Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

412 syf.
9/10 puan verdi
"Sözü eyleme dönüştürmek isteyenler vardık. Çok azdık."
Şuan bu sitede Dursun Akçam'ın okunma sayısı "44" Söz eyleme nasıl dökülür? Şair Ergin Günçe'nin bir cümlesi var: "Bildiri olup dağılmalı insan büyüyünce" evet dağıldık ama bildiri olarak değil değerlerden, mücadeleden, okuma eyleminden, gerçek yazarlardan uzaklara doğru dağıldık. Merkezde kalan bir avuç insanı da Dursun Akçam yukarıdaki gibi nitelendiriyor: "Sözü eyleme dönüştürmek isteyenler vardık. Çok azdık." Dursun Akçam'ın bu kitabını "May Yayınları"ndan okudum. 1977 basımı. Tabii şuan edebiyat büyük yayınevlerinin hakimiyetinde o yüzden sahafların dışında eski zamanlarda yıldızı parlayan "kaliteli" yayınevlerinin kitaplarına ulaşamıyoruz. May Yayınevi dönemin siyasi zihniyetine muhalif bir yayınevidir. Ve aynı zamanda döneminin gözde yayınevlerinden biridir. Mesela Oğuz Atay'ın "Korkuyu Beklerken" adlı eseri ilk olarak bu yayınevinden çıkmıştır. Bunları neden anlatıyorum? Dursun Akçam'ın zamanında çok daha fazla okunduğunu ifade edebilmek adına. Şuan unutulmuş olması edebiyatın yeni (çıkmaz) bir noktaya sürüklenmiş olmasıdır. Ağırlıklı olarak Modern- Post-modern çizgide ilerleyen edebiyat çağ atlamıştır. Bu durum dünya çapında olumlu bir gelişmedir. Lakin bizim gibi yerinde sayan (gerileyen) toplumlar bireysel (iç) dünyalara, ağırlık veren edebiyat akımları ile edebiyatta çağ atlamış sayılmaz, sayılmamalıdır. Toplumsal, siyasi, hukuki yapısı günden güne gerileyen ülkelerde gerçekçi edebiyat çizgisi varlığını koruyamadığı vakit hakimiyet (iktidarların da istediği gibi) modern açıdan bireysel edebiyat ekolleri, "geriye yönelik" de Cennet-cehenem Edebiyatından varlığını sürdüren yazarların olur. Bu iyi veya kötü bunu tartışmıyorum. Sadece Toplumcu Gerçekçi edebiyatın aksaklıkları "bildirmek" adına edebiyatın güçlü kalelerinden biri olduğunu hatırlatmak istiyorum. Bu ekolden yetişen genç yazarların yokluğu, bu ekolden yetişen eski yazarların da bu edebiyat yelpazesinde yok olup gitmesi yerinde sayan toplumumuzu edebiyat sayfalarında okumanıza mâni oluyor bunu bilmekte fayda var diye düşünüyorum. Gerçekçilik akımının öncü isimlerinden Bertolt Brecht bu konuya şu şekilde değinmektedir: "Gerçekçi yazış tarzına gereksinme, bugün öyle kolayca kulak arkası edilemez. Bu konu apaçık ortada. Egemen sınıflar yalana eskisinden fazla yakınlık gösteriyorlar, hem de usturuplu yalanlar bunlar. Gerçeği söylemek zorunlu bir görevdir her zaman. Acılar büyüdü, acı çekenler çoğaldı. Kitlelerin büyük acıları yanında küçük zorluklarla uğraşılması, küçük grupların karşısına çıkan zorluklarla ilgilenilmesi çok gülünç, nefret uyandırıcı." Dursun Akçam kimdir peki? Size bir kitabında yer aldığı şekliyle aktarayım: "Ardahan'ın Ölçek köyünde doğdu (1930). Kars-Cilavuz Köy Enstitüsünü (1950), Gazi Eğitim Enstitüsü'nün Edebiyat bölümünü bitirdi (1958). Öğretmen örgütlerinin merkez yönetim ve yürütme kurullarında çalıştı. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TOS) ikinci başkanı iken, 12 Mart 1971 darbesinde tutuklandı. Sekiz yıl on ay hüküm giydi. Askeri Yargıtay'da beraat etti. Öğretmenliğe yeniden döndüyse de, "sürgün", "açığa alınma","resen emekliye sevk" gibi "Bakanlık işlemleri sürdürüldü. Sonunda meslekten ayrılmak zorunda kaldı. Öykü, roman, röportaj dallarındaki başarısı ile ilgiyi çeken Akçam, Milliyet gazetesinin, "Ali Naci Karacan Röportaj Yarışmasında, "Analarımız" yapıtıyla birincilik, 12. Antalya Sanat Şenliği Öykü Yarışmasında, "Haley"öyküsü ile "Altın Portakal" ödüllerini, "Kanlıderenin Kurtları" romanı ile de Türk Dil Kurumu roman ödülünü aldı. Gazetelerde de zaman zaman makale, fıkra, röportaj yazmış olan Dursun Akçam, Demokrat gazetesinin kurucuları arasında yer aldı. Bu gazetenin yazarı ve Şirket Yönetim Kurulu adına sahibiydi. 12 Eylül 1980 darbesiyle Demokrat'ın yayını yasaklanınca yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. On bir yıl sonra ancak ülkesine dönebilen Akçam, sürgünlük yaşamında, "Alaman Ocağı, "Generaller Birleşin (Güldürü)", "Dağların Sultanı (roman)","Sevdam Ürktü (öykü)" kitaplarını yazdı." "Analar" Röportaj türünde olan, Ardahan yöresinde yaşayan kadın ve çocukların hayat şartlarını anlatan bir kitabıdır. İlk okuduğum kitabıdır. O kitaba yaptığım incelemeyi de buraya bırakıyorum. #83747329 "Kanlıdere'nin Kurtları" "Kanlıdere'nin kurtları da yamandı. Koyunun, sığırın can düşmanıydı onlar. Ele geçirdikleri tek canlı kurtulamazdı. Çobanların önünde sürüleri böler, koyunu kuzuyu ortadan biçerlerdi. Kış aylarında aç kalır, korku salarlardı her yana. Köyleri de bastıkları olurdu sürü sürü. İnsan, kaz, tavuk yem olurdu kurtlara!.." Kırsal kesimde yaşamanın dezavantajlarından biridir yabani hayvanlar. Özellikle her şeyi paramparça etmeleri, gözlerinin doymamaları ile ünlenen kurtların olduğu Çeşmir köyünde yaşamak daha da zordur. Romanda kurtlar yardımcı öğe olarak kullanılmıştır. Hayvanlaşan insanı temsil etmektedir onlar. Çeşmir köyününün etrafını saran, Anadolu insanın kanını emen, onu paramparça eden "maddi, siyasi, cinsel" ilkellikler adına insan denilen varlığın yaptıklarını temsil eder onlar. Coğrafya derslerinde hep anlatırlar. Yaz yağışlarıyla yeşeren çayırların sayesinde hayvancılık yapılan yerlerden biri de Ardahan'dır. Klasik üçlüyü sayarsak (Erzurum-Kars-Ardahan) Kuzeydoğunun ucunda yer alır Ardahan. Henüz oraya gidemedim lakin Ağrı'ya kadar ulaştım. İklim şartlarını, geçim kaynaklarını gördüm. Hayvancılığın ne kadar önemli olduğunu da yörede yaşayanlar ve "ders dinleyenler" bilir. Yazarımız da Ardahan'lıdır haliyle ana konulardan biri de hayvancılık olacaktır. Köylülerin kazançları yok ama borçları çok... Hayvan vergisi, Yol vergisi,(beş çocuğu olandan alınmıyordu o yüzden her aile en az beş sayısını tutturma peşindeydi) toprak vergisi devletin başlıca istekleridir!. Banka da kış aylarının geçimini karşılamak adına köylülerimizden kredileri esirgemiyor!. Bu vergileri toplayalım. Banka ödenmeyen parayı haciz yoluyla elde ediyor. Devlet ise "Tahsildar" yoluyla. Köylüler hayvanları saklaması diye de Tahsildar da baskın yapardı. Tahsildar Kurat ile Cenkçi'nin sohbetine bir bakalım da vergiler neymiş ne kadarmış öğrenelim. #87948298 Her coğrafya üretim kaynaklarına göre ağalar ve beyler tarafından sömürülür. Peki hayvancılık ile geçinen bir coğrafyada nasıl bir sömürü yapılır? Upton Sinclair'ın Şikago Mezbahaları adlı eserinde şöyle bir ifade geçer: "O günlerde uygarlığın nasıl bir şey olduğunu her zamankinden daha net gördü; kaba güç dışında hiçbir şeyin geçerli olmadığı bir dünya, güce sahip olanların olmayanlara boyun eğdirdiği bir düzen." Bertolt Brecht de "Mezbahaların