Bir yazarın kalemine daha aşık olmuş bulunmaktayım. Ve geç kalmışlığıma üzülmekteyim. Bu hazzı daha önce yaşamamış olmanın pişmanlığı da var üzerimde.
Bir yazarın tek kitabıyla bu yargıya varmak belki yanlış diye düşüneniniz olabilir ama belli bir birikimden sonra okur hissediyor. Aynı insan sarrafı olmuşlar gibi, okur da yazarın tek kitabını okuduktan sonra diğerleri için de yargıda bulunabiliyor. Burada tek değişen kişisel hitap olayı. Her yazar, her kitap herkese seslenmeyebilir. Çok doğal. Büyük kitlelerin sevdiği bazı kalemlerden hiç tat almadığım olmuştur. Takdir ederim o ayrı ama ruhuma hitap etmez. Malümunuz hayat hızla geçiyor, okunacak kitap çok ve ben de bir çokları gibi ruhumu doyurmak derdindeyim. Tutunmak için...
Her neyse kitaba dönecek olursak kısalı uzunlu öykülerden oluşuyor Akışı Olmayan Sular. Tam da ismine yaraşır nitelikte öyküler var kitapta. Öykülerin ortak karakteri erkek çocukları (son öykü hariç oradaki de çocuk ama kız çocuğu). 10'lu yaşlardaki çocukların dünyasında neler olduğu, düşünceleri, genç birey oldukları zaman, o dönemki yaşantının dönüşleri, çevrenin etkileri ve tüm bunların insanı götürdüğü yolları, derin söylemlerle süslenmiş yazar. Ama öyle bayıcı şekilde değil de tam yerinde kullanmış vurucu cümleleri.
Şimdi şöyle bir düşündüm de Tomris Uyar, Leyla Erbil, Ece Temelkuran benim en sevdiğim, çok başarılı, etkili hatta büyüleyici kalemleri olduğunu düşündüğüm ve bütün kitaplarını okumaya gayret ettiğim yerli kadın yazarlardan. Şimdi Pınar Kür için de aynı şekilde düşünüyorum. Diğer kitaplarını da kesinlikle okuyacağım.
Bu kadarın üzerine 'tavsiye ederim' yazmama gerek yok sanırım. Kitapla ve sevgiyle kalın...