Necati Cumali'nin Yaşadiklari ve YapitlarıNecati Cumali'nin severek oludugum akici uslubla yazilmis öyku kitabi kendi söylemiyle "çocuk yaşımdan başlayarak
annemden, babamdan dinlediğim
olaylardan doğuyor." dedigi 11 öyküden oluşuyor.
Kitaba iliskin soruları Necati Cumali şöyle cevaplandirmaktadir.
Makedonya 1900 adlı öykülerinizin
esin kaynağını açıklar mısınız?
Makedonya 1900'de topladığım öykü
ler, çocuk yaşımdan başlayarak
annemden, babamdan dinlediğim
olaylardan doğuyor. Uzun yıllar yazmak
istediğim konulardı, ilk notlarımı 20-25
yıl önce almaya başlamıştım. Değişik
tarihlerde yazmaya başladım. Yarıda bı
raktım. Daha doğrusu yazmamı
geriye bıraktım. Sanatımda olgunlaş
mayı bekledim. Annemden,
babamdan dinlediğim olaylar genel olarak anı niteliğindeydi. Anıyla öykü ayrı ayrı şeylerdir. Bu anıları giderek öykü
leştirmeye çalıştım. Kitabımda
okuyacağınız öyküler bu çabanın
sonunda oluştu. Makedonya 1900'ü üç
kitap olarak plânladım. Birinci kitapta
11 öykü var. Genellikle bu öyküler
babamdan dinlediğim anılara dayanıyor,
ikinci kitapta 9 öykü olacak. Öykülerin
özek noktası annemin memleketi Kaylar.
Üçüncü kitap bir roman: Viran Dağlar adı
nı alacak
Yazar olarak size çekici gelen nedir
Makedonya 1900'de anlattıklarınızda?
Bu konular bana ilk dinlediğim gü
nlerden başlayarak değişik nedenlerle ç
ekici geldi, ilk gençlik yıllarımda konuları
n çekici yönü benim için vurucu, çarpıcı
öyküler olmalarıydı. Giderek konuların
özünde yatan trajik çatışmaları görmeye
başladım. Balkan halkları hakkında
gezilerimle, okuduklarımla, bilgilerim
arttıkça bu halkların birleşik yönlerini
insancıl bir açıdan ilişkilerinde ilmik
denilebilecek yakınlıkları gördüm.
Bilindiği gibi, Balkanlar yüzyılımızın
başlarında Şeytan Kazanı, Barut Fıçısı
gibi deyimlerle anılırdı bütün dü
nyada. Türkler, Rumlar, Makedonlar,
Ulahlar, Bulgarlar, Sırplar, Arnavutlar,
Ermeniler, Yahudiler, Çingeneler bu
arada İstanbul Levantenleri, Gürcüler,
Acemler, değişik nedenlerle
Balkanlarda bulunan Batılılar bir arada
yaşıyorlardı. Bu kadar karışık dinlere ve
dillere bağlı insanların ilişkilerinde
din ve dil ayrılıklarını, hükümetlerin
baskısı olmadan kendiliğinden
ne türlü çözümledikleri ilginç bir
bakış açışıydı. Bunun aksi de. Yani
hükümetlerin bu insancıl ilişkilere ne tü
rlü baskılarda bulundukları konusu. Özellikle, 1900'ün ilk yıllarında (ki
ben bunu kitaplarımda yüzyılımızın ilk
yirmi yılı olarak alıyorum) bu değişik
dillere. Müslüman, Ortodoks, Katolik
olarak değişik dinlere bağlı insanlar arasında, yüzyılın başında ulusçuluk akı
mlarının gelişmesiyle çatışmalar doğar.
Yüzyıllar boyunca bir arada yaşamış
yakın komşular düşman olurlar, ayrı
kamplara bölünürler. Olaylar karşısı
nda bir, bir ulusun uyruğu olarak
tutumları vardır, bir de insan olarak
tutumları vardır. Vicdanlarının
buyruğunda davranışları ne olacaktır. Yaşam onlardan karar bekler ve gideceği yere gider. Böylelikle yaşamın zorladıklarıyla onların direnmeleri, arasında bir yığın trajik olay doğar. Yaşam son derece vurucu, sarsıcı hızlı bir akış gösterir. Böyle bir ortamın yarattığı olaylara
bir öykü yazarı kayıtsız kalamaz.
