak Çimenlerinde yaz bahçelerinin. Ömrün gecesinde sükûn, aydınlık Boşanan bir seldi avuçlarından, Bir masal meyvası gibi paylaştık Mehtabı kırılmış dal uçlarından. Cahit Sıtkı’nın dilinden düşmezdi bir ara bu şiir. Ona karşı çıkanlar vardı. Cahit Sıtkıdiretirdi: “Bu şiir büyük şiir,” diye.“İyi güzel ama, ne var bu şiirde? Bireyci bu, bireyci,” derlerdi Cahit Sıtkı’ya. “Öyleyse,şunu dinleyin,” derdi. “Bu da bireyci mi bakalım?”Ve aradaki bir dörtlüğü atlayarak okurdu: Selâm olsun bizden güzel dünyaya Bahçelerde hâlâ güller açar mı Selâm olsun sonsuz güneşe, aya Işıklar, gölgeler suda oynar mı... Uzak, çok uzağız şimdi ışıktan Çocuk sesinden, gül ve sarmaşıktan Dönmeyen gemiler olduk açıktan Adımızı soran, arayan var mı Cahit Sıtkı o yıllar eblette savunacaktı Ahmet Hamdi’yi. O da “öz”deydi. “Özcü”ydü.Verlaine’den, Baudelaire’den, Mallarmé’den, Rimbaud’dan etkilenmişlerdi, “bireyci”ydiler,“düş”cüydüler. Sel gibi gerçekçiler, toplumcular gelmişti, daha da geliyordu o sıra. Akşam, 2.8.1968, s. 5
·
110 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.