Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Necip Fazıl'ın Başyüceliğinde idare
Yönetim ve Ekonomi Necip Fazıl'ın Başyücelik Devleti bir "Yüceler Kurultayı ve onun tarafından seçilen bir "Başyüce" tarafından yönetilir. Yüceler Kurultayı, "milletin; dinde, fikirde, sanatta, ilimde siyasette, müspet bilgilerde, ticarette, askerlikte, idarede, işte, hülasa insan kafasının arayıcı ham lelerini ve idrak çilelerini planlaştıran her safhada, eser, keşif, görüş, terkip ve dava sahibi (aksiyon)cu güzidelerden örülüdür." (s. 285) ' Bu haliyle de elbette ki elitist ve aristokratik bir nitelik taşımaktadır. Necip Fazıl'ın "Müessisler Meclisi" olarak adlandırdığını ve nasıl kurulduğunu anlatmadığı bir kurucu meclis tarafından seçilen 101 kişilik Kurultayın üyelerinin en genci 40 en yaşlısı ise 65 yaşında olmak zorundadır ve üyeler " kendilerini şahıs şahıs kuşatan ve en küçük uygunsuzluk tezahüründe tasfiyeye uğratan sebepler dışında" ölene kadar bu görevlerini sürdürürler. (s. 286) Kurultay içerisinden beş yıllığına Başyüce olarak seçilen kişi, "kaba ve umumi manasiyle herhangi bir devlet reisi değil, derin ve girift, içtimai bir remzdir." (s. 291) Necip Fazıl, Yüceler Kurultayı'nın "vicdan" ve Başyüce'nin "irade" olduğunu söyler. (s. 288) Yüceler Kurultayı'nın ve Başyüce'nin ortaya çıkışıyla birlikte, "hak ve hakikatin muhtaç olduğu iki ana merkez doğmuş olur ve bu iki ana merkezin iş ve fikir kaynaşmasından doğacak olan vahdet, demokrasyaların varamayacağı nizamlı hürriyetle, demokrasyalara zıd bütün şekillerin başaramadığı ve başaramayacağı hür disiplini, sağ ve sol kanatlardan hiçbirini incitmeden elinde tutar." (s 288-289) Başyüce ahlak, bilgi, savaşçılık gibi en yüksek değerleri varlığında birleştirir ve her davranışıyla bunu ortaya koyar. Şahsında m illeti ve milli iradeyi cisimleştirir, o her davranışı ve tutumuyla "ben milletimin görünürde en ahlaklı, en bilgili ve en akıllı ferdiyim" der. Hükümet Başyüce adına iş görür, adalet mekanizması onun adına adalet dağıtır. Yasalara aykırı bir emir veremez ama her emri kanunu tamamlayıcı ayrı bir kanun niteliği taşır. Kanunun bir şey söylemediği hailerde ise emri kesindir. Başyüce bir emriyle hükümeti görevden alabilir, hükümet Başyüce adına iş görür, adalet onun adına dağıtılır, Başyüce ordunun başıdır ve Başbuğ onun adına orduya vekalet eder. Başyüce beş yılın sonunda yeniden bu makama seçilebilir ve seçildiği sürece yaş haddi olmaksızın bu görevde kalabilir, eğer seçilemezse ve yaş haddini doldurmamış durumdaysa, yani 65 yaşını geçmemişse Yüceler Kurultayındaki koltuğuna geri döner. (s. 291 -292) Yüceler Kurultayı, gerekli gördüğü durumlarda Başyüce'yi devirebilir; ancak bunun için yüzde yetmiş beş gibi bir çoğunluğa ihtiyaç vardır. Başyüce ise Kurultay'ı doğrudan feshedemez ama Kurultay'ın yüzde kırkından alacağı destekle "millet i radesi"ne başvurabilir, yani fesih referandumu düzenleyebilir. Eğer millet iradesi Kurultay'ın feshine karar verirse, Başyüce'nin arkasında duran üyelerin görevleri ne devam etmesi kaydıyla yeni bir Kurultay seçilir. Milli irade Başyüce aleyhinde bir karar verirse, Başyüce devrilir ve yerine yeni bir devlet başkanı seçilir. (s. 289-290) Anlaşılacağı üzere Kurultayın Başyüceyi azletmesine nazaran Başyücenin Yüceler Kurultayı'nı feshetmesi daha kolaydır, bu da "Başyücelik Devleti" adını açıklar niteliktedir. Necip Fazıl'ın ütopyasının adı, örneğin "Yüceler Kurultayı Devleti" değil, Başyücelik Devleti' dir ve bu rastgele bir seçim değildir, söz konusu rejimin tek adam merkezli olduğuna dair temel göstergelerden biridir. Zaten hükümet de öncelikli olarak Başyüceye ve ondan sonra Yüceler Kurultay'ına karşı sorumludur. Başyücelik Devleti'nde hükümet bir Başvekil ve on bir vekilden oluşur. Başvekil, Başyüce tarfından Yüceler Kurultayı üyelerinin arasından seçilir ve Başvekil, vekilleri Başyücenin onayına sunarak tayin eder. Necip Fazıl Başyücelik Hükümetindeki vekillikleri şöyle sıralar: Maarif, Savaş, İktisat, Maliye, Sağlık ve Bakım, Adliye, Matbuat ve Propaganda, Hariciye, Dahiliye, Nafia, Düzenleme Vekillikleri. 11 vekillikten oluşan hükümetin 11 temel davası vardır. Bu davalardan ilki "ruh ve ahlak davası"dır ve Necip Fazıl tarafından "tezadsız bir ruh ve ahlak örgüsünün, maddi ve manevi ameliye sahasında, mükemmel ve muazzam tedbir cihazını kurma işi" diye tarif edilir. İkinci dava "umumi irfan davası" olarak adlandırılmaktadır ve bu dava "garbın müspet bilgiler manzumesini kendi topraklarında iklimlendirici, an'aneleştirici ve bütün taklit ve özentilerden çekip kurtarıcı mikyasta" bir eğitim sisteminin inşası anlamına gelmekte ve Batı'nın pozitif bilimlerinin "yerli" değerlerle sentezine işaret etmektedir. Üçüncü dava "köy ve köylü davası" olup, " köylünün ruhunu, vücudunu, kesesini, aletini, verimlini, ticaretini ihya; ve onu kılığından evine ve köyünün manzarasına kadar bütün bir şahsiyet ve asliyet ifadesi altında zaptetme işi" şeklinde ortaya konur ve hem köyün kalkındırılmasına hem de köy temelli bir kalkınma anlayışına işaret eder. Dördüncü dava olan "şehir ve umran davası" büyük şehirlerin, beldelerin ve Necip Fazıl 'ın "metropolis" diye adlandırdığı devasa kentlerin imar edilmesi davasıdır. Beşinci dava "ordu davası" dır ve "imanından, ahlakından, terbiyesinden, nizamından, ilminden, aletinden, kılığından, biçiminden, muaşeretinden her şeyine kadar, kemiyette ne olursa olsun, keyfiyette dünyanın en üstün ordusunu" kurmak diye tarif edilir. Altıncı dava olan "dış münasebetler davası" dış politikanın "milli menfaat uğrunda Şeytanı çatlatacak kadar ince tertiplerle takviyeli tarzda adım adım gayesine" ulaştırılması ve "bu yolda bütün yeryüzü milletlerini bütün kuvvetleri ve zaaflarıyla tanıma" anlamına gelmekte ve aktif bir diplomasiye ve etkin bir istihbarat ağına işaret etmektedi r. Yedinci dava olan " bütün neşir vasıtalarını murakabe ve himaye davası" sadece basın-yayın organları üzerinde değil, tiyatro, sinema, konferans, müzik, hülasa fikir ve ruh telkinine mahsus her vasıta" üzerinde devletin topyekun bir denetleme ve yönlendirme faaliyeti sürdürmesi, mutlak bir sansür mekanizmasının kurulması anlamına gelmektedir. Sekizinci dava "iş emniyeti ve iş sahalarında ahenk davası" dır ve bu vekaletler arasında bir ahenk sağlamanın yanı sıra işçilerle memurların haklarını savunma ve iş yaşamında herhangi bir çatışmaya izin vermemeye işaret etmektedir. Dokuzuncu dava olan "nüfusu çoğaltma, güzelleştirme ve sağlamlaştırma davası" hem nüfusu çoğaltmak hem de onu güzelleştirme, sağlıklı hale getirme davasıdır ve daha sonra çok daha ayrıntılı bir şekilde göreceğimiz üzere Başyücelik Devleti'nin biyo-politik karakterine işaret etmektedir. Onuncu dava olan "milli servet ve iktisat davası" ise iktisadi yaşamın düzenlenmesi, tezatsız bir çalışma yaşamının tesis edilmesi, milli refahın artırılması ve gelir dağılımının düzenlenmesi davasıdır. (s. 297-298-299) Bakanlıkların üstlendiği bu davaları "vecd, aşk, fikir ve hakikat laboratuvarı"nda temsil etme görevi "Yüce Din Dairesi"ne verilmiştir ve "hükümet reisiyle bir hizada'', hükümetin ise üzerinde yer alan bu dairenin reisi Başyüce tarafından seçilir. "Dış propaganda, dini öğretim, din vazifelilerini yetiştirme ve kadrolaştırma" görevlerini üstlenen bu daire, "Başyücelik emrinde ve Yüceler Kurultayı yanında, devletin başlıca istişare merkezi kabul edilebilir." (s. 300) Peki bu elitist ve aristokratik modelde halk nerede durmaktadır, "siyasal katılım" nasıl söz konusu olacaktır? Necip Fazıl'ın bunun için bulduğu formül "Halk Divanı"dır. Halk Divanı "senenin belli başlı günlerine mahsus olmak üzere" toplanır ve toplantı yeri Başyücelik sarayındaki aynı adı taşıyan salondur. Herkes dinleyici ve izleyici olarak bu salona girebilir, divanda söz isteyenler ise şikayetlerini öncelikle bütün makamlar nezdinde takip etmiş olmalıdırlar, ortaya attıkları iddiaları ispatlamamaları ise "milletin fikir, hürriyet ve dava hakkını suistimal" anlamına gelecek ve ağır bir şekilde cezalandırılacaktır. (s. 302) Halk Divanında hem Başyüce hem de hükümet hazır bulunur ve halk, " bir veya birçok ferdiyle haklarını Başyüceye karşı müdafaa eder ve neticeyi alır." Halk Divanı, Başyüceyi ve hükümeti halk huzurunda hesap vermeye memur kılarken, fertlere de "aştığı edep ve hak sınırı nisbetinde mesuliyet yükleyici" bir nitelik taşır ve tam da bu nedenle Başyücelik Devleti'nde "hiçbir demokrasya idaresinin varamayacağı fert hakkıyla hiçbir (totaliter) rejimin ulaşamayacağı hükümet hakkı bir aradadır." (s. 302-303) Başyücelik Devleti'nin ekonomik sistemi, kapitalizmle sosyalizm arasındaki "ilahi ahenk"e dayanır ve "bu ahengin ilk kutbunda, ticaretin helal ve ferdi mülkiyet ve kazancın hak olması; ikinci kutbunda da faizin haram ve zekatın farz olması vardır." (s. 2 1 7.) Bu sistemde birey İslamın yasaklamadığı sahalarda "dilediği gibi çalışıp dilediği gibi kazanmak ve böylece hudutsuz mikyasta ferdi oluş ve davranış hakkını yerine getirmekte" serbesttir, ki bu liberalizmin aradığıdır; öbür taraftan, zekat sınırına ayak basmış mal ve sermayenin kırkta biriyle süzülerek, şeriatın kabul ettiği gibi, İslami devlet hazinesini doldurması ve oradan muhtaçlara, müstehaklara ve cemiyet hayrına dağıtılması" söz konusudur, ki bu da sosyalizmin aradığıdır. İşte bu sentezi sağlayabilen toplumlar "ebediyen kurtulmuş olacaklardır." (s. 2 1 8) Necip Fazıl'a göre, bu sistemin dayandığı zekat uygulaması, sermayenin krizini de çözebilecek niteliktedir. Zekat sermayeyi sürekli harekete davet eder, büyüdükçe cemiyete dağıtır ve "urlanmasına" engel olur ve böylelikle " 1 9. ve 20. asırlar hastalığı"nın biricik ilacı haline geli r. (s. 219) Başyücelik Devleti'nde "sermaye ve mülkiyette tedbircilik" esastır ve "başıboş ferdi sermaye sistemi"ne izin verilmeyecektir. Bunun temel gerekçesi ise elbette ki sosyalist ve komünist fikirlerin önüne set çekmektir, çünkü "sosyalizma ve komünizma" bu başıboşluktan doğmuştur. Dolayısıyla " bizim dehhameleşmiş ferdi sermayeciliğe düşmanlığımız, bugünkü haliyle kapitalizmaya zıt olduğu kadar, hatta daha fazla, komünizma ve sosyalizmaya aykırıdır." (s. 401) Dolayısıyla bütün sağ ideologlarda olduğu gibi Necip Fazıl' da da esas mesele, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin ilgası değil, kontrol altına alınmış bir kapitalizmdir. Çünkü "başıboş" bir kapitalizm, eşitsizlikleri derinleştirmekte, kitleler de sosyalizme yönelmektedirler. Dizginlenmiş bir kapitalizmin ve korporatist/solidarist bir ekonomi modelinin sosyalist fikirlerin yayılmasını engelleyeceği varsayıldığı içindir ki, sağın komünizmle mücadelesinin temelinde " kapitalizm le mücadele" retoriği bulunmaktadır.
·
571 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.