Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

152 syf.
10/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Freud ilk kaygı teorisinde kaygıyı daha ziyade bastırılmış libodoyla ilişkilendirir (1895'te yayımlanmış, "Kaygı Nevrozu" Olarak Tanımlanan Belli Bir Sendromun Nevrasteniden Ayrı Değerlendirilmesinin Gerekçeleri Üzerine, adlı makalesi, [
Psikopatoloji Üzerine
Psikopatoloji Üzerine
]), ancak "Ketlemeler, Semptomlar ve Kaygı" adlı 1926 tarihli çalışmasında görüşlerini değiştirir(yukarıdaki eserde bu makale de bulunmakta). Burada kaygı bir tehdit beklentisiyle nitelenir ve bastırmanın sonucu olarak değil, nedeni olarak karşımıza çıkar. Freud şunu sorar: Neden kaygıya verilen tepkilerin tamamı nevrotik değildir. Yani "Gerçekçi Kaygı" ile "Nevrotik Kaygı" arasındaki fark nedir? Gerçekçi kaygı bilinen bir tehlikeye karşı gösterilir, nevrotik kaygı ise bilinmeyen bir tehlikeye karşı, fakat bu nevrotik kaygı için basitçe nesnesiz korkudur diyemeyiz. Nevrotik kaygı daha ziyade nesnesizlikle değil bir nesnenin kaybolmasıyla bağlantılıdır ki bu da Freud'a göre kastrasyon ve ölüm korkusuyla iç içedir. Fakat nesneyi kaybetme ihtimalinin özne için doğurduğu tehlike, nesnenin zaten, özne için çoktan kaybeldiği gerçeğine karşı bir maskedir yani "kaygı durumunda, öznenin nesnenin kaybolmasının kendisi için doğurduğu tehlikenin ta kendisinden dehşete kapıldığı sonucuna varabiliriz" (s. 29). Lacan ise Freud'un bu kaygı teorisini ele aldığında, kaygının Öteki'yle olan özel ilişkisine dikkat çeker. Özne, Öteki'nin bütün olmayışıyla, onun tutarsızlığı ve çelişkisi karşısında, Öteki'nin arzusu problemine takılır: Öteki'nin benden arzu ettiği şey nedir? Öteki'ndeki bu çatlağa ancak kendi çatlağıyla karşılık verebilir özne, ve bu konumda da kaygı duyar. Yani bir eksiklik ile karşılaştığı için değil eksikliğin olmadığı yerde bir nesnenin bulunması sebebiyle. Özne, kaygı yaşamamak için Öteki'ndeki bölünmüşlüğe karşı bir fantazi geliştirir, ki fantazi eksiği perdeler. Fantazisinin berisinde duran özne kaygıdaki özne gibi şunu duymaz: Öteki'nin arzusu benim varlığımı tanımıyor! Freud devam eder: Bir nesnenin kaybına verilen yas ve melankoli gibi iki farklı tepkiden kaygının farkı nedir? Ve şöyle bir ayrım yapar; yas, artık var olmayan nesneden, gerçeklik sınamasının altında ayrılma sürecidir. Melankolideki özneyse, yitirilen nesne ile kurduğu narsistik özdeşleşmede ısrar eder. Yasta bir kabul söz konusudur, fakat melankonkilide ve kaygıda bu yoktur. Kaygı ise daha ziyade bu nesne kaybının doğuracağı tehlikeyle alakalıdır. Yitirilen nesnenin kendisine neye mal olacağını bilmez özne. Melankolik özne ise yapışır nesneye; kaygıya karşı bir önlem olarak sarılır ona. Renata Salecl aynı zamanda kaygının arzu ile jouissance arasında bir ara bölge, bir "refüj" olduğunu söylüyor (i.imgyukle.com/2020/09/16/xZie...). Jouissance nesnesine - objet petit a- yaklaştıkça kaygı doğar, ki bu özneye arzusunu sürdürmesi adına bir uyarıdır. Oldukça paradoksaldır çünkü nesne a aynı zamanda arzunun nesne nedenidir. Şöyle yazıyor Salecl; Özne dile giriş ile birlikte bir jouissance bedeli öder, bedeni yeniden yazılır ve bu jouissance ancak kısmi dürtüler aracılığıyla genital bölgelere yerleşir. Yani kaygı bir noktada "kayıp jouissance'ı hedefleyen bir uyarım haline gelir." (s. 38). Demek ki, kaygı aslında öznenin başına inecek travmaya, Gerçek'e karşı özneyi temkinlilik halinde tutarak işlev görüyor. Peki travma? Travma, öznenin simgeselleştiremediği şeyin yüzüne çarpmasıdır. Dile gelmez, yitirilmiş olanın bıraktığı izle umulmadık karşılaşmasıdır öznenin. Sanıldığı gibi basitçe tecavüze uğramak, salgın hastalığa yakalanmak vs. değildir. Travma iki şeyle bağlantılıdır; (1) öznenin kendi bilinçdışıyla ve (2) dışardaki nesnel tehlikeyle. Birinci nokta, aynı depremi yaşamış iki kişiden birinin travmatize olmasına rağmen diğerinin olmayışını açıklar. İkinci nokta ise dışarıdaki tehlikenin şiddetinin, öznenin travmatize oluşunda belirleyici olduğunu. Son olarak şu notu da çıkarabiliriz Salecl'den, Öteki'yle münasebet, üç nedenden ötürü travmatik olabilir; Öteki'nin (1) talebi >> özne Öteki'nden bir talebin gelmesini bekler, örneğin iyi bir vatandaş, iyi bir mümin, iyi bir eş olmanın neyi gerektirdiğini duymak ister. Öteki, talep sunmazsa özne dehşeti yaşar, iyi ve kötü kalmaz, (2) arzusu >> bu "Öteki için ben kimim?" sorusu ile ifade edilebilir. Özne aslında yaşamı boyunca bunun peşindedir, şarkı sözünde de dendiği gibi; Az mıyım, çok muyum? Var mıyım, yok muyum? Ben neyim? Öteki'nin arzusu, özneyi var'a da yok'a da itecek pozisyondadır (3)jouissance'ı >> bu daha çok bizim, "şu hayatı yaşayan birileri var" deyişimizde yansımasını bulur. Hep sen mi götürecen böyle biraz da biz demek gibi, birilerinin hakkımız olan şeyi elimizden çalmış olduğunu düşünürüz oysa esasında suçlamalarımızı yöneltebileceğimiz bir muhatabdan mahrumuzdur. İÇİNDEKİLER 1. Giriş 2. Savaş Zamanlarında Kaygı 3. Başarısızlıkta Başarı: İnsanların Yetersizlik Hissine Bel Bağlayan Hiperkapitalizm 4. Aşk Kaygıları 5. Annelik Kaygısı 6 Tanıklık Kaygıya Deva Olur mu? 7 Sonuç
Kaygı Üzerine
Kaygı ÜzerineRenata Salecl · Metis Yayınları · 2021271 okunma
·
793 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.