Size yazarı anlatmalı mıyım? Haddim değil deyip susmalı mıyım? Elbette pek çoğunuz benden çok daha iyi biliyorsunuzdur. Hele ki bu eseri okumaya kalkışmış yahut okumuş biriyseniz zaten oldukça aşina olmanız muhtemeldir. O nedenle bu çipil gözlü, ( bizim oraların deyimiyle) bi kucak sakallı adamı anlatmak işlemini pas geçiyorum.
Tolstoy bu eseri 1864 ile 1869 yılları arasında yazmış. Ünal Beyin paylaşımıyla Ahmet Ümit'ten öğrendiğimiz yazarın beş yılda kitabı 25 bin sayfa yazıp onu 5 bin sayfaya sadeleştirdiği bilgisi ise etkinlik sürecinin bize kattığı güzel bilgilerdendi.
Tolstoy Savaş ve Barış'ta Napolyon'un Rusya'ya düzenlediği seferi, 1812 savaşını konu almış bu savaş esnasında, savaşın diplomatik ve siyasi etkilerini, yine savaşın gerek aristokrat kesimde gerekse savaş meydanlarında yarattığı duygu durumunu ve bu iki kesim arasındaki uçurumu psikolojik analizleriyle bizlere anlatmış. Yaptığı kapsamlı tarih araştırmaları sayesinde kurgu dışında anlatıcının araya girerek verdiği muhteşem değerlendirmeler tadına doyulacak türden değildir...
Şayet Fransa ve Rus tarihi bilginiz varsa en azından çok sevgili Napolyon amcamızın hayatı ve icratları hakkında biraz araştırma yapmışsanız kitaptan alacağınız zevk ayyuka çıkacaktır. Napolyon bir dahi midir yoksa yalnızca kitlelerin seçtiği bir kukla mıdır, liderler kitleleri mi yönetir yoksa kitleler lideri mi, savaşların sorumlusu kimdir savaşa karar verenler mi yoksa savaşı fiilen yapanlar mı kitap boyunca bu soruların cevabını arayıp bulmaya çalışıyorsunuz. Bulmaya çalışıyorsunuz diyorum çünkü yazar pek çok mantıklı cevabı sunuyor size çözümlemeler yapıyor herkesin gözüyle olayları görmenizi sağlıyor. Sonuç!!! Bende sonuç şu ki Nasrettin Hoca gibi "sen de haklısın, sen de haklısın, eee ben de haklıyım" modunda kapattım kitabın kapağını.
Tolstoy diyor ki ( yani en azından bana öyle diyor) siz ne yaparsanız yapın her şey olacağına varır. Her şey tam da olması gerektiği gibi olur yani " olacak olan olur" diyor...Okurken hep aklımda şu mısralar dönüp durdu ne alaka demeyin ben de bilmiyorum...
"Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır."
Pek çokları karakter kalabalığından söz etmiş olabilirler lakin insanı kesinlikle yormadığını zaten temelde beş aile olduğunu diğerlerinin yan karakterler olduğunu ve rahatlıkla konuya adabte olacağınızı belirtmek isterim. Bu beş aile şu şekilde;
-Bolkonskiler
-Rostovlar
-Bezuhovlar
-Kuraginler
-Durubetskoylar
Bunların dışında Denisov, Dolohov, Anna Pavlovna, Bilibin, Rastopçin ve Platon Karateyev var ki Karateyev'in kurgu içerisinde bir bilge gibi Piyere ve dolasıyle de bize yol göstermesi hatırlanmaya değerdir. Karateyev'in anlattığı öyküyü Tolstoy başka bir yerde
" Tanrı Gerçeği Bilir Ama Geç Söyler" adıyla kaleme almıştır ve beni en çok etkileyen öykülerinden biridir.
Yazar kitabına Savaş ve Barış ismini vermişken konu olarak Rusya'nın en önemli savaşlarından birini de seçmişken kitabı okurken yalnızca bu fiili savaşa tanık olmayacağınızdan emin olun. Karakterlerin kendi içlerinde giriştikleri gerek inanç, gerek kibir, gerekse kıskançlık ve gurur savaşımlarına da tanıklık edeceksiniz.
İnsan hep bir mücadele içinde değil midir? Yürüdüğü yol kaç yıllık olursa olsun insan durup arkasına baktığında kendisiyle giriştiği savaşları, imzaladığı barışları, savaş sonrası elindeki yıkımları belki barışın getirdiği sükuneti kâh esefle kâh huşu ve huzurla seyre dalacaktır.
Peki savaş yalnızca düşmanla ya da kendimizle midir? Sevdiklerimizle, hayatımızdaki insanlarla da hep bir mücadele içinde değil miyiz? Hayat, yani yaşam savaşın ta kendisi değil mi? Barış savaşın tam göbeğinde yuva yapmışken ona ulaşmak için yaralanmak kılıç kuşanmak zorunda kalmak ne kadar adaletlidir? Aman kimseye dokunmayayım kimse de bana dokunmasın deyip geçip gitmek ne kadar mümkündür? Tıpkı Piyer gibi savaşmakla zerre alakanız yokken toplumun sizin önünüze birini düşman diye çıkarması, siz ne kadar uzak kalmaya çallışırsanız çalışın çirkefe bulaşmış insan ilişkilerinin göbeğine düşmeniz elbette olasıdır...
