Benim kendimle ufak bir sorumum var. An'ı yaşayamıyorum. Misal kahvaltı yaparken aklım pişireceğim yemekte. Evi süpürürken aklım çamaşırda. Kitap okurken aklım çocuğun ödevinde. Çıkar gezer tozarım bazen ama gözüm saatte , kulağım nerde kaldın diye çalan telefonda olur. Ben an'ı yakalayamam kaçırırım hep! Bu yüzden özlemlerim ağır, sevgilerim hoyratça. Ben hep koşarım, ben hep yorulurum . Ben keyif kahvesi içerken bile market listesi hazırlarım. Ne çikolatanın tadını hissederim damağımda, ne kahvenin kokusunu duyarım...
Işte bu yüzden okumak istedim bu kitabı. Bir ögreneyim dedim an nasıl yaşanıyormuş . Sonra kitapta tokat gibi indi yüzüme.
"Insan en çok an'dadır, onu da fark etmez. Almaz kokusunu elinde ki çiçeklerin, çünkü o zihninde , eline batan dikenlere üzülür. Sarılmaz yanında duran sevdiğine, çünkü o hayal ettiği kişiyle sev*şir. Sabah uyanabildiği için teşekkür edemez , çünkü gün boyu yaşayacağını zannettiği sıkıntılara isyan ediyordur." diye başlayan bir önsözü kabul etmiyorum. Önce bir ısınma turu atsaydık! Damdan düşer gibi pat diye sille tokat noluyor yani???
O da yetmez miş gibi kitap sonunda bir şiirle ciğerden gelen bir yanık kokusuyla olayı mangala bağladık!
Velhasıl an'ı yaşamaya karar verdik! Su çok güzel gelsene :))
Ben şimdi elime batan dikeni de yaşıyorum, dinlediğim şarkıyı da... Kalanlara selam olsun...