Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

195 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
18 saatte okudu
BURAM BURAM CEHALET KOKUSU..
Mahmut Makal, Aksaray'ın Demirci köyünden dünyaya gelmiş. İvriz Köy Enstitüsü'nde okumuş. Buradaki eğitimi onun kendi Rönesansı olacaktır. Dünya klasikleriyle ve pek çok eserle tanışarak okumayı sevecek, edebiyata ilgi duymasını sağlayacaktır. Aynı zamanda Enstitü eğitiminin kendi doğası da üzerinden kalıcı etki yapacak ve buradan mezun olunca Atatürk devrimlerinin savunucusu bir öğretmen olacaktır. İlk görev yeri de kendi köyü Demirci olacaktır. Dönemin saygın yayınlarından olan Varlık dergisinin başındaki isim olan Yaşar Nabi, daha önce de dergiye şiir ve yazılar yollayan bu genç öğretmenden köydeki öğretmenlik deneyimlerini yazıp yollamasını ister. Makal da böyle yapar. Gerçekçi ve sade bir anlatımla kaleme aldığı deneyimleri, Varlık'ta "Bir Köy Öğretmeninin Notları" adında yayınlanmaya başlar. Oldukça ilgi çeken bu yazılar, şehirdeki aydın sınıfını da ikiye böler. Bir kısmı, halen hayallerindeki "gitmesek de görmesek de orada bir köy var" o köy de bir cennet şeklindeki romantik imgelerinde ısrar ederler ve Makal'ı da yererler. Diğer kısmı ise şok olmuş ama bu yazıların üzerine eğilmişlerdir. Bu yazılar 1950'de Yaşar Nabi'nin bulduğu "Bizim Köy" adıyla kitaplaştırılır. Bir sene içinde dört kez basılarak büyük ilgi görür. Ancak bu ilginin karşılığı, dönemin CHP hükümeti tarafından Makal'ın tutuklanmasıyla sonuçlanır. İşin ilginç tarafı ve ilk başta beni şaşırtansa CHP'nin hışmına uğrayan Makal'ı DP'nin savunmuş olmasıdır. Orhan Kemal bu durumu şu şekilde ifade etmiş: "Osmanlı saltanatından devrolan köye, Halk Partisi şu kadar yıllık iktidarında hiçbir şey vermedi tezi vardı DP'de. Bir köylü kendi kitabını resmen ortaya attı. Piyasaya atınca, o zaman DP'nin iddialarını -ki hakikatti- tevsik etmiş oldu bu kitap... DP tuttu bunu." Yani, Atatürk'ün partisi CHP, Atatürk'ün devrimlerinin savunucusu bir öğretmeni köylünün durumunu kötü gösterdi, ya da resmi ifadeyle "zararlı fikirler yaydığı iddiasıyla" tutuklatacak, bu öğretmeniyse karşı devrimci DP savunacak. Cidden nereden bakacak olursak olalım şaka gibi ülkeyiz ama içinde yaşayınca insan ancak acı acı gülebiliyor. Neyse ki Makal kısa süre sonra serbest bırakılmış. Yeri gelmişken ifade etmeliyim, Türkiye'de yıllar geçiyor. Bazı eylemler aynı kalırken, bu eylemin tarafları değişiyor sadece. Makal'dan önce köye dair kitaplar yazanlar vardır. Ancak bu yazarlar, köye dışarıdan bakan isimlerdir. Makal'la birlikte köye "içten" bir bakışla bir kitap yazılmış olur. İlerleyen süreçte onu takip edecek pek çok isim olacak, toplumcu gerçekçiliğin içindeki bu türe "Bizim Köy Edebiyatı" da denilecektir. Siyasal ve sosyolojik tartışma konusu olmanın dışında yazınsal tartışma konusu da olmuş Bizim Köy. Memet Fuat'ın "Şive Taklidi" başlığıyla yayınladığı yazı üzerine pek çok edebiyatçı ve eleştirmen, edebiyattaki şive kullanımının faydaları ve zararlarını konuşmuşlar. Orhan Kemal, Kemal Bilbeşer, Samim Kocagöz ve Fahir Onger gibi isimler, şive taklidini eserin gerçekçiliği içi önemli bulup desteklemişlerdir. Ayrıca dile zenginlik kattığını da eklemişlerdir. Nurullah Ataç, Tarık Buğra, Memet Fuat, M. Cevdet Anday gibi isimler ise tam tersini savunarak şive taklidinin dile zarar vereceğini ve eserin okunabilirliğinde zorluk çıkaracağını savunmuşlardır. Bu tartışmanın uzun yıllar devam ettiği ifade edilmiş. Benim görüşüm şu: Evet, ilk gruba gerçekçiliği sağlama argümanında haklı buluyorum lakin eserin okunabilirliğini güçleştirmesi noktasında ise ikinci gruba hak veriyorum. Yaşar Kemal'in eserlerindeki şiveler genel olarak hoşuma gitmiş, beni rahatsız etmemişti. Lakin Bizim Köy'deki şive açıkçası beni rahatsız edip okumamı güçleştirdi. Bundan dolayı şiveli konuşmaları geçmek istemedim değil, yine de kendimi zorlayarak okudum. Bizim Köy'ün içeriğine gelecek olursak, genç öğretmenin gözünden köyün Ortaçağ'da kalmış olduğunu görüyoruz. Bir enginizisyonu eksik diyeceğim ama aslında o da var. Köyde çok sayıda bulunan şeyh bir nevi köyün enginizisyonudur. Köylünün zihnine örümcek ağları örerek onları çağların gerisinde bırakıyorlar. Ahaliyi, kendilerinde keramet olduğuna, meleklerle konuştuklarına, uçtuklarına kaçtıklarına, üfürüklerinin ve nefeslerinin şifa olduğuna, kendilerine inanan ve mutlak itaat edenlerin gelmiş geçmiş günahlarının af olacağına inandırıyorlar. Yani gariban ahaliyi koyun haline getirip, kendilerini de onların çobanları olarak konumlandırıyorlar. Devrimlere de onun öğretmenlerine de okullarına da karşı tutum takınıp genç öğretmene yeri geliyor hakaret ediyor, onun hakkında kötü sözler çıkarıyorlar. Öyle ki Makal, çok çaresiz ve yalnız hissediyor kendisini. Bir yandan da devrimlerin bir neferi olarak mücadeleye devam etmek için sönmeyen bir ateş taşıyor içinde. Ancak asırlardan beri süren din sömürüsü altındaki cehalet karşısında insan içindeki bu ateşi nasıl taze tutabilir? Kadınların durumu fena her zamanki gibi. On beşine varmadan imam nikahıyla evlendirilen kızlar, daha kendilerini tanıyamamışken art arda çocuk doğuran, erkeğin hizmetinde bir otomata çevriliyor. Kocasına zinhar karşı gelemeyen kadını, kocası dilerse döver dilerse sever. Sokakta da rahat değildir kadın: sokakta bir erkek görünce duvara dönmeli ve erkeği sakın geçmemeli, bu erkek kocası bile olsa arkasında yürümeli. Yüzü ve sesi mahrem kabul edilen kadın, öğretmene veya doktora bile derdini el kol hareketleriyle anlatmaya mahkumdur. Ya da onun yerine kocası anlatır. Onu erkek gezdirir, erkek kollar, erkek elbise alır, erkek ne isterse onu yapar. Yani kadının kaderi erkeğin iki dudağının arasında sıkışmış kalmıştır. Buna ek olarak köle pazarları kalkmış olsa da, kadın başlık parası adı altında yine alınıp satılan bir meta olan konumunu sürdürüyor. İyi ki cennet ayaklarının altında da oradan kurtarıyor, tabi çocuğu varsa. Erkekler ise evlenmek için bu başlık paralarını denkleştirmek zorundalar yoksa bekar kalıyorlar. Bu tarz durumlar cinsel açlık, karşı cinse yabancı kalma gibi etmenler nedeniyle istenmeyen olaylara da yol açabilir. Sonuçta, kadın ve erkeğin bu şekilde konumlandırıldığı bir toplumsal yapının gelişebilmesi mümkün değildir. Gelişim kapitalizmin getirisi olan ürünlerin yayılımından pay almak değildir. Yarın kapitalizmin tersi bir anlayış hakim olsa bu tarz bir toplum, Ortaçağ'a benzer bir hale döner hızlı bir şekilde. Ahalinin gıdası bulgurdur; sabah bulgur, akşam bulgur. O da varsa. Öğrenciler kendilerine okuma öğretmek için söylenilen cümlelerde geçen balı hayatlarında görmemişler. Tuvaletler evin dışında virüs saçar halde, bu esnada ise evi biraz yukarıda olanlar çay eşliğinde bu manzarayı seyredebilirler. Gıda ve hijyenin yokluğunda haliyle sağlık sorunları oldukça fazladır. Öyle ki yaz gelince ishalden çocuklar kırılıyor. Gariban ahali de çocuğu ishal olunca artık öldü gözüyle bakıyor. Bizim yaşadığımız ve uzaylı gibi karşıladığımız salgın, o zamanlar ahalinin kanıksadığı bir gerçektir hatta onların ailesinin bir ferdidir. Onlarla birlikte sofraya oturur, tuvalete gider, tarlaya gider... Atatürk "Maarif eğitimimizin temeli önce cehaleti yok etmektir," demiştir. Bunu Bizim Köy'den görüyoruz ki 1940'larda Anadolu'da başaramamışız. Tabi, bir anda olacak kolay bir iş değildir. Lakin, şehirdeki aydınlar ve dönemin hükümetleri de Anadolu köylüsünü unutmuş, onları sanki Heidi'nin dağındaki romantik ve mutlu bir yerde yaşıyorlar yanılgısına düşmüşlerdir. Köy Enstitüleri ile kısmi aydınlanma yaşansa da İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki iki kutuplu dünyada Türkiye'nin kendini konumlandırdığı yer nedeniyle önce CHP zamanında bu okullar işlevsiz hale getirilmiş, DP zamanında ise tamamen kapatılmıştır. Sağcı kesimin komünizm yuvası olduğu iddiasıyla karşı çıkmasına artık alıştım da dönemin solcularından birçok isim de, Köy Enstitülerinin köylüyü köyde tutarak şehirde işçi sınıfının oluşmamasına neden olduğu gerekçesiyle eleştirmişler ve bundan dolayı onlara karşı olmuşlar. Bu memleketin sağı da solu da bir acayip. Kendileri kapatılsa da buradan yetişen pek çok insan, toplumcu gerçekçilik türünde eserler vererek halkı aydınlatmak ve bilinçlendirmek için uğraş vermişlerdir. Bunun sonucunda 1950-70 arasında bu tür, ülkemizde önemini korumuş ancak daha sonra yavaş yavaş önemini yitirmiş. Eser hakkında araştırma yaparken Mahmut Makal'ın şu sözüne denk geldim: "Toplumsal konuları işlemeyen edebiyata 'kem küm edebiyatı' diyorum. Toplumcu sanat eseri yaşadığı çağın sosyal gerçeğini işlemeli. Tarih bilinci ise yaşama ilişkin her şeyin temelinde vardır. Gözden uzak tutulmaması da gerekir. Edebiyat adamının üretimi olan sanat yapıtı toplumun aynası olduğu noktada tarihsel de olur." Devamında da "İnsanlığın kurtuluşu, sosyalimin gelişmesine bağlıdır. Eşit paylaşım, adaletli dağıtım, barış, demokrasi, yurtseverlik eserlerimde işlemeye çalıştığım ana temalardır." Genel olarak güzel sözler, kurtuluş sosyalizmde mi, şu an bu izm'ler hakkında kesin bir yargıya varacak kadar kendimi donanımlı görmediğim için bu konuda yorum yapmak istemiyorum. Edebiyat adamı bence büyük ölçüde az veya çok kendi dönemini eserlerine yansıtır. Tabi toplumcu gerçekçilikteki gibi birebir bir ayna olmasa da farklı şekillerde ele alır veya yansıtır. Makal'a kesinlikle katılmadığım nokta, toplumsal konuları işlemeyen edebiyata kem küm edebiyat demesidir. Böyle bir şey yok. Kendisini anlıyorum ama bu sözünü nahoş buluyor ve bir edebiyatçıya yakışmayan bir fikir olarak görüyorum. İyi okumalar
Bizim Köy
Bizim KöyMahmut Makal · Literatür Yayıncılık Dağıtım · 20181,192 okunma
··
734 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.