Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Moskovada gerçekten gitmek istemeyeceğiniz kimi yerler var. Bunlar fabrikaların arkasında, sanayi bölgelerinde ya da yüksek gerilim hatlarının altında bulunan iç karartıcı yerler ve başkentimizde bu tür yerlerde hala hayatta kalma mücadelesi veren Çeçenleri bulabilirsiniz. Ryazon Prospektten başlayıp, büyük şehrin hayhuyundan çok uzakta, içinde insanların güç bela hayatlarını sürdürdükleri beş katlı tuğla evlerden yoksul sanayi mahallelerine uzanan asık suratlı bir asfalt şeridi olan Frezer Yolu böyle bir yerdir. Aslında buraları insanların yaşamasına uygun yerler değil. Artık var olmayan, perestroykanın kurbanı olan bu binalar, kağıt üstünde resmi olarak hala bir haddehane fabrikasının atölyeleri olarak görünüyorlar. Fabrikada çalışan işçiler gitmişler; bugün fabrika patronları terk edilmiş atölyeleri ve fabrikanın diğer tesislerini kiraya vererek para kazanıyorlar. Çeçen mülteciler bu pis, yağmalanmış eski fabrika binalarının birine, ilk olarak 1997 yılında yerleştiler. Bu insanlar Birinci ve ikinci Çeçen Savaşları arasında hüküm süren korkunç anarşi ortamından kaçmışlardı ve esas olarak o dönemde Çeçenlerin önderleri konumundaki Maşadov ve Basayeve muhalif ailelerin üyeleriydiler. Haddehane fabrikasının yöneticileri mültecilerin atölyeleri dayayıp döşemelerine, yaşanacak yerler haline getirmelerine ve karşılığında da patronlara haraç ödemelerine göz yumdular. Çeçenler bu fabrikanın atölyelerinde o günden bugüne dek yaşamaya devam ettiler ve Nasayevler de burada yaşamakta olan 26 aileden biri. Yerel polis onları çok yakından tanıyor. Bu insanlardan hiçbiri polisten kaçmaya çalışmıyor ya da saklanmıyor, çünkü hiç birinin böyle bir şey yapmaya niyeti yok, aslına bakarsanız kaçabilecekleri bir yerleri de yok. Nord-Ost müzikalinde rehin alma eylemi yaşanınca, Nijegorodskiy karakolundan polisler doğrudan buraya geldiler, kendilerine, her yerleşim bölgesinden 15 Çeçeni tutuklama emrinin verildiğini söylediler. 26 ailenin bütün erkekleri tutuklandı ve bu insanlar parmak izleri alınmak üzere otobüsle götürüldüler. Selimhan Nazayeb-Romanovun şanssızlığı, o sırada evde olmamasıydı. Selimhan, ailesinin evde monte ettiği bir parti tükenmez kalemi teslim etmeye ve daha sonra da yeni kalem montajı için parça almaya gitmişti. Polis kısa süre sonra imparatorluk ailesinin soyundan gelenlerin sanayi bölgesinde yaşadıkları kulübeye geri geldi. Selimhanın parmak izini alacaklarını söylediler ve bunun üzerine Roza, sorun çıkarmadan onun gitmesine izin verdi. Aile, oğullarının polisle birlikte gitmesinin üzerinden birkaç. saat geçtiği halde geri dönmemesi üzerine endişeye kapıldı. En sonunda Selimhanın annesiyle babası polis karakolunun yolunu tuttular ve karakola ulaştıklarında kendilerine o bildik, budalaca tavırla, "Oğlunuzun cebinde bir el bombası ve bir patlayıcı fitili vardı. Onu tutukladık," dendi. Roza bana olanları şu şekilde anlattı: "Ben, Bunu yapmaya hakkınız yok. Onu siz alıp götürdünüz. Evi sizinle birlikte terk etti ve o sırada ceplerinde hiçbir şey yoktu. Bunu gören çok sayıda tanık var, diye bağırdım. Polis, Burada Çeçenler tanık olarak kabul edilmiyor, diye karşılık verdi. Bu beni çok kırdı. Ne yani, artık bizler bu ülkenin vatandaşları değil miyiz? " Selimhanın annesi ertesi sabah yeniden polis karakoluna gittiğinde ona şöyle dediler: "Senin oğlun aynı zamanda esrar işiyle uğraşıyormuş. Ona yardım edemezsin. " Selimhan bana başından geçenleri şöyle anlattı: "Oraya vardık ve beni bir büroya soktular. Şöyle dediler, Sen eroin işiyle uğraşıyormuşsun. Daha kıdemli olan polis, elinde küçük bir paket tutuyordu ve bana şöyle dedi: Şimdi artık bu sana ait. Beni kelepçelediler. Paketi cebime koydular. Ben bu yapılanları protesto etmeye başladım. Bunun üzerine şöyle dediler: Pekala o zaman cebinden çıkanlara bir de patlayıcı fitili ekleyeceğiz. Kıdemli polisin bir patlayıcı fitilini, diğer insanların parmak izlerini ortadan kaldırmak için bezle sildiğini gördüm. Fitili elime tutuşturdular ve üzerinde parmak izlerimin oluşmasını sağladılar. Ben yeniden bağırmaya başladım, Bunu yapmaya hakkınız yok ! Onlar da, Bize emir verildi. Her şeye hakkımız var ve eğer iyi bir çocuk olmazsan, suçu üstlenerek bize yardımcı olmayı kabul etmezsen, aynı şeyler akrabalarının başına da gelecek. Şimdi senin evinde arama yapmaya gidip, orada aynı et bombasının bir başka parçasını bulacağız. Şu itirafnameyi imzala, karşılığını verdiler. " Selimhan herhangi bir şey imzalamayı reddetti. Onu dövdüler ve bir avukatla görüşmesine izin vermeyerek dövmeye devam edeceklerini söylediler. Selimhanı yalnızca araya kimi gazeteciler ve bir milletvekili olan Aslambek Aslahanov girdiği için bıraktılar. Şu an- da Selimhan, kulübesinde derin bir depresyon içinde oturuyor. Depresyon, aramızda yaşayan Çeçenlerin karakteristik ruh hali. Ne gençler ne de yaşlılar arasında tek bir iyimser insan bulmak mümkün değil. En azından ben böyle birine rastlamadım. Herkes göçerek kozmopolit bir ortamda erimeyi ve asla milliyetlerini açıklamak zorunda kalmayacakları bir yerde yaşamayı hayal ediyor. Mültecilere ve Göçmenlere Yardım için Yurttaş İnisiyatifi Halk Komitesinin başkanı Svetlana Gannuşkina, Rusyada Çeçenlere yönelik sistematik bir polis tacizi kampanyasının yürütülmekte olduğunu öne sürüyor. Bu, başı dertte olan insanların -akrabaları tutuklanan, parmak izleri alınan ve üzerlerine uyuşturucular ve patlayıcı yerleştirilen Çeçenlerin; işlerinden çıkartılan ya da sürgünle tehdit edilen Çeçenlerin- başvurdukları komite. (Allah aşkına, Rus vatandaşlarını Rusyanın başkentinden nereye sürgüne gönderebilirsiniz ki?) Bu insanlar Svetlana Gannuşkinaya geliyorlar, çünkü gidecek başka yerleri yok. Svetlana sözlerini şöyle sürdürüyor: "Devlet eliyle yürütülen, resmi adı Kasırga Anti-terör Operasyonu olan, bu yeni çıldırmış ırkçılık dalgasının sinyali, Dubrovka tiyatro kompleksine yapılan baskının hemen sonrasında verildi. Çeçenler her yerden kovuldular. Asıl sorun, işlerinden ya da yaşadıkları yerlerden çıkartılıyor olmaları. Bu yapılan, belirli insanların yaptıklarının acısını bütün bir halktan çıkartmaktır. Çeçenleri bir ulus olarak karalamak için kullanılan başlıca yöntem, üzerlerine uyuşturucu ve patlayıcı yerleştirmek, ardından da haklarında düzmece davalar açmak. Polisler kurbanlarına, onlarla alay ederek, Hangisini tercih edersin: uyuşturucu mu , yoksa silah mı? diye sorduklarında kendilerinin dışarıdan çok zekiymiş gibi göründüklerini düşünüyorlar. Kurtulabilenler sadece Maka Şidayeva gibi annesi olan insanlar oluyor. Peki ama, ya geriye kalan diğer insanlara ne olacak?" Ve bizler, Rus halkı, ne tür bir ulusuz böyle? Bir Çeçen ailesinin üç kızı var. Bunlardan biri giriş sınavını kazandı ve müzik okuluna girdi; buna karşılık, diğer iki kız sınavda başarılı olamadılar. Kızların annesiyle babası, sınavda başarılı olan kızlarının öğretmeninden diğer iki kızlarına özel piyano dersi vermesini istediler. Öğretmen bu iki kıza ders verme teklifini reddetti. Herkesin bir diğerinin ne yapıp ettiğini bildiği müzik okulunun müdürü, Kültür Bakanlığından bu yönde emir geldiğini söyleyerek müzik öğretmeninin ders vermeye devam etmesine engel oldu . Çeçenlere ders vermeye devam etmesi durumunda polis onunla da ilgilenmeye başlayacaktı. Bu, bizlerin, Rus halkının içinde aktif olarak yer aldığımız bir durum. Çoğumuz devletin güttüğü yabancı düşmanlığını paylaşıyor ve bu durumu protesto etmeyi gerekli görmüyor. Neden? Resmi propaganda çok etkili ve çoğunluk, Putinin birkaç kişinin işlemiş olduğu suçlardan dolayı bütün bir halkın toplu olarak cezalandırılması gerektiğine dair inancını paylaşıyor. Bununla birlikte, yıllardır sürmekte olan bir savaşa karşın, terör eylemlerine, yaşanan yıkımlara ve mülteci akınına karşın hiç kimse, yetkililerin sonuç olarak Çeçenlerden gerçekte ne istediğini bilmiyor. Onlann Rus Federasyonu içinde yaşamasını istiyorlar mı, istemiyorlar mı? Son olarak, Rusyada yaşayan ve devlet