Tolstoy'un babasının da bir yarbay olması 1812 savaşlarında bizzat görev alması keza Tolstoy'un kendisinin de Kırım harbinde subay olarak görev yapmış olması insanda biraz Prens Andrey'de kendini resmettiği izlenimi uyandırsa da Piyerin o güzel kalbi ve inanç arayışların da sevgili Tolstoy'un bir başka yönünü bize aktardığı kanatindeyim. Bir yerlerde Andrey ile Piyer karışımı bir adam ne hoş olurdu dediğimi hatırlıyorum...
Bu arada yazar kitaptaki karakterleri oluştururken hayatındaki insanlardan esinlendiğini söylüyor. İlya Rostov'da dedesini, Nikolay Rostov'da babasını ki babasının adıda Nikolay'dır. Prenses Maria'da annesini resmetmiştir. Vera'da(sinsi şeytan) büyük baldızını, Nataşa'da küçük baldızı ve eşinin karışımını bize sunar.
Nataşa, o cıvıl cıvıl hayat kaynağı, hemencecik kendini aşkın kollarına bırakan, şıpsevdi gibi görünse de benim itiraz edip çok sevdiğim, bir erkekten yalnızca çok sevilmeyi bekleyen, kendini hakkıyla seven adama adayabilen, su gibi bulunduğu kabın şeklini alan güzel kadın.
Güzelliğin ve dişiliğin timsali Helen'den söz etmeden olmaz. Bakanı kendine hayran bırakan güzelliğinin farkında bir dilber. Güzel olan ve güzelliğin en keskin bir silah olduğunun bilincinde olan bir kadından daha tehlikeli ne olabilir. Öyle bir silah ki bu kullananı da karşılaşan kadar ağır darbelere maruz bırakan ve hatta en çok sahibini yaralayan bir silah...
Kitap içerisinde tarih felsefesi, hukuk felsefesi, psikolojik analizler, tarihi değerlendirmeler, müzik, dans ve hatta arı kovanları...aklınıza gelebilecek pek çok konuda bilgiye gark olacağınızı belirtmeliyim.
Kitapla birlikte Ayhan Bey'in önerisiyle izlediğimiz dizinin de karakterlerin kafamda tam yerli yerine oturması bakımından büyük önem taşıdığını ve dizinin şiddetle tavsiye edilebilecek düzeyde olduğunu da sırası gelmişken söylemeliyim.
Herkesin kitap hakkında edindiği bilgi içerik vb. şeylerle katılımda bulunduğu ve haftalık değerlendirmeyle yaklaşık iki ay gibi bir süreye yayarak okuduğumuz bu eserden maksimum fayda sağladık, katkısı bulunan tüm arkadaşlarıma içtenlikle teşekkür ederim...
Kitabımı basılı olarak Yordam Yayıncılıktan epub olarak da Sis Yayıncılıktan okudum. Her ikisini de tavsiye edebilirim yalnız her ikisinin de çevirinin çevirisi yani aslından değil İngilizce çevirisinden çevrildiğini belirtmeliyim ki bu konuda hassasiyeti olan arkadaşlar buna dikkat edebilirler. İş Bankası ve Can Yayınları Rusça aslından çevrilmiş olup Tolstoy'un orijinalinde Fransızca diyalogları kendi diline çevirmeden kullanmış olmasına binaen çevirmen buna saygı duyarak aynı şekilde davranmış. Çevirileri sayfa altında mevcut. Tolstoy böyle yapmasından dolayı ciddi eleştiri almış bu konuda ama bu bir tavır bu bir başkaldırı aslında. Dönemin Rusya'sında aristokrat kesimin iki lafından biri Fransızca ve bu davranış bir övünç kaynağı durumunda. Çarın da Fransa ve Fransızca hayranlığını bilmeyen yok. Sonunda en sevdikleri kültürün sahipleri tarafından ciddi bir kıyıma maruz kalmaları Tanrı'nın bizi her zaman en sevdiklerimizle imtihan ettiğinin apaçık bir göstergesi.
"Bu bir roman değildir, şiir de sayılamaz, hele bir vakayıname hiç değildir. Savaş ve Barış, yazarının bu yazı biçimi içinde anlatmak istediği ve bu yazı biçimi içinde anlatabildiği şeylerdir." diyor Tolstoy kitabı için. Daha çok roman türünde diyebiliriz ama anlatıcının özellikle Tarihçilere yaptığı ciddi eleştirilerin olduğu kısımlar başlı başına bir eleştiri yazısı olarak değerlendirilebilir. Kitabın türüne takılmaksızın, içindeki karakterlerle özdeşleşmeden ama her birinin haletiruhiyesini tam olarak hissederek başından sonuna insanı ama tam manasıyla insanı ve devinimlerini okuyabileceğiniz muhteşem bir eser.
Kitapla ve sevgiyle kalın...