Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

63 syf.
9/10 puan verdi
Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un “Yüz Yüze” isimli bu uzun hikâyesini Ötüken Neşriyat tarafından basılan Refik Özden çevirisi ile okudum. Kitap 63 sayfadan oluşuyor. Bir günde, birkaç saat içinde bitebilecek akışkan bir dile ve olay örgüsüne sahip. Aytmatov’un ilk dönem eserlerinden olmasına rağmen, bu hikâye, onun kaleminden nasibini almış, okuyucuyu yormayan ama sayfaları çevirdikçe olayın büyüsüne kaptıran o “Aytmatov formu”na kavuşmuş. Hikâye, ismini son satırlarından, iki ana karakterin karşı karşıya gelmesinden alıyor. Orijinal adı da Betmebet (Yüz Yüze)/ Betmebet Kelgende (Yüz Yüze Gelince) imiş. Kalemini ve kurgu dünyasını her okuduğum eseriyle daha da çok sevdiğim Cengiz Aytmatov, bu hikâyede de diğer eserinde olan kavramları kullanmış. Çevre tasvirlerinde trenler, yollar, raylar, istasyon, gece ve gündüzü betimleyen cümleler, soğuk kışlar ve kurak yazlar ile; olay örgüsünde Sovyetler Birliği ve savaş, eşinden ayrılan kadın, zorluklar çeken avıl (köy) halkı ile; duygusal unsurlarda ise bekleyiş, vatanseverlik, fedakârlık ve vicdan ile bizleri “yüz yüze” getiriyor. Eseri okurken kendimizi sıklıkla tüm yaşananların bir şahidi gibi hissetmemiz olağan gibi geliyor bana. Aytmatov’un kaleminde bir “film tadı” yok mu sizce de? Sanki her şey o ân, o satırlarla gözümüzün önünde yaşanıyormuş gibi. O kadar gerçek. O kadar hisli. Kısa da olsa, uzun da olsa; o satırların yalnız okuyucusu değil, izleyicisi gibi hissettiriyor bana eserleri. Bu uzun hikâyenin olay basamakları ve örgüsünün genel çerçevesini ise şöyle bir araya getirebilirim: Hikâye, istasyonda trenden kaçarcasına inen birini istasyon şefinin görür gibi olması ile başlıyor. Sonra Seyde ve yaşamı kısaca tanıtılıyor; çiçeği burnunda yeni evli Seyde, askere alınan eşi, yarım kalan hayalleri, yeni doğan oğlu, evde bakıma muhtaç kaynanası ve tüm bunların içinde bitmek bilmez bekleyişi… Ardından ümitlere sığınarak beklediği o eşinin birden kapısına gelmesiyle akış değişiyor. İsmail, askerden kaçıp avılına dönüyor. Ama elbet, eskisi gibi değil. Daha sert, başkalaşmış ve bencil hâlde. Yiğitçe gittiği yurduna bir kaçak olarak dönüyor. Seyde’nin duaları biraz vakitsiz kabul olsa da eşini ihbar etmemek için mahcubiyetle gizliyor onu avıl halkından. Fedakârlıkları artıyor, sorumluluklarına yetişemiyor, çok yoruluyor ama yine de başına gelene sabretmeye çalışıyor. Tarlalardan topladığı artık buğday taneleriyle ekmek yapmaya çalışarak… Gece gündüz bilmeden aç kalsa da mağarada saklanan eşini tok tutmaya çabalayarak… Tüm bunları yaparken kendini içsel konuşmalar ile teselli ediyor. Vicdanını böyle dizginleyebiliyor ancak. Yoksa kapı komşusu Totoy ve üç çocuğunun biçare hâlini gördükçe nasıl yanmasın yüreğindeki suça ortaklık koru? Avılın da komşusunun da yüzüne bakmak zor geliyor ona. Hele bir de Totoy’un eşinin savaşta ölümü gelenekler sebebi ile bahara kadar ondan gizlendikçe iyi ce zor… Bir yanda yaşamak için kaçarak gelen eşi, bir yanda Totoy’un mayın üzerine atlayarak canını hiçe sayan eşi… Hiç kolay değil Seyde’nin işi. Nitekim bir gün İsmail’in asker kaçağı olduğu duyuluyor. Avılda soruşturma başlıyor, Seyde sorgulanıyor, yetkililer İsmail’i arıyor. Seyde olayı bilmiyormuş gibi davranıyor; ailesini, başkalaşmış ve bencil olsa da eşini, çocuğunu koruyor. Susuyor. Ta ki bir gün komşuları Totoy’un inekleri çalınana kadar. Onca zorluğun ve sefaletin içinde tüm umutlarını doğum yapmak üzere olan ineğe ve gelecek süte bağlayan ailenin bir gün inekleri çalınıyor. Tüm avıl, yana yakıla biçare ailenin ineğini arıyor, Seyde de öyle… İsmail’in kaldığı mağara bulunmasın ve komşuları da zorda kalmasın diye o da canhıraş komşusunun ineğini dualarla arıyor fakat kimse bulamıyor. Derken, o gece yarısı kapı çalıyor. İsmail elinde bir et parçasıyla geliyor. Seyde’nin yüreği parçalanıyor adeta bu duruma. Hırsızlığı yapanın eşi olduğunu anladığı an dünyası yıkılıyor, mahcubiyeti katlanıyor, onun bu değişimi ve vurdumduymazlığı tokat gibi çarpıyor yüzüne. Onlarca yaş alıyor tek gecede ve artık vicdanının sesini durduramıyor. Sabaha karşı çocuğunu da alıp ailesinin yanına dönmeye niyetlenmiş patikada yürürken, onu takip eden köy ağası Mırzakul ve yanındaki iki askere İsmail’in yerini gösteriyor. Çatışma çıkıyor, Mırzakul vuruluyor. Seyde ise kucağında çocuğuyla, korkusuzca İsmail’in üzerine yürüyor. İsmail tetiğe tam davranacakken “yüzyüze” geliyorlar. Bize o ân şöyle anlatılıyor: “Aralarındaki mesafe gittikçe kısalıyordu ve birden yüz yüze geldiler! O zaman Seyde’sini tanıyamadı. Bu kadın o değildi. Başı açık, saçları ağarmış, kucağında yavrusuyla korkusuzca kendisine bakan bu kadın o değildi. Birden onu kendisinden fersah fersah uzaktaymış gibi gördü. Kederinin heybetiyle, erişilmez, ulaşılmaz bir yüceliğe kavuşmuştu. Onun karşısında kendisi ne kadar güçsüz, ne kadar acınacak hâldeydi!” ardından İsmail teslim oluyor. Bu hikâyede savaş; cephede olanların değil, geride kalanların savaşı. Yürekli, fedakâr ve cesur kadın Seyde ve onun hikâyesiyle tanışmanızı sizlere de tavsiye ederim. Şimdiden keyifli okumalar.
Yüzyüze
YüzyüzeCengiz Aytmatov · Ötüken Neşriyat · 20183,797 okunma
·
130 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.