Yasal siyasi muhalefet ve muhalif çizgideki basın, 1925 yılı içerisinde, Şeyh Said isyanı vesilesiyle büyük oranda yok edilir veya sindirilir. Halk Fırkası, muhalefetin bulunmadığı bir siyasi alana kavuşur. Ancak, Hükümet açısından hala bazı sorunlar vardır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın binaları kapatılarak faaliyetleri kısıtlanmıştır, fakat bu partiye mensup milletvekilleri hala Meclisin üyesi konumundadırlar. Bu millet vekilleri hala bazen muhalif çizgilerini devam ettirmekte veya en azından iktidara karşı kayıtsız-şartsız bir itaat içerisinde bulunmamaktadırlar. Halbuki, iktidar, hiçbir şekilde kendisine muhalif bir siyasi oluşum veya hatta potansiyel muhalefet istememektedir. Bu nedenle, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası milletvekillerinin hükümete yönelik bazı küçük muhalefetleri dahi, iktidar kanadında büyük bir sorun olarak algılanır. Bunlardan birisi 9 Kasım 1925'te yaşanır. Bu tarihte, Başbakan İsmet İnönü Takrir-i Sükun Kanunu gereği Hükümetin yürüttüğü faaliyetleri savunan bir konuşma yapar ve konuşması sonunda yürütülen politikanın onaylanıp onaylanmadığını tespit etmek amacıyla oylamaya gidilmesini ister. Oylamada 21 milletvekili "red" oyu verir. Anlaşılır ki muhalif milletvekilleri birlikte hareket etmekte ve muhalifliklerini terk etme eğilimi taşımamaktadırlar. Bir diğer ifadeyle, bütün gerçekleştirilen siyasi, yasal girişimlere rağmen iktidar hala muhalefetsiz bir Meclise kavuşamamış durumdadır. Buna ek olarak, İstiklal Mahkemeleri'nin "keyfi kararları" siyasi çevrelerde önemli bir muhalif yapının oluşumuna zemin hazırlamış durumdadır140• İktidar her türlü muhalefetten kurtulma arzusu taşır. Ama nasıl? Hükümet böylesi bir fırsatı çok geçmeden elde eder. İzmir Suikastı olarak tarihe kaydolunan girişim, Halk Fırkası'na, özellikle de Meclis'teki muhalefetin kökünü kazımak için eşi bulunmaz bir fırsat sağlar141. Şu veya bu şekilde suikastla ilişkilendirilen bütün muhalifler ya idam edilirler ya da siyasi hayatları sona erdirilerek etkisiz kılınırlar142.
140 Ali Fuat Cebesoy, kendisiyle yapılan bir röportajda şunları söyler: [ifade bozuklukları metnin aslındadır] "Atatürk'ün icraatı var ya, yenilikleri var ya, şapka giydirdi, kadın haklarını verdi, kanunu medeniyi kabul etti, bu icraatı var yani bu memlekette mühim bunlar, bunlar kolay kolay herkesin yapacağı iş değil. Suikastı mahsus bir terör havası yarattı, bunları yapabilmek için. Böyle hareketleri vardır ... Suikast meselesi[nden] evvelden haberdardı. .. Ani bir sürpriz değil. Ama onu öyle bir sahneye koydu ki mecliste, memlekette, hem bir terör, hem de aman Atatürk'ü muhafaza edelim, ne söylerse yapalım, fikrini hazırladı ve arkasından, bir arkasından, öbürü arkasından, ille bunu yapacaksınız diye, şapkadan başlayarak kanunu medeni vesaire hepsini yaptı. Böyle hareketleri vardır. Şimdi bu hareketleri esas alacak olursak bu adam diktatör, diktatör. Ama esası diktatör değil çünkü başka türlü hareket zaaf vereceği için, yarım bırakacağı için, daha fenalık getireceği için burada bir mizansen sahneye koyardı. O mizansene ekseriye diktatörlük derlerdi. Yani ben öyle derim ki büyük sanatkar ve usta bir aktör" (Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar, s. 364).
141 Bkz: Tuncay, TC. Tek Parti Yönetiminin Kurulması, s.8.165.166
142 Kinross Atatürk s.497
.
.
.
Suikastçıların hedefi sadece Mustafa Kemal'dir; ortada, hiçbir şekilde "rejim" sorunu yoktur. Ama ne var ki Mustafa Kemal "işi büyük ölçüde siyasi bir komplo gibi ele almayı daha uygun görür"; muhalefetin son artıklarınj da temizlemek için şahsına yönelik suikast planını "kaçınlmayacak bir fırsat [olarak değerlendirir. Bu sayede]; topyekun bir iktidar için sabırsızlanan ve kendisine karşı olan herkes[i] suçlamak ve yolunun üzerinden uzaklaştırmak olanağı"145 elde eder. İlk andan itibaren süreç titizlikle hazırlanır. Mustafa Kemal, 18 Haziran'da Anadolu Ajansı muhabirine verdiği demeçte, suikastın şahsına yönelmiş gibi görünmesine karşın, aslında Cumhuriyet'e ve onun dayandığı yüksek ilkelere yönelmiş bir giri
şim olduğunu ifade eder146. Bu son derece önemli bir suçlamadır; çünkü, suikast girişiminin Cumhuriyet'e yönelik algılanması, olayın değerlendirilmesinin ve takibinin geniş tutulacağı mesajını vermektedir. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü de yıllar sonra kendisiyle yapılan bir röportajda bu duruma değinir. İnönü'nün "Bir iddiaya göre İzmir suikastından sonra yapılan muhakemeler Atatürk'ün siyasi rakiplerini tasfiye halini almıştır. Dolayısıyla İzmir suikastı olayı bu maksatla istismar edilmiştir. Bu iddia doğru mudur?" sorusuna verdiği cevap, suikast girişiminin nasıl bir yönde değerlendirildiğinin bir anlamda itirafı niteliğindedir: "Şimdi benim hatırladığım, İzmir suikastı olduğu zaman ihtilaf halindeki arkadaşları aynlıp bir fırka teşkil etmiş bulunuyorlardı. Terakkiperver Fırkası azası idiler. Onlar davaya arızi olarak sonradan katıldılar. Asıl büyük mesele İttihat ve Terakki'den azaların davaya karışmaları ile çıktı. Ötekiler arizi olarak girmişlerdi ve sonunda beraat ettiler"147
Suikast girişimi duyulur duyulmaz "dört Ali'ler mahkemesi"148 olarak isim yapmış İstiklal Mahkemesi heyeti toplanır. Mahkeme heyeti, suikast planı ve bu planın itirafıyla ilgili hiçbir bilgiye sahip olmadığı149 halde, bütün Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası milletvekillerinin, dokunulmazlıklarına bakılmaksızın, nerede olurlarsa olsunlar bulunup tutuklanmalarına karar verir. Heyet, hemen bir trenle İzmir'e hareket eder150.
145 Hakimiyet-i Milliye 19 Haziran 1926
146 İpekçi, "İnönü Atatürkü Anlatıyor", s. 23, 24 147 Söz konusu "Aliler" şunlardır: Afyon Milletvekili Kel Ali (Çetinkaya) (başkan), Denizli milletvekili Necip Ali (Küçükağa) (savcı), Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali (üye). Rize Miletvekili Laz Ali (Zırh) (üye), Aydın Milletvekili Doktor Reşit (Galip) (üye). Bazı kaynaklarda ise ilk üç şahsiyete atfen "Üç Aliler" olarak bahsedilir.
148 Güz, Türkiye’de Basın-İktidar ilişkileri , s. 204 149 Kılıç Ali. İstiklal Mahkemesi Hatıraları. İstanbul 1955, s. 40
150 "İsmet Paşa Kazım Karabekir'in suikastçılık sanığı olarak yakalandığını duyunca, bütün suikast hikayesinin topyekün bir tertip olduğuna hükmetti" (Atay, Çankaya, s. 403)