Biz şimdiye kadar Balkanları başka
yazarlardan tanıdık. Bu konuya eğ
ilmeniz bir Türk yazarının duyguları
olarak da açıklanabilir mi?
Öte yandan biz beşyüz yıl o topraklarda
yaşamış bir toplumuz. Öykülerim manastır ile Selanik arasındaki üç yüz
kilometrelik bir çizginin yakınlarında geç
iyor. Bizim edebiyat anlayışımız, Batının
roman, öykü, tiyatro gibi bir çok
yaygın edebiyat türlerine yabancılığımı
z bizim yaşama yaklaşmamızı önledi. Bu beş yüz yıl üstüne bu topraklar üstünde geçen yaşamımızla ilgili ne biliyoruz?
Kitaplığımızda kaç yapıt var? Yok desem
yeridir. Balkanları Panait Istrati'yle tanıdı
k. Nobel'i kazanınca Ivo Andriç,
daha sonra Kazançakis, en sonra Yordan
Yovkov ile tanıdık. Balkanlarda kalan Tü
rklerin yaşayışını onların aracılığıyla
izleyebiliyoruz. Her biri şovenizmden sı
yrılmış, arınmış insanlığın hizmetinde
olan bu büyük yazarlar Balkan halkları
arasındaki kardeşliği, yakınlığı yapı
tlarında tanıtladılar. Örneğin, Yovkov,
Tekerleklerin Türküsü, ince gibi öykü
lerinde Türk asıllı kahramanlarına nasıl
yakınlık, okuyanları duygulandıran bir
sevgi besler. Kazançakis, Andriç'de bu tü
rlü sayısız örnekler bulunur, Istrati için
ise, çok şey söylemem gerekmez. O
adeta Romen olmaktan önce Balkanlı
dır. Ben Rumeli'liyim. Orada doğdum.
Elbet bana da yazar olarak bu insancı
l çalışmaya bir katkıda bulunmak düşerdi.
Makedonya 1900 dizisiyle üstüme düşen
bu görevi yerine getirmeye çalışıyorum. Ömer Seyfettin çok önce Balkan'lar ü
stüne çeşitli öyküler yazmıştı. Ömer
Seyfettin'in tutumuyla kendi
tutumunuz arasında nasıl bir ayrılık
var?
Ömer Seyfettin, çok sevdiğim bir
yazardır. Öykümüzün ilk büyük ustasıdı
r. Bilindiği gibi onun yazarlık hayatı aş
ağı yukarı benim Makedonya 1900'de
konularıma aldığım, 1900-1920 yılları
arasına düşer. Genel olarak konuları
geçen yüzyılın sonuyla yüzyılımızın ilk
5-10 yılı arasında geçer. O yıllarda bizim
ulusçuluk akımımızın güçlü
temsilcilerinden biridir Ömer
Seyfettin. Ulusçuluk akımı özellikle.
Balkanlarda gösterdiği gelişmelerden
sonra bizde ilk temsilcilerini bulmuş
tur. O yıllarda Ömer Seyfettin'in
ulusçuluk akımlarının Balkan
ulusları arasında gösterdiği şiddet
ruhuna, ayırıcı niteliğine, üstünlük
iddialarına uzak kalması bunların dışına
çıkması beklenemezdi. Tarihimizin
belirgin özelliği içinde toplumumuzla
uyuşma gösterir tutumu. Bugün o
olaylara geçmişe dönerek bakabiliyoruz.
Sanıyorum ki, aramızdaki ayrılık benim o kapanmış kavgalara şöyle böyle 50-60
yıl arayla bakmamdan geliyor. Ben
yeni bir Cumhuriyetin, yeni Türkiye
Cumhuriyeti'nin, bir yazarı olarak bakı
yorum olaylara. Ömer Seyfettin çok
haklı olarak henüz Balkan savaşından
yeni çıkmış bir toplumun duygularıyla ele
almıştı.
Kemal Özer sizinle yaptığı bir
konuşmada yaşamınızla yapıtlarınız
arasındaki ilişkilere değinmiştir.
