Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

HASAN-ÂLİ YÜCEL, ÜSTÜNDE HÂLÂ KONUŞULAN ADAMDI. Maarif Vekilliğine atandığında imzalarından birini de benim konservatuvardan kovuluşumiçin atmıştı.Cevat Memduh Altar, Güzel Sanatlar Genel Müdürü ve sanat tarihi hocasıydı CebeciKonservatuvarı’nda. Malum laf: “Seni asacağız, sonra ağlayacağız.” Böyle demez mi CevatMemduh bana? Assan ne çıkar, ağlasan ne çıkar? Gözyaşından ne çıkar? Gözyaşı erkekişidir bazen. Ağlamak iki göz içindir.Karadeniz, koca deniz. Kocaman köpüklü asil dalgalar, ağır ağır, iri iri Nâzım Hikmetyürüyüşü ile, Nâzım Hikmet sesiyle geliyor, vuruyor, geri dönüyor. Şile sahillerine: Erkekdeniz erkek sesi getiriyor.– Nâzım Hikmet için de yazdın elbet? dedi bir sevdiğim.– Hayır, dedim, yazamam. O öylesine büyük ki onun için öylesine güzel şeyler yazıldı ki!Üstelik ben onu şahsen çok tanımıyorum ki. Onu dünyanın tanıdığı kadar ben detanıyorum elbet.Bir gün çakırkeyiftik, Naci Sadullah:– Yazmayın, dedi. Nâzım Hikmet’ten sonra şiir yazmayın artık!.. Böyle büyük bir şairdensonra şiir yazılmaz!Nâzım Hikmet elbette büyük şair. Ama ondan sonra şiir yazılmaması? Naci Sadullahiçtenliği bu, söyler.Yıl 1950. Sabahattin Eyüboğlu’lar, Avni Arbaş’lar, Hasan Kavruk’lar, Arif Kaptan’lar, SelimTuran’lar, Paris’teyiz.Gece yarısını çoktan geçmiş şaraplı bir gece.Pansiyon odamın kapısı güm güm vuruluyor.– Kim o? diyorum.– Sen aç hele! diyorlar.Hiç tanımadığım iki kişi. Biri iriyarı, sakallı. Öbürü incecikten, sakalsız.– Ben Can Yücel, diyor sakalsızı.Hemen dost oluyoruz. O gün bugün de dostuz Can Yücel’le.Şaraplı, şiirli, güzel günleri düşündüğümüz yıllarımızdı o yıllar. Ve bir kadını hatırlatır, oyıllar bana. Ardından sustuğum, bugün unuttuğum bir kadını. Böyle bir gecede üç şişe romiçmiştik Can Yücel’le. Benim teselli bulmam için. Tahta gibi dümdüz düştüğümü hayalmeyal bilirim hâlâ. Ertesi gün uyandığımda Can Yücel kendi yatağına yatırmış beni, başucumda bekliyor. Epey korkutmuşum, ölür giderim diye.O şaraplı, o şiirli günlerde, Sabahattin Eyüboğlu:– Bu gece Avni Arbaş’ın atölyesinde buluşuyoruz, dedi.– Hayrola? dedim.– Hasan-Âli Yücel gelmiş.Çanlar çaldı kafamda, ziller çaldı kafamda. Maarif Vekilliğine atanışının ilk imzalarınınbiri cazır cuzur etti kafamda.– Rakı da var, dedi Sabahattin Eyüboğlu. (Rakı, sucuk, pastırma, kuru fasulye nimettiTürkler için Paris’te.)Can Yücel’le dostluğumuz sürüp giderken bir gün bile düşünmemiştim Hasan-Âli’ninonun babası olduğunu.Gece güzel başlamıştı Avni Arbaş’ın atölyesinde. Rakılı ve şaraplı bir geceydi. Hep tanıdık, ya sanatçı, ya eğitimci Türklerdik bu çilingir sofrasında. Cin gibi zeki bir adamdıHasan-Âli Yücel. O güne dek hiç karşılaşmamıştık. Rakı bitmiş şaraba başlanmıştı. Konudönmüş dolanmış memleketimize gelmişti. Eğitim meseleleri, sanat meseleleri, özgürlükmeseleleri. Epey olmuştuk herhalde. Damdan düşercesine:– Sizin başka işiniz yok muydu ki Maarif Vekilliğine gelir gelmez attığınız imzaların biri debenim konservatuvardan kovulmam içindi! dedim. O:– İyi olmuş! Çok iyi etmişim! Şimdi sanatçısın Paris’te. Orda kalsaydın ne olurdun?Maaşlı devlet oyuncusu!Bu geri toplum nasıl yüceltilir, nasıl düzeltilir? Bunlar konuşuldu, tartışıldı o gece.Memleket havaları söyledik o gece. Ve kendi bestesini rica ettik ve okudu o gece. KöyEnstitüleri, Tonguç, Türkiye’nin okumuş umutlu geleceği konuşuldu o gece.Sonunda:– Mutluyum, oğluma kavuştum. Oğlumla yatacağım bu gece, dedi.Can o güzel kahkahalarından birini salmıştı.– Ama Hasan, der demez (Hasan derdi babasına, oğlunun adı da Hasan’dır), Hasan-Âli,– Ben gidince yaparım o işleri, dedi, burası Paris’ti.Çok sonraları, yıllar sonrası bir gün, bir tiyatro turnesinde Ankara’daydık. Güzelim CanYücel beni evine yemeğe çağırmıştı. Oyundan sonra, gece yarısı, Fahir Aksoy’la beraber.Bedrettin Tuncel varmış öbür odada, ve başka misafirler.– Vay, dedi Hasan-Âli, bizim rakılı odamıza girerek: Burda âlem varmış da bizimhaberimiz yok. İnsan çağırmaz mı bir kadeh iç diye? Keyfinize bakın çocuklar, bu dünyakimseye kalmaz.Şile’de, Akın Oteli’nde Nermin Abadan’la konuşuyorduk, yeni.– Ne dersiniz Hasan-Âli için? dedim.– Yavuz’la birkaç yaş araları varmış. İstanbul Lisesi’nde de Yavuz’un felsefe hocasıymış.Talebe-hoca sık sık rakı sohbetleri ederlermiş. Yavuz Abadan’la evlendiğimiz gün birkokteyl vermiştik. Gelinlik giymemiştim elbet. Siyah düz bir elbise vardı üzerimde. Herdavetliye viski ikram edemiyorduk. Yaklaştım Hasan-Âli Yücel’e, “Viski ister misiniz?”dedim. “Getir güzel kız,” dedi. Yavuz Abadan’la evlenenin ben olduğumu bilmiyormuş.Öğrenince de Yavuz’a, “Ulan nerden buldun bu güzel kızı?” demişti. Sonra bir gün de Ulusgazetesinde karşılaşmıştık. Beni yalnız görünce, “Ulan kız, nereye sattın herifi?” demezmi? Tatlı adamdı Hasan-Âli Bey. Yaptığı en büyük işlerden biri de Milli Eğitim Yayınları işibence.Nermin Abadan böyle dedi Hasan-Âli Yücel için.Onun yaptığı işler, büyük işler yarım kaldı, kıyıldı. Köy Enstitüleri.Yayınlar. Akşam, 6.8.1968, s. 5
26 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.