Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

256 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
10 günde okudu
Sabahattin Ali’nin, Kuyucaklı Yusuf’tan sonra okuduğum ikinci kitabı İçimizdeki Şeytan. Kitabı okumadan önce ve okuduktan sonra kitap hakkında yazılmış pek çok incelemeye göz attım, kitabın başında Selim İleri’nin önsözünü okudum. Ancak ben kitabın ana temasının ne bir dünya görüşünü savunmak ve iktidarı eleştirmek ne de bir aşk hikayesini anlatmak üzerine oturtulduğunu düşünüyorum. Öncesinde Kuyucaklı Yusuf kitabını okumuş olmam benim bu kitaba farklı bir gözle bakmamı sağladı. Bir an Yusuf atını sürüp İstanbul’a gitmiş ve orada Ömer adını alarak üniversiteye başlamış diye düşündüm. Olay örgülerinin birbiriyle ciddi benzerliği vardı. Kuyucaklı Yusuf’un köyde geçmesi, Sabahattin Ali’nin diğer iki romanınsa şehirde geçmesi bazı kişilerce bu kitaplar arasında derin fark olduğunu düşündürmüş ancak ben anlatılan hikayelerin temellerinde ciddi bir fark göremedim. Yusuf, Ömer olmuştu; Macide, Muazzez’in kuzeniydi; Macide’nin Emine yengesiyle Şahinde Hanım arkadaştı sanki. Kuyucaklı Yusuf’u okumuş biri olarak kitabın kırılma anını ve olayların tepe taklak gideceği yeri de öngörmek zor değildi. Macide ile Ömer’in alaturka müzik dinlemeye gittiği bölümde ‘bundan sonra Ömer ile Macide’nin hikayesi yokuş aşağı hızla inecek, her şey hızla bozulacak’ diyebildim. Açıkçası ilk başta Sabahattin Ali’ye biraz alınmama sebep oldu bu durum. Sanki içimizdeki bütün kötülükleri şarkılar başlatıyormuş, insanlar şarkı dinleyip eğlenmeye başladıklarında, ciddiyeti bıraktıklarında bozuluyorlarmış gibi bir görüntüye sebep oluyor bu olay örgüsü. Kuyucaklı Yusuf’ta da Şahinde alaturka müzikli eğlencelere katılmaya başladığı anda tanımlanan sahne ‘Muazzez sarhoş olmuş, erkeklerin kucağına oturuyor, öpücüklerden kaçmaya çalışıyor, insanlar bunun karşılığında Muazzez’ e bilezikler takıyor.’ Şeklindeydi. Bir an Sabahattin Ali’nin müzik ve eğlence düşmanı olduğunu düşünmeme sebep oldu çünkü benzer bir yaklaşımı Necip Fazıl’ın şiirlerinde de görmekteyiz (Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları) Ancak meyhanede Emin Kamil, İsmet Şerif ve diğerlerinin kavga ettiği sahnede Sabahattin Ali’nin ne demek istediğini daha iyi anlamaktayız. Aslında bu sahnede edebiyat hakkındaki görüşler müzik üzerinden benzetmelerle dile getirilmiştir. Birazdan çıkacak şarkıcı Leyla’nın sesi gayet güzeldir ancak şarkılar kötüdür. Bunun sebebi Türk ezgilerini alafranga bir havayla söylemesi, bunu yaparken alafranganın da alaturkanın da özelliklerine hakim olmaması ve ortaya hiçbir yere ait olmayan ve hiçbir şey anlatmayan bir eser çıkarmasıdır. Belki Türk aydınlarının o dönem yaptıkları da alaturka fikirleri alafranga bir havayla sunarak anlamsız ve uygulanamayacak fikirler beyan etmiş olmaktır. Kitabın başında lise müdürü ve Bedri’nin arasında geçen diyalogdaki gibi Müdür: Burası Almanya değil, siz Almanya’da bulunmuştunuz değil mi? Bedri: Hayır, Viyana’da. -Neyse, hepsi bir. Burası Avrupa değil. Gerçi