O cevaba ekleyecekleriniz var mı?
Hayır. O söylediklerimi tekrarlayayım
size.
«Ben genel olarak yakından tanıdığım,
gördüğüm olayları yazarım. Bu
tutumumdan bu hikâyelerde de hiç
ayrılmamış gibiyim. Çünkü yakınlarım
aracılığıyla kendim yaşamış gibiyim
onları. Kaldı ki 1967 ve 1973'te iki gezi
yaptım. Hikâyelerin geçtiği yerleri gördü
m. Selanik'ten başlayarak Karaferye,
Yenice, Vodina, Ekşisu, Kaylar
(Ptolemais), Florina, Manastır, Ohri'yi
gezdim. Bazı küçük köylerde durdum.
Hatta bazı yerlerde eski tanıdıklarla
karşılaştım. Florina'da babamın genç
lik arkadaşlarını buldum. Florina'dan gö
ç ettiğimiz gün bizi istasyona götüren
arabacının oğlu beni hatırladı. Bir sigara
satıcısının sözünü bu arada unutamam.
Bir kahvemi içmeden ayrılırsanız
arkanızdan tükürürüm, demişti.
Konukseverliklerini unutamam
Makedonyalıların. Diyebilirim ki, Dedeağaç'tan Manastır'a kadar kahve
parası ödettirmediler bize. Kaylar'da ise çok yaşlı bir İznikli'yle tanıştık. (Kaylar
annemin memleketi; bu hikâyelerde adı
çok geçecek). Kalp hastası olduğu
halde temmuz sıcağında aradığımız
yerleri bulmakta bize yardım etti.
Anastas Papadopulos, unutulmayacak
kadar tatlı bir insandı. Evinde ağız tadı
yla bir öğle yemeği yedik. Sonuç olarak,
diyebilirim ki, bu hikâyelerde kin, öç, ö
lüm, kan önde geliyor. Ama ben bunları
anlatarak barışa hizmet ediyorum. Bana
bir zamanlar Romanyalı bir diplomat.
Balkanlar bir bütündür demişti. Sanı
yorum ki Atatürk, Balkan Antantı'nı
kurarken yaşamı ve deneyleriyle bu bü
tünlüğü ilk pekiştirmeye çalışan
politikacıydı. Hikâyelerimde çok kan
akacak, ama okuyucularımda kendi
duyduğum acıma ve sevgi duygusunu
uyandırabilirsem yine de barış sevgisi ağır
basacak.»
Nasıl bir anlatım yöntemi uyguladınız
hikâyelerinizi yazarken?
«Stendhal der ki, ben yazmaya baş
lamadan önce yarım saat medeni kanun
okurum. Kendimi onun üslubuyla hazı
rlarım. Nedir medeni kanun? Gereksiz
tek sözcük yoktur içinde. Kişiler arası
ndaki ilişkileri kesin, yalın bir biçimde
anlatır. Stendhal'i örnek tuttum ben de
kendime. Sık sık Tevrat okurum sonra.
En büyük hikâye kitabıdır çünkü. Kaç
bin yıl geçmesine rağmen hâlâ
okunmaktadır, eskimemiştir. Bunun
nedenini Stendhal iyi anlamış, özneyle yü
klem arasında aracı öğeler (deyimler, sı
fatlar, atasözleri, gereksiz betimlemeler)
kullanılmaz. Her özne hemen yüklemini
bulur. Hikâyede 1001 Gece Masalları'
ndan, Boccacio'dan, Tevrat'tan geçerek
Stendhal'e kadar eskimeyen nedir araştı
rdım, bunu buldum. Rumeli Hikâyeleri'ni
yazarken de böyle yazmaya çalıştım .Ben
karışmadan hikâyelerimin kişileri kızdılar,
öç aldılar, sevdiler..»
Necati Cumalı _ Makedonya 1900
Öykülerin isimleri,
EVİMİZ
BABAM
DAYIM
DİLA HANIM
ZOLE KAPTANIN ÖLÜMÜ
KURT KANI
UÇAK
KORKU
MAVİ TENCERE
ARİF KAPTAN İLE OĞLU
BAZEN BİR SAVCI