Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

400 syf.
·
Puan vermedi
·
6 günde okudu
İçindeki çocuk mutsuz ise, onu artık mutlu etmenin vakti gelmiştir belki de.
Şu dünyada en zor mesleklerden biri de psikolog ya da psikiyatr olmak sanırım. Her gün o kadar dert dinleyip ruh sağlığını korumak üstüne de insanlara yardımcı olmak kolay olmasa gerek. İşte kitabın yazarı Gülseren Budayıcıoğlu bir psikiyatr ve bu kitabı danışanlarından yola çıkarak gerçek olayları romanlaştırmıştır. Doğduğumuz coğrafyanın ya da doğduğumuz ailenin kader olduğu söylenir bu yüzden de her çocuk kimileri kadar şanslı olmaz. Kötü çocukluk geçiren, o dönemleri travmalarla dolu olan insanlar bir ömür bunu sırtlarında bir kambur gibi taşırlar, ilişkilerine, davranışlarına, kişiliğine sirayet eder kişinin çocukluğu. Yazara göre bir çocuğu sevgisiz bırakmak bile şiddetin en kötülerindendir. Yazar: “Psikiyatriye gelen insanların zeka seviyeleri, yetenekleri, iç dünyalarının zenginliği her zaman toplum ortalamasının üzerindedir.” diyor. İşte kitaptaki ana karakter Alâ da tam olarak böyle biridir, tüm okullarını derece ile bitirmiş bir avukattır fakat çocukluk travmaları hayatta başka başarı elde etmesine izin vermemiştir. Okudukça hayatta her seferinde daha fazla çirkinlik olabileceğine emin oluyor ve aynı zamanda hüzünleniyorsunuz. En zoru insanın kendi içindekileri ile yüzleşmesidir, Dr. Gülseren danışanları ile yaptığı seanslarda bunu yapmalarını sağlıyor ve onlara çocukluğun çizdiği o karanlık yoldan çıkarıp, danışanların kendi tırnakları ile yeni yollar inşa etmelerine yardımcı oluyor. “Düşünüyorum da insanı yine başka insanlar üzüyor. En çokta hayran olduğu değer verdiği muhtaç olduğu ve çok sevdiği insanlar. Düşmandan çok dostlar üzüyor. Analar, babalar, çocuklar, kardeşler, sevgililer üzüyor.” diyor Dr. Budayıcıoğlu. Bu yüzden en büyük en derin çizikleri de onlar bırakıyor ruhlarımıza. Tam burada kitapta bahsi geçen bir danışana değinmek istiyorum. Evli, yaşı 30’un üzerinde bir kadın danışan geliyor kliniğe ve tek ihtiyacı anlatmak. Yaşadığı şeyi tek bir kişiye anlatabilmek ve kendince günah çıkarmak… Henüz 5-7 yaşlarında iken çocuklarla apartmanın bodruma gittiğini ve orada erkek bir çocuğun orda bulunan tüm çocuklardan iç çamaşırlarını çıkarmalarını istediğini ve bunu yaptıklarını anlatıyor. Çocuk gelince bunu annesine anlatıyor ve annesi bunun çok ayıp olduğunu, onun artık bir günahkar olduğunu mübalağa ederek söylüyor. Çocuk bunu bir kara leke gibi yıllarca taşıyor, taşıdıkça ağırlaşıyor yükü, kendisini iğrenç ve günahkar biri olarak görüyor. Yıllar sonra evleniyor, bunu eşi ile dahi paylaşamıyor ve bunu anlatmak için psikiyatra geliyor. İnanabiliyor musunuz? Masum bir çocukken annenin ağzından dökülen birkaç cümle nasıl da yıllarına, hayatına sirayet etmiş, mutluluğunu gölgelemiş. Anne baba olabilmek ne zor iş aslında, her zaman söylüyoruz, keşke anne baba olabilmenin de eğitimi olsa da herkes anne baba olmasa. Çünkü dünyayı değiştirmek için, sağlıklı çocuklar dünyaya gelmeli, sağlıklı çocuklar için de sağlıklı anne babalara ihtiyaç var. Budayıcıoğlu’nun tecrübelerinden kazandığı şu önemli bilgiyi de buraya eklemek istiyorum: “insanlar kendilerine eş seçerken bile genellikle bazı şeyleri hep atlarlar. Güzel mi, iyi huylu mu, beni seviyor mu, dürüst mü, eğitimi nedir gibi önemli ama çok yetersiz bilgilerle hareket ederler. En önemli şey kişinin tarihidir. Çünkü tarih hep tekerrür eder. Dayak yiyerek büyüyen biri döver veya yeniden dayak yiyebilmek için farkında olmadan çok uğraşır. Kavgalı ortamda büyüyen kavga eder çünkü bunu öğrenmiştir. Mutluluğu görmemişse, tatmamışsa kendi bunu yaratamaz. Hırs, intikam, suçluluk duygusu, aşağılanma varsa tarihinde kendisi de bunları yapacak veya kendine bunların tekrar tekrar yapılması için çanak tutacaktır. Suçlanmışsa suçlayacak, aldatılmışsa aldatacak, hakkı yenmişse o da hak yiyecektir.” Bunun üzerine uzun uzun konuşulabilir. Bakın sadece şiddet, yokluk vs değil, mutluluğu bilmeyen birinin sonra mutlu olabilmesi de zordur diyor. Bakın çevrenize, her şeyleri vardır, hayatlarında her şey yolunda görünüyordur, ama mutlu değillerdir, mutlu olmayı bilmezler çünkü mutluluğu bilmemişlerdir. Bunun aksi de olabilir ama çok nadir olan başarı örnekleridir onlar. “Hiç sevilmeden büyümek nasıl bir şey acaba? Böyle biri başkalarını ya da kendini sevmeyi nasıl öğrenecek? Köre renk tarif etmek gibi bir şey bu! Hiç sevilmeyen birini sevmek öyle zor ki... Sevginin izi yok yüzünde.” Hiç bilmediğin bir şeyin eksikliğini duymak ne garip değil mi? Sevmeyi de sevilmeyi de bilmeyiz ama yokluğunu bir ömür içimizde hissederiz. Hayatta bir çocuk da bir yetişkin veya yaşlı da en çok ona ihtiyaç duyar, sevgiye... Atılgan’ın da söylediği gibi dünyada dayanılacak tek şey belki de sevgidir. Özümsenerek okunduğunda faydalı bir kitap, o zaman sevgi ile kalın…
Hayata Dön
Hayata DönGülseren Budayıcıoğlu · Remzi Kitabevi · 202011,8bin okunma
··
87 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.