Avrupa’ya benzemek istiyoruz ama yavaş yavaş. Burada müdür, daha konuştuğu kişinin nereden geldiğini bilmeyen, onu eleştirirken bile hata yapan, hatasını fark edince bütün batının aynı olduğunu söyleyerek bunu kapatmaya çalışan bilgisiz bir kişi konumundadır. Gerçi Avrupa’ya benzemek istemektedirler, ama yavaş yavaş. Benzemek istedikleri şeyi henüz anlamamışlardır, sevmedikleri bir hareket gördüklerinde bunun sebebinin Avrupa’ya vakitsizce benzemek olduğunu düşünerek gerçekten kültürlü kişilere saldırırlar. Bedri’ye Avrupa’nın ahlaksızlığını almış gözüyle bakarken kendileri Avrupa’ya benzemek isterler. Hiçbir düşünceyi sindiremedikleri ve görüşlerinin sınırlarını bilmedikleri için Türkçü bile olamazlar. Ancak görüşlerini, günlük hayattaki ufak kavgaları sebebiyle sevmedikleri kişileri karşı görüşlü göstererek düşman ilan etmek için kullanırlar. Kitapta karşıt görüşlü insanlar bu şekilde itham edilirken dikkat edilmesi gereken nokta Peyami Safa, Necip Fazıl ve diğer sağ görüşlü yazarlara benzetilerek kitaba eklenen karakterlerin Ömer’in arkadaşı konumunda olmasıdır. Nihat, Ömer’in başından beri görüşleriyle zıtlaştığı ve hiçbir zaman anlamadığı arkadaşı, bir iş için maddi kaynak lazım olduğunda bunu Ömer aracılığı ile temin eder. Aslında oturduğu yerden çeşitli dünya görüşlerini savunduğunu söyleyen ve fikri tartışmalarını rakı masasında yapanların arasında bir uzaklık yoktur. Bugün Nazım Hikmet’in ve Necip Fazıl’ın çocukları, Sabahattin Ali’nin ve Atsız’ ın takipçileri olarak karşı karşıya gelen sol ve sağ gruplar birbirini öldürürken onlara bu fikirleri pazarlayanlar genellikle tuzu kuru insanlardır. Verdiğim örnekteki isimler tuzu kuru kalabilmiş örnekler olmayıp gerçekten bağlı fikir adamları olsalar da gençleri bu isimlerle galeyana getirenler, çatışmalara sebep olanlar genellikle her iki tarafa silah satmaktadır. Birbirilerine Emin Kamil ve İsmet Şerif gibi kötü eleştiriler yapar, üdebanın arasında kavga eder ama aynı rakı masasına otururlar. Macide’nin kitaptaki yeri beni verilmek istenen mesaj açısından şüphede bıraktı. Macide, babasının ölümünü bir gecede atlatmış, konservatuarda okumak için ailesini bırakıp İstanbul’ a taşınmış, ailesinden para gelmediği için akrabalarının memnuniyetsiz olduğunu öğrendiğinde bavulunu toplayıp bilinmezliğe gidebilmiştir. Ancak bütün bu metanetinin altında, eğer İstanbul’da bir kadın olarak üniversiteye gidebiliyor, gece Ömer’le gezmesine kızıldığında bunu hakkı sayabiliyor, eğlencelere katılıyorsa bütün yükü Ömer’e mi yıkmalıydı, Bedri gibi piyano dersleri veremez miydi, elinden tek gelen maddi sorunlarına şikayet etmemek miydi gerçekten diye düşünmeden edemedim. Kuyucaklı Yusuf’ta Muazzez de maddi sorunlar karşısında ancak annesini susturup Yusuf’u üzmeyerek, elindeki bulgurla yemek hazırlayarak durabilmişti. Bambaşka bir zamanın ve şehrin kadınının da elinden gelen şeylerin sınırı aynı mıdır? Gerçekten Macide, elinden geleni yapmış iyi huylu bir kızcağız mıdır? Ömer’in bir anda karşısına çıkarken ‘Senin gelirin nedir, bana bakabilir misin, kendine bakabiliyor musun?’ diye sormamak maddiyatı düşünmemek meziyeti midir yoksa düpedüz düşüncesizlik midir? Kitabın sonunda Macide’nin arkasında mektup bırakarak gitmek istemesi sonuca bağlanmadan kalıyor. Macide’nin mektubunda hemen önce ise şunu okuyoruz: Çantasına bir tekme yapıştırdı. Çamaşırları kirli halının üzerine dağıldı. “Bunlara ne lüzum var?.. Aptallık!” dedi. Ben bu sahneyi okuduğumda Macide’nin ‘çamaşır ihtiyacı olmayacak bir yere’ gideceğini düşünmüştüm. Kitabın devamında Macide’nin, ailesiyle kavga ettiği gün kapıda Ömer ile karşılaşması gibi, Ömer ile sıkıntı yaşadığında da Bedri ile karşılaşacağını umduğuna dair göndermeler var. Ancak bu cümleyi okuduğum zaman Macide’nin intihar edeceğine kanaat getirmiştim. Macide’nin ayrılık kararlarından sonra mutlaka kapıda bir erkekle karşılaşmaya ihtiyaç duyar gösterilmesi beni düşündürdü. Bu, kitabın vermesini beklediğim bir düşünce değildi. Macide de Muazzez gibi, gidişin kötü olduğunu görmesine rağmen güçlü olup kararları ile hayatına yön vermesi mümkün olmamış bir karakter. Romanın Macide ile ilgili olduğunu ve Macide’nin Ömer’e mektubu verip kendi yoluna gittiği bir son hayal ediyorum. Ömer’in Bedri’ye istersen karın yap diyebileceği bir nevi malı olarak değil. Kitabın sonunda Macide ile Bedri yürümekteyken Ömer’in arkalarından gelmesi, Macide dönüp baktıktan sonra da kaybolması, Ömer’in Macide’yi , onunla birlikte olma isteğine düşmeden son kez görmesini sağlıyor. Macide’yi hayatından kendisi ile birlikte felakete sürüklememek için çıkardığını söylerken ne kadar samimi olduğunu bilmiyorum. Belki de Kuyucaklı Yusuf’u Muazzez’inin ölümünün özgürleştirmesi gibi, Ömer’i de özgürleştirecek bir olay gerekiyor. Ömer’in kendiyle savaşması için, içindeki aczi ve tembelliği bir şeytana yüklemeyip yenebilmesi için, Yusuf’un da ailesinin dağılmasına sebep olan memuriyet işlerine muhtaç olmadan (Yusuf evinde yeterli zaman geçiremediği ve evine yeterli parayı getiremediği için evin üzerindeki otoritesini yitirmiş ve işler sarpa sarmıştır.), evlilik bağının altında çırpınmadan kendini geliştirmesi gerekiyordur. Belki Macide Ömer’in gözlerini açan, ancak sebep olduğu sorumluluklarla Ömer’e ket vuran bir karakterdir. Belki de ayrılıkları Macide’nin değil Ömer’in kurtuluşudur. Macide’nin de düşündüğü gibi, para sorunları olmasa Ömer kendini arkadaş çevresine bu kadar mahcup hissedip dediklerini yapar mıydı? Masada Macide’ye sarkıntılık edilmesine susmak zorunda kalır mıydı? Kendine yapılanlara hayır diyemeyen kişi, özellikle 1930’larda, toplumun karısının namusu adına üzerine yüklediği sorumluluğu nasıl kaldırabilir? Ömer’in de Yusuf gibi, sevdiğiyle değil, sadece ona olan sevgisiyle yaşaması gerekmektedir. Kim bilir... Belki uzak bir günde, büsbütün başka insanlar olarak tekrar karşılaşırız ve belki gülüşerek birbirimize ellerimizi uzatırız... Fakat beklemek lazım... Uzun zaman!
İçimizdeki Şeytan
İçimizdeki ŞeytanSabahattin Ali · Yapı Kredi Yayınları · 2019171,1bin okunma
·
90 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.