Sadece rüya olmayan gerçekliğin yadırgatıcı kılınması gibi görülürse, rüya fenomeninin derinlemesine kavranamayacağım görmüş olduk. Yirminci yüzyıl kuramlarında "şiirsel dil" tanımının "şiirsel olmayan dile" karşıt olarak geliştirilmesinin muazzam güçlükler ya rattığı gayet iyi biliniyor; bir "rüya poetikası"nı rüyamsı olmayan ifadelerden bir sapma şeklinde tanımlamanın ise daha da sorunlu olduğunu söylemeye bile gerek yok. Gérard Genette, rüya fenomeni ve bunun kendine mahsus tuhaflığıyla karşılaştığımızda gördüğümüz o estetik açıdan kendine yetme hali hakkında yazarken, bu işin karmaşıklığına (ve çözümsüzlüğüne) dikkat çekmiştir: "Ona kalsa... şiirsel dil yerine, şiir halindeki dil veya dilin şiir hali demeyi tercih ederdi; metaforu fazla zorlamadan, şiirsel dilin rüya halindeki dil olduğu söylenebilir; uyanıklığa nispetle rüya bir sapma değil, tam tersidir... zaten sapma nasıl tanımlanır ki?"1 Rüya kendi yasalarını yaratır; bu yasalar ne büsbütün insanın bilincine ne de büsbütün bilinçdışına aittir. Ne gerçekliğe aittirler ne de yadırgatıcı hale getirilmiş olanın alanına, yani mantığın olmadığı akıldışı bir alana. Rüya tam anlamıyla yadırgatıcı bile değildir. Bergson "Bir açıklama gerektiren, rüya değil, uyanıklık halidir," demiştir.2 Uyanık geçirdiğimiz gündelik hayatın kaotikliğiyle kıyaslandığında, rüyalar yadırgatıcı değil, bilakis açık ve belirgindir. Tarkovski'nin filmlerinde sürekli kullandığı ve bize -burada ismini zikretmenin hiç de yanlış olmayacağı- Gaston Bachelard'ın bazı düşüncelerini anımsatan suya benzerler. Bachelard şunu fark etmiştir: "Aynalar fazlasıyla uygar, fazlasıyla ’el altında hazır', fazlasıyla geometrik nesnelerdir; rüya hayatı kendiliğinden uyum gösteren birtakım rüya aletleri oldukları ayan beyan ortadadır."3 Bachelard'ın suyun daha da yadırgatıcı yansımasına ihtiyaç duyduğumuz sonucuna ulaşmasının nedeni budur. Kendi yüzümüzün aynadaki yansıması, tam da bilimsel açıklığından ötürü, rahatsızlık verici bir kuşku duymamıza yol açar ve bizi ayna imajını "gerçek” olarak kabul etmekten caydırır. Buna karşılık, yüzümüzün sudan yansıyan imajını "gerçek" olarak kabul etme ye çok daha fazla meyilliyizdir. "Tuhaf', yadırgatıcı bir hale gelmiş olan yüzümüz, birdenbire daha az yadırgatıcı görünür ve biz de bu imajı bizatihi gerçekliğin bir temsili olarak kabul etmeye hazırızdır. Bu bakımdan, sırsız bir ayna olarak suyun yansıtması, tıpkı rüya gibi, gerçekliği yadırgatıcı hale getirerek daha az yadırgatıcı kılar. "Rüya", Maurice Pinguet'nin söylediği gibi, "tüm yalanların kaynağadır; ama rüya görenler, tıpkı yazarlar gibi, "yalnızca başkalarının yalanlarından ötürü suçluluk duyar, çünkü kendi yalanları bir oyunun masumiyetine sahiptir."4
1. Gérard Genette, Figures 11, Paris: Seuil,1969, s. 152.
2. L’Energie spirituelle, Paris: Alcan, 1922, s.157.
3. Gaston Bachelard, LEau et les rêves, Paris: Corti, 1942, s. 32.
4. Maurice Pinguet, "L'Ecriture de rêve dans un cornet à dés", RevuKitabı okudu