Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

112 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Yabancı - Albert Camus Kitapların ilk cümleleri çok önemlidir. Yazılacak olan hikaye kafada tamdır ama o ilk cümleye nasıl başlamalıdır. Camus bunu kitaplarında çok iyi yapıyor ve daha ilk cümleden kitabın sarsıcı etkisini iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Dört yıl önce kitabı ilk elime aldığımda ilk cümleden hayatımı değiştiren kitap olacağını anlamıştım. Sisifos Söyleni’nde de muazzam bir giriş yapıyor. İlk cümlelerin adamı desek yalan olmaz sanırım. Peki nasıl başlıyor kitap; “Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum.” Herhangi bir insan için yıkım yaratacak bir cümle. İkinci cümle ise kayıtsızlığı tasviri. İnsan duygularından arınmış bir şekilde yaşabilir mi? Ya da duygu nedir? İşte burada yabancılık kendini hissettirir ama yine sorarız “Yabancı” kimdir? Dünyayı ve her şeyi olduğu gibi kavrayan insan mı yabancıdır? Yoksa gereğinden fazla anlam yükleyip olağan dışına çıkan kişi mi yabancıdır. Kim çoksa o kazanır. Ve eğer iyi bir şeyse yabancı azınlıktır. İyi her zaman azdır ve çok daima onu yener. Ki öyle de olur. Kendi halinde yaşayan Meursault tesadüfler sonucu yaşadığı trajedide ona “yabancı” olanlara yenilir. Cinayetten yargılanırken cinayet arka planda kalır ve annesinin cenazesinde ki tavırları mahkeme konusu olur. Annesinin ölümünü kabul etmek ve normal (ki zaten normaldir) karşılaması başkaları tarafından “canilik” olarak görülür. Savcının düşmanca adalet araması ve sanığı ölüme mahkum etmek için manevi duyguları kullanması ve kendi adaletinin kabul görmesi için çabalaması akla şu soruyu getiriyor. Adalet nedir? Adalet nasıl sağlanır? Bence adalet yanlıdır. Adalet, adalet isteyen kişinin (kitapta ‘savcı’) doğurduğu bir sonuçtur. Kitapta da şöyle der Meursault; “Beni mahkum eden insanların adaleti...” Adalet yanlıdır ve çoğunluğun istediği olur. Yabancı... Neden duygularından arınmış ve kayıtsızdır. Bunun bazı cevaplarını Camus bize Sisifos Söyleninde vermiştir. Aslında yabancı duygulardan ne arınmıştır ne de kayıtsızdır. Dünyayı olduğu gibi kabul eder. Düzeni bilir ve sorgulamaz. İnsan dünyaya bir anlam yüklemeye çabaladıkça daha çok içinden çıkamaz hale gelir. Bu yüzden Meursault kitap boyunca yemek yer, sigara içer, kahve ve şarap içer, uyur, sevişir, yüzer, iş yapar ve insanları anlar. Sorgulamamanın rutini budur. İnsan doğar, yaşar ve ölür. Annesinin ölümüne de, kendi idamına da bu gözle bakar. Anlam kaybedilmek için vardır. Meursault için dünyada yaşadığı her şey layıkıyla ve olması gerektiği gibidir. Yaşadığı hisleri şu kelimelerle ifade eder ve bende noktası virgülüne katılırım. Şöyle der; “Artık bana ait olmayan bir hayatın bütün hatıraları başıma üşüşüverdi. Evet, bu hayat bana ait değildi ama en küçük ve en güçlü mutluluklarımı; sevdiğim mahalleyi, gökyüzünün akşamları aldığı her çeşit hali, Marie’nin gülüşlerini ve giysilerini o hayatta bulmuştum.” Ölümü kabul etmek insanlar için zordur çünkü hep yaşamak ister. Yüzyıllarca yaşayacağına inanmak (ki böyle bir şey imkansızdır) ölümü kabul etmekten daha gerçektir insanlar için. Fakat bu düşüncede ki insanlar Meursault’a yabancılayarak bakarlar. Peki Meursault ölüm için ne der; “Fakat herkes bilsin ki hayat, yaşamak zahmetine değmeyen bir şeydir. Aslında otuz ya da yetmiş yaşında ölmenin önemli olamadığını bilmez değilim; çünkü her iki durumda da gayet doğal olarak başka erkeklerle başka kadınlar yine yaşayacaklar ve bu, binlerce yıl devam edecektir. Sözün kısası, bundan daha açık bir şey yoktu. Şimdi ya da yirmi yıl sonra olsun, ölecek olan hep bendim.” Bu savunmayla aslında Meursault düşünsel boyutta davayı kazanır. En başta ki annesinin ölümüne karşı olan kayıtsızlık anlam kazanır. Fakat bunu Meursault dışında kimse anlamayacaktır. Bu gerçeği olduğu kabul eden Meursault mu yabancı yoksa gerçek üstü olguya inanan insan topluluğu mu? Temmuz 2020
Yabancı
YabancıAlbert Camus · Can Yayınları · 2019111,5bin okunma
··
20 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.