Selam. Söyleyebileceğim o kadar çok şey var ki bu kitap hakkında. Ama bir o kadar da sanki kelimeleri ne kadar iyi kullanırsam kullanayım ifade edemezmişim gibi.
Kitabın daha ilk sayfalarını okurken kitaba çabucak ısındım ve kitabı seveceğime emindim. Kitabın akışı beraberinde beni de sürükledi. Bir ara okumak ile alakalı durgun bir dönemim oldu, reading slump bilirsiniz. Maalesef bu yüzden kitabı geç bitirdim epey uzun sürdü. Ama okuma tempoma yeniden devam ettim Martin Eden ile.
Açıkçası okurken Martin de kendimden çok şey gördüm. Bu yüzden Martin'i iyi anlayabildiğimi sanıyorum. Ruth'a gelecek olursak başından beri doğru bir aşk değildi onunkisi. Kafasında Martin'i hep kendi hayalindeki gibi tasarladı. Martinden de hayalindekine uymasını bekledi hep, bencilce. Fakat Martin'in de hayalleri, istekleri vardı. Sevdiği kız için bir şeyler yaptı denedi, reddedildi ama pes etmedi. Ruth daha kolay pes etti bana kalırsa. Gerçekten aşık olsaydı uğruna savaşırdı, demek istediğim ailesini karşısına alırdı. Martin para kazandığında yaptığı şeyden bahsetmek bile istemiyorum.
Martin'in heyecanı, zekası, azmi, tutkusu, düşünceleri beni derinden etkiledi. Kitapta en çok etkilendiğim şeylerden biri Lizzie'nin Martin'e olan tutkusu. Diğeri Martin'in hayat doluyken zamanla hayattan kopuşu, yalnızlığı ve ölümü. Bir de Brissenden'ın ölümü.
Kitapta burjuva sınıfına eleştiriler vardı. Jack London kendi hayatını da aktarmış eserine. Aslında Martin'i tanırken aynı zamanda Jack London ile de tanışıyoruz desem yanlış olmaz bence.
Eğer bir maceraya çıkmak ve yaşam mücadelesi görmek isterseniz bu kitabı mutlaka okuyun derim. Sevgiyle kalın.