Kutsal Johannası" adlı tiyatrosunda ise şöyle diyecektir: "Çevremiz dolu boğulanlarla, bakmıyor kimse" Bu iki eserin anlattıkları ile Dursun Akçam'ın anlattıkları arasında ne tür bir bağ var? İlk iki eser devasa et piyasasını oyunlarla ele geçirenleri anlatıyor. Dursun Akçam'ın eseri de Ardahan yöresinde mikro düzeydeki et pazarının nasıl ele geçirildiğini ele alıyor. Sorunlar ortak ister Amerika'nın bir ucunda ister Türkiye'nin bir ucunda olsun sömürü düzenin mağdurları aynı isimleri farklı. Biz onlara işçi-köylü sınıfı diyoruz çoğunlukla. Siyasiler şuanki gibi sağ kökenli ve çevreye karşı "komünist düşmanı" kendi aralarında ise: «Biz hiç bir ülkeye düşman değiliz. Parolamiz Yurtta sulh cihanda sulh! Rejim konusunda çok titiz bir milletiz. Ancak hangi millet olursa olsun, rejimi ne olursa olsun her ülke ile her millet ile ticari ilişkilerimizi sürdürmede bir sakınca görmeyiz.» Haşmet beyin kafası tartılıyordu: «Bizim iç işlerimize karışmadıktan sonra Urus'un komünistliğinden bana ne? Para gelsin, para!.. İster komünist olsun, ister farmason, ister mason! Para gelsin para!.." Bu zihniyete mensup bu adamların Çeşmir köylülerinin başına ördükleri çorabı detaylıca anlatacağım geri kalanlara değineceğim. Kitabın değindiği birçok toplumsal mesele var merak edip okumak isteyenleriniz olursa okudukları vakit hepsini analiz eder. "Komünizm bizden uzak bize yakın." Rusya ülkeden manda siparişi verir. Siyasiler bunu gizli tutar. Siparişin kaynağı hayvancılık yapılan yerler ve o yerler okul yüzü görmemiş, demokrasi yüzü görmemiş, özgürlük yüzü görmemiş.. Gördükleri tek şey kolluk kuvvetler, tahsildarlar, beylerin ağaların korku salan adamları... Günlerden birgün Çeşmir köyüne bir araç gelir içinden bir veteriner ve bir gazeteci iner. Köylüler gelenleri "büyük adam" sanmakta ve köylerinin temel sorunlarını "kuraklık" anlatmaktadır. Halbuki bunlar kuraklıkla köylünün dertleri ile ilgilenmiyor... Bu gelenler düzmece bir kara haber ile geliyor.. "Şarbon salgını ihbarı" köy risk altında tüm hayvanlar ölebilir! ( Bu arada veterinerden birkaç kurban istenir yani sağlıklı olan bazı hayvanları tecrit etmesi istenir) Hastalıklı hayvanlar bir tarafa ayrılır. Ve derenin ucuna götürülerek vurulur. (Kanlıderenin kanı da biraz buradan gelir) köy karantinada. Köylü alım satım yapamaz. Köylü direneceği son ana kadar direnir sonra "yardımsever, köyün koruyucusu" Bekir Ağa el altından hayvanları "çok ucuz" olacak en iyi fiyata toplamaya başlar. Köylünün tek geçim kaynağı olan hayvan satışı da böyle sömürülür. Bu sömürüyü kimse görmedi mi? Okuma yazması olmasa da aklını kullanan bir sürü Anadolu kadını var Telli Ana da onlardan biridir. #87828641 Yiyecek lokma bulamayan köylüyü bir yerden devlet (vergilerle) bir yerden cahillik, bir yerden ağalar sömürür. Toprak ağaları nasıl sömürür? Arkasında siyasiler ve karakol askerleri vardır. Toplu oy kullanımı ile siyasilerin gözdesidir bu ağalar o yüzden sınırsız özgürlükleri vardır. Ağaya direnmek, karşı çıkmak demek soluğu işkencede almak demektir. Ve de bir hiç uğruna, bir yalan uğruna ölmek, işkence çekmek demektir: "Tabanları üstüne dikildi. Yum ruğunu ağzıma yapıştırdı. Düştüm. Ayaklarına sarıldım. Tekmelendim. Potinlerin kabaraları dudaklarıma battı. Burnumdan kan olukladı. «Gelin ünledi. Peş peşe girdiler, hazır olda: «Buyur!» «Durdurun itin kanını! Pamukladılar. Kan tükürdüm ağzım dolusu. Ağzımdan alav boşanıyordu. "Tükürme pis herif!" Yalandım, yuttum sıcak kanımı. ılık su akıyordu boğazımdan. "Tentürdiyot sürün!" Ağzımda ıslak pamuk gezdirdiler. Yaralarım yandı. Dişlerim ağzıma düştü. Tüküremedim. Sargılandı çenem. Dünyanın altı üstüne gelmişti. "Gidin!" Gittiler. «Kalk ayağa! Yekindim, devrildim, yekindim, duvara tutundum, ayaklandım. «Hain köpek!» Üstüme yürüdü. Vuracak sandım. Kolumu yüzüme çemberledim. «Tez söyle, casuslar nerede?.." "Casustur" diye ağanın ihbarı ile günlerce işkenceye maruz bırakılan "Koca Mürsel".. İşte bu çıkmazı kim nasıl aşabilir? Aklı olan ya hapiste ya sürgünde, okul desen yerinde medreseler var, yağmur duası her gün ve köylüler sömürülerek (evliya yağmur yağdırmak için sürekli kurban ister) yapılıyor. Köyüm inanç takımı (İmam-hafız) ağanın emrinde. Cinler, periler havada uçuşuyor. Kim yarabilir bu karanlığı? İki seçenek sunulacak bize biri Telli Ana tarafından: Birlikte mücadele: "Davar bu Çeşmirliler davar! Pusarlar sümüklü sümüklü. Biçenekleri elden gider, susarlar. Suları alınır ses etmezler. Mal, can gider teprenmezler. Tavuk kartalla cenkleşir, pisik ite boyun eğmez, bunlar pusarlar!. Kırk arı birleşse bir eşeği, altmış arı bir katırı öldürür, bunlar susarlar!. Nice bir bekleriz? Ölümse ölüm, zulumsa zulum! Her ikisi de başımızda, Kanlıderenin kurtları başımızda, içimizde, dışımızda. Her kapıyı tutmuşlar, her yolu tıkamışlar. Sen çalış onlar yesin, öl ki onlar yaşasın!." Diğeri de ülkenin en büyük insanlarından birinden gelecek. En büyük evet Atatürk sonrası bu ülkede Cumhuriyet rejimini anlamına uygun şekilde yüceltmek, ilerletmek isteyen en büyük insanlarından biri olan İsmail Hakkı Tonguç'tan geldi o hamle: Köy Enstitüleri ile eğitimde fırsat eşitliği. Ülkenin en uç noktalarına kadar ulaşan ve öğrenciden hiçbir ücret talep etmeden eğitim veren eşi benzeri olmayan yerinde eğitim sisteminin kurucusudur İsmail Hakkı Tonguç. Kuzeydoğu Anadolu üçgeninde de bir Köy Enstitüsü kurdu Tonguç. Kars Ardahan arasında kurulan Cilavuz Köy Enstitüsü o yörenin kalkınması için ikinci yoldu. Lakin ağalar, hocalar ve siyasiler komünistlik, dinsizlik, ahlaksızlık üçgenine sarılacak ve "Bozkırda Kıvılcımların" oluşumuna ellerinden geldiğince mani olacaklardı. Dursun Akçam mani gidişine mani olamadıkları öğrencilerden biriydi ve coğrafyanın çizdiği kadere yenik düşmedi. Ama nice köylü çocuklar, (özellikle kızlar) kaderlerine mahkum edildi. Evlendi, evlendirildi. Beden ve emek sömürüsüne mahkum edildi. Nesneleşmenin ötesine gidemedi. Çünkü köylü ve şehirli ağalar öyle istiyordu öyle oldu. Köy Enstitüleri kapatıldı, İmam Hatipler açıldı. Ülkenin geldiği noktayı görüyorsunuz. Bundan kim sorumlu? Tarih hiçbirini unutmadı kaleminden çürümüşlük aksa da tarih onları yazıyor. Bu ülkeye ihanet edenler günü gelir hesap verir mi vermez mi bilmiyorum ama Cumhuriyet rejimine, kurucularına ihanet etmeyenlerin yer aldığı safı iyi bilmek gerekiyor bunu biliyorum işte... Bugün Bombalı bir eylem ile öldürülen Ahmet Taner Kışlalı'nın "Kemalizm Laiklik ve Demokrasi" adlı kitabını bitirdim. Oradan birkaç alıntı ile durumu daha iyi ifade ederek bitiriyorum. #88262173 #88262841 #88376167
Kanlı Derenin Kurtları
Kanlı Derenin KurtlarıDursun Akçam · May Yayınları · 197441 okunma
··
661 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.