Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

“Hicri üçüncü asrın ilk çeğreğinde Yunan bilim ve felsefesinin Arapçaya çevrilmesiyle bir bilimsel cemaat hâline gelen İslam filozofları, başlangıçta iki önemli geleneği tevarüs etmişlerdir: Yeni Eflâtuncu Meşşâî felsefe ve İslam kelamı. Araştırmalarının temel çerçevesini Meşşâî felsefe belirlemekle birlikte kelam geleneğinin temel kabullerini dikkate alan filozofların, varlık araştırmalarında üç şeyi başardıkları söylenebilir. Birincisi, tevarüs edilen kadîm varlık düşüncesinin teorik zemininin mükemmelleştirilmesidir. Kindî, Fârâbî, Sicistânî, İhvan-ı Safâ ve Âmirî gibi filozofların felsefî mesaisi, İbn Sînâ’da meyve vermiş, İslam felsefesi insanın varlığa ilişkin idrakini derinleştiren ve sonraki bütün felsefî çalışmaları derinden etkileyen bir varlık idrakine ulaşmıştır. İbn Sînâ felsefesinde yüksek ifadesini bu idrak, varlık-mahiyet ve zorunlu-mümkün ayrımlarında özetlenir. Öyle ki İbn Sînâ sonrasında hiçbir filozof, kelamcı ve mutasavvıf, bu ayrımlara ve onlardan kaynaklanan sorunlara bigâne kalamayacaktır. Bu yargı sadece İslam düşünce tarihi için değil, Batı düşüncesi tarihi için de geçerlidir. Bunun nedeni, söz konusu ayrımların Antik Yunan’dan günümüze kadar geliştirilmiş bütün ontolojiler arasında en kapsamlı kavramsal dağarcığı temsil etmesidir. Ceher-araz ayrımının sorunlu görüldüğü, nesne kavramının esaslı bir dönüşüme uğradığı, teorik fizik ve dil felsefesindeki gelişmelerin klasik ontolojileri derinden sarstığı günümüz felsefe akımlarının bile ne denli eleştirel yaklaşırlarsa yaklaşsınlar bu ayrımlara bigâne kalmaları mümkün değildir. ...” s. 175-176
·
28 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.