Anka kuşu Türk kökenlidirKanuni'ye dair bolca bilgi iceren farkli bakus acilari ile kaleme alinmis yazilar mevcut. Dergi yine her ayki formunda. Güncelin tarihine dair yazilan Lübnan veBelarus yazilari da guzeldi.
Tarihten/geçmişten özenle seçtiğimiz, hatta bugünkü ihtiyaç-
larımıza göre yeniden biçimleyip değiştirdiğimiz parçalarla
hayata devam ediyoruz.
Tarihî şahsiyetleri işimize, ideolojimize geldiği gibi kullanmak
hem dün hem de bugün en iyi yaptığımız işlerden biri olmuş. Bizde
genellikle doğru düzgün bir işi olmayanlar veya iş yapmayanlar yani
tembel olanlar, bu tarih konusuyla ilgilenir gibi yaparlar. Bugün Tür-
kiye’de evde, sokakta, çarşıda, kahvede, TV’lerde ve internette geçen
konuşmaların içinde tarih büyük bir yer tutar. Herkes duyduğu-bildi-
ği, daha doğrusu bildiğini sandığı bir tarih hadisesini karşısındakine
anlatır. Bu anlatımlar sırasında kendi dünya görüşü veya inancı ve-
ya tamamen “duygusal ($$$)” nedenlerle tarihi eğip büker; bugünkü
haklılığına sözde bir altyapı oluşturur.
Dünyada bugün Türklerden başka, gündelik hayatında tarih üze-
rine bu kadar laf eden, bu kadar tarihe maruz kalan ve bu kadar tarihi
önemser-miş gibi yapan bir millet yoktur. Tabii bunun nedeni, hepi-
mizin bildiği ve yine hepimizin bilmezlendiği gibi, aslında tarih üze-
rine pek bir şey bilmediğimizdir. Zaten yaşadığımız yerler, memleke-
timizin dörtbir yanındaki görüntüler ve ortaya kon(amay)an eserler,
bizim kendi coğrafyamızdaki tarihle bile herhangi bir irtibatımızın
olmadığını gösterir. Tabii bu durum sadece bugünün değil, yüzyıllar
boyunca devam edegelen bir hâlin meselesidir.
Peki neden ata binen Türk atasını tanımamıştır? Neden bu uzun
yıllar boyunca Türk toplumu, tarihi, coğrafyası üzerine temel refe-
rans kitaplarını yabancılar yazmıştır? Neden Orhun Yazıtları’nı ya-
bancılar bulup, okumuştur? Neden bu milletin-coğrafyanın evlatları
hep bol bol konuşmuş; ama kendi tarihini yazmak, gelecek kuşaklara
bırakmak, onu muhafaza etmek noktasında pek bir şey, hatta hiçbir
şey yapmamıştır? Hatta bırakın muhafazayı, “muhafazakârız” diye
diye neden ata mirasını çarçur etmiş, yiyip bitirmiş, kalanların da içi-
ne etmiştir, etmektedir?
Bu soruların cevaplarını tam olarak bilemiyoruz. Ancak bunlar-
dan daha canalıcı soru şudur: Tüm bu tarihsizliğe, geleneksizliğe,
bağlantısızlığa, lafazanlığa ve geçmişi imhaya varan yıkıcılığa rağmen
Türk toplumu iyi-kötü nasıl ayakta kalabilmiş, varlığını sürdürebil-
miştir? Her seferinde –aslında Türk kökenli bir kuş olduğu kesin gö-
züken– Anka’dan nasıl tekrar tekrar doğmuşuzdur?
Evet; her seferinde şimdiki zamanını sonsuz gibi yaşayabilme be-
cerisi bahşedilen biz Türklerin bu özgüveni; büyük ihtimalle Sultan
Süleyman döneminde, İstanbul’un fethinden 70 sene sonra tesis edil-
miş ve 1. Dünya Savaşı’na kadar iyi-kötü devam etmiş. Sonrasında ise
“artık o kadar da değil” diyerek fedakarlık literatürüne geçen yeni bir
millet; Çanakkale ve Afyon Ovası’nda planlı ama pervasızca ileri atı-
lan bir lidere kavuşmuş; Ata ve Türk buluşmuş.
Ne Dolar’ın ileriye doğru hareketiyle kötümser ne de Karade-
niz’de bulunan doğalgaz rezerviyle iyimseriz. Salgın hastalık, pande-
miye karşı “zihinsel bir bağışıklık” içinde, maskelere ihtiyaç duyma-
dan, kimbilir nereye kadar gideriz. Yine de küllerimizi sağlam bir yer-
de saklayalım, oraya buraya saçmayalım.