Bir gün o yeni insan gelecek; yaşamakla yaşamamak arasında hiçbir fark görmeyen mutlu, gururlu, yeni insan. Acıyı ve korkuyu kim alt ederse o Tanrı olacak.
Eski arkadaşlarından ve eski hayat tarzından kendini azat ettiği, yeni arkadaş da edinmediği için okumaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı; okumaya o kadar çok vakit ayırıyordu ki bunu yapan sıradan gözler olsaydı, şimdiye kadar on kere bozulmuştu. Ama onun gözleri güçlüydü ve çok kuvvetli bir vücut tarafından destekleniyordu. Ayrıca aklı da nadasa bırakılmış toprak gibiydi. Kitaplardaki soyut düşünceler açısından bütün hayatı boyunca süren bir nadastı bu, ama artık ekim yapmanın vakti gelmişti. Daha önce hiç çalışmadığı için yorulmak nedir bilmeyen zihni, şimdi kitaplardaki en küçük bilgi kırıntısını bile sünger gibi emiyordu.
Gözlerini dikti ve uzun uzun, düşüncelere dalarak battı; içine nüfuz etmeye, için dekinin kalitesini tartmaya çalışıyordu. Sürekli sordugu soru, “orada nasıl bir beyin var acaba?” İdi. Neyi ne kadar yapabilir? Kendisini nereye götürebilir?
Peki, öyle olsun, diye kararını verdi, bu yeni dünyayı tanımak ona bağlıydı. Şimdiye kadar isteyip de öğrenemediği hiçbir şey olmamıştı; şimdi de içindekileri karşısındaki kızın anlayabileceği şekilde anlatmayi öğrenmek istiyordu.
Martin Eden’i sadece okuyup Jack London’ı bilmez, tanımazsanız onu sadece aşkı için değişip gelişip aydınlanan ve topluma uyumsuz kişilik haline gelen biri olarak görürsünüz. Ama Jack London’ın hayatını bilirseniz, o dönemin siyasi ve ekonomik gündemini bilir ve Jack London’ın kişiliğini bilirseniz çok daha anlamlı olur bu kitap. Aslında Jack London, Martin Eden gibi bir yabaniyken bu kitabı yazacak mükemmel bir yazara evriliyor. Çevirmen Levent Cinemre’nin sunuşundaki son sözdeki gibi bu kitabın sonunda sadece bir kitap okumuş olmayacaksınız bir arkadaş kazanacaksınız. Martin Eden’i anlayıp Jack London’la dost olacaksınız.
Ölümün bir başka yaşama açıldığına inanmak hoşuma gitmiyor. Ölüm benim için kapalı bir kapı. Bunun atılması gereken bir adım olduğunu söylemiyorum; korkunç ve pis bir serüven olduğunu söylüyorum.
İnstagram hesabımdan (ugursuzbaykus) başlattığım #HeraybirCamus etkinliğinin ilk kitabı...
Homeros, ölüler diyarına inen Odysseus’un ağzından şöyle aktarıyor: “Sisyphous’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken: / Yakalamış iki avucuyla bir kayayı, / ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, / ha bire itiyordu onu bir tepeye doğru, / işte
Yabancı - Albert Camus
Kitapların ilk cümleleri çok önemlidir. Yazılacak olan hikaye kafada tamdır ama o ilk cümleye nasıl başlamalıdır. Camus bunu kitaplarında çok iyi yapıyor ve daha ilk cümleden kitabın sarsıcı etkisini iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Dört yıl önce kitabı ilk elime aldığımda ilk cümleden hayatımı değiştiren kitap olacağını