Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

69 syf.
·
Puan vermedi
·
27 saatte okudu
“Sihirli olmayan bir şey yapmamız mümkün değil!”
Bir kere değil defalarca okuyup analiz etme isteği uyandıran bir öykü kitabı. Harika! Beni en çok etkileyen ilk iki öykü oldu. Düş, gerçek, sihir, psikoloji, felsefe... Hepsinin harmanlandığı insanı içine çeken bir kurgusal yapıya sahip. 1. Öykü: Zaman Sülükleri Beklemek, umut etmek ve arzular, insanın mevcut var oluşunun gücünü emen “zaman sülükleri” olarak kabul ediliyor bu öyküde. İnsanın o anda var olan mutluluğunu emerek büyüyen ve paralel bir evrende insanın bu davranışları sayesinde var olan karanlık tarafı! Gerçekten de insanlar olarak hep bir geleceğe dair arzu, umut, beklenti ile geçiriyoruz hayatımızı. Gerçekleştiklerinde ise yeni bir zaman sülüğü yaratıyoruz yeniden. Ta ki ölene dek... Psikoloji açısından incelendiğinde ise insanın aklına Carl Gustav Jung’ın gölge arketipini getiriyor öyküdeki bu kavramlar. Gölge arketipi insana evrimin en başından kalmış bir miras. İnsan doğasının hayvansal yönü olan bu arketip her insanda mevcut. Uygarlaşma ile toplumlarda insanlar tarafından bastırılmaya çalışılsa da insanın canlılığının, doğallığının, yaratıcılığının da kaynağıdır aynı zamanda. İnsan bu tarafını bastırdıkça tek tip bir makineleşme sürecine girmektedir. Öyküde bu zaman sülüklerini bastırmaya çalıştığını söyleyen karısını ve çocuğunu kaybettikten sonra hiçbir şey hissetmek istemeyen Johann Hermann Obereit’in bunu başardıktan sonra insanın ister okşansın ister kesilsin hiçbir şey hissetmeyen bir odun parçası gibi olduğunu belirtmesinden bu durumu görebiliriz. Oysa ne kadar bastırılmış olsa da en zor anlarda ani kararlar verilirken yine gücü eline alandır gölge arketipi. Johann Hermann Obereit’in “Evet, ama yalnızca uyuşturulabilir!” ifadesinden de asla insanı tamamen terk etmeyecek yanı olduğunu gösterir bize yazar. Müthiş! 2. Öykü: Kardinal Napellus Botanikçinin bulduğu Zehirli “kurtboğan” bitkisi ile başlayan öykünün başlangıcı ve bitişinin birbiriyle bağlantısı çok etkileyici. İskandilini- gölün derinliğini ölçmeye yarayan ve ucunda yumurta büyüklüğünde bir metal olan olta- dibe vurdurmayı başaran Radspieller’in inanç ve umudun simgesi olan Güneş’in ulaşamadığı bir noktaya temasının derin anlamında insanın en kuytusuna ulaşabilmesi ve tamamlanmışlık hissini tatma yatıyor belki de. Dünyayı anlamaya çalışan bir çocukken zamanla bu anlama isteğinden deliren din adamı babasının da etkisiyle bir tarikata dahil olan Radspiaeller manevi susuzluğunu dindirme çabalarının tarikat tarafından nasıl da işkenceye dönüştürüldüğünü görürüz öyküde. Gündelik hayatta da duyduğumuz durumlara ne kadar benzer, değil mi? “Mavi Kardeşler” olarak kendilerini tanıtan, ölüme yaklaştığını hissetiklerinde kendilerini diri diri toprağa gömen, bahçelerindeki mavi kurtboğan bitkisini kendi kanlarıyla sulayan ve böylece bu bitkinin sihri sayesinde insanın ruhunun cennette kök salacağına inanan, çiçeğin zehrini yiyerek ölüm ve yaşam arasında kalan üyelerinin olduğu bir topluluk! Tarikatın kurucusu Kardinal Napellus’un cesedinin yerini bu çiçeğin aldığı söylencesiyle üyelerini kendine bağlayan bir tarikat! Derin yapıya baktığımızda bu çiçek metaforu kişileri tarikatlara bağlamak için kullanılan pek çok farklı görevle bağdaştırılabilir. Kardinal Napellus da pek çok yatır, türbe vs. ile ilişkilendirilebilir. Öte yandan bitkinin zehirli tohumlarını üyelerine yedirmeleri ise Hasan Sabbah’ın haşhaşi tarikatını akla getirmekte. Pek çok dini yapılanmanın aşina olduğu durumlardan bazıları bunlar. Oysaki öykünün kahramanı Radspieller bu durumun kendini bitirirken onu kandırdığına inanır zamanla ve tamamlanmışlık hissi için ömrünü verir bir göl kenarında. Öte yandan insan, kaçtığı ve korktuğu şeylerle gerçekten yüzleşmeden onlardan kaçarsa sonunda yine onları anımsatacak bir şey yaratarak korkuyu canlandırır hayatında mesajıyla biten öykü muazzam! Son olarak kitaptaki tüm öykülerin ortak noktasını öykülerin baş kahramanlarının psikolojik olarak onları yaralayan bir travma yaşamaları oluşturuyor. Birinci öyküde karısını ve çocuğunu kaybeden Johann Hermann Obereit, ikinci öyküde babası din yolunda deliren Radspiaeller, üçüncü öyküde uyurgezer olarak çatıdan düşerek yıllarca hafızasını kaybettiğine ve bir asilzade olmasına rağmen kendisini uşak sanan Wirtzigh karakterlerinin anlattıkları ile gerçeklik bağını kurmakta çelişkiye düşürüyor insanı yazar. Düş ile gerçek sarmalı bile sarıyor sarmalıyor ve büyülüyor. Jorge Luis Borges boşuna seçmemiş bu kitabı diyerek veda ediyor insan kitaba.
Kardinal Napellus
Kardinal NapellusGustav Meyrink · Dost Kitabevi · 1999246 okunma
··
206 görüntüleme
Gizem Çetin okurunun profil resmi
Muhteşem bir inceleme, emeğinize sağlık. Aynı satırlardan selamlar :)
Portakal Çiçeği okurunun profil resmi
İncelemenizi beğenerek okudum. Düş ile gerçek sarmalını pek sevmesem de, kitapla alakalı diğer unsurların hepsi aradığım şeylerden. Emeğinize sağlık
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.