Bugün din ve devlet ilişkilerini somut anlamda tanımlayan Anayasa maddesi 136. maddedir. Bu madde, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın statüsünü belirlemektedir; "Genel İdare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir". Bu maddeden de anlaşıldığı üzere, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kurulmasında ve faaliyette bulunmasına kanuni bir zemin hazırlanmasındaki amaç; Cumhuriyeti kuran kadronun sıklıkla ifade ettiği üzere halkı "gerici-yobaz-cahil" hocalardan kurtararak dini doğru şekilde temsil etmek ve öğretmek amacını gerçekleştirmek değildir. Zaten eğitim ve öğretimin dinle ilgili kısmı dahi Diyanet İşleri Başkanlığı'na değil, laik bir kurum olan Milli Eğitim Bakanlığı'na aittir. Dolayısıyla 136. maddede açıkça belirtildiği üzere, laiklik esas alınarak ve her türlü siyası görüş ve düşüncenin dışında kalarak milletçe dayanışma ve bütünleşme yerine getirilecektir. Bu dayanışma ve bütünleşmenin ise sistemin öngördüğü dayanışma ve bütünleşme olduğu açıktır.169 Bu durum 633 sayılı ve 1965 tarihli Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Kanunu'nda "ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek" bahsinde ifade olunun özelliğe tekabül eder. Çünkü, toplumsal yönü itibarıyla düşünül düğünde; ahlakın Diyanet'in sorumluluğuna verilmesi, esas olarak dini temelli ahlakın etkin kılınmasını arzulamak ve gerçekleştirmek amacından değil, ahlakın her an dine meyledebilecek yönlerini bu kurum aracılığıyla kontrol altında tutmak amacının gereği olarak gündeme geldiği anlaşılır. Yoksa, en dini olabilecek konuda dahi, rejim gerektiği zaman fetvayı Diyanet Kurumu'na sormadan kendisi verebilmiştir. Örneğin; kullananların esas amacının farklı olduğu iddia edilse bile görünen ve açıktan söylenen amacın dini olduğu bilinen "başörtüsü" konusundaki Danıştay'ın "fetva"sı şudur: "Kendi toplumsal çevrelerinin baskısına veya gelenek ve göreneklerine boyun eğmeyecek ölçüde eğitim gören bazı kızlarımızın ve kadınlanmızın sırf laik Cumhuriyet ilkelerine karşı çıkarak dine dayalı bir devlet düzenini benimsediklerini belirtmek amacıyla başlarını örttükleri bilinmektedir. .. Bu nedenle Yüksek Öğrenim görmek üzere okula geldiği sırada dahi baş örtüsünü çıkarmamakta direnecek ölçüde laik devlet ilkelerine karşı bir tutum içinde bulunan davacının okula alınmamasında yasalara aykırılık yoktur"170•
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın rejimce tanımlanmış biçimiyle olan "din işleri" dışında hiçbir şekilde müdahale veya görüş bildirme yetkisi olmadığı gibi, hatta yine rejimce çizilen sınırlar içerisinde dahi olsa "din işlerinde" de tam yetkili olmadığı, siyasal sistemin her zaman ve her alana müdahale eder olduğuyla ilgili tarihi örnekler pek çoktur. Bunlardan en tipik olan Ezan ve Kamet gibi laik rejimin de tanımladığı anlamda tamamıyla dini olan bir konuya Diyanet'in ancak sessiz gerçekleşebilen muhalefetine rağmen müdahale edilmiş olmasıdır.171
169 Danıştay'ın 8. Dairesinin bu kararıyla ilgili olarak bkz: E. 19831207, K. 1984/330, T. 23 Şubat 1984 (Danıştay Dergisi 56.57, s. 317.318)
170 ayrıntılı bilgi için bkz: jaschke, Yeni Türkiye'de İslamlık, s. 43-49; Tanör'ün "Tek Parti" yılları bağlamında Diyanet İşleri Başkanlığı için söylediklerinin bir-iki küçük istisna dışında aynen bugün de geçerli olduğu anlaşılıyor: "Diyanet İşleri Başkanlığı teknik bir kamu hizmeti kuruluşu olarak çalışıyor, rejimin talepleri doğrultusunda dinin kişiselleşmesine katkıda bulunuyordu. Yetkileri sınırlıydı,ruhani bir otoritesi yoktu, İslami kurallar öneremez, teolojik araştırma yapamazdı, dinsel mülk (vakıf) sahibi değildi. Kısaca DİB, laikleştirme politikasına dinsel meşruluk kazandırma görevi yüklenmişti. Bütçesi ve atamalarıyla tam bir devlet dairesiydi. Devlet, dinin siyasal ve toplumsal alana karışması olasılığına karşı DİB'nı kullanmaktaydı" (Tanör, Kuruluş Üzerine 10 Konferans, s. 1589)
171 Başgil, Din ve Laiklik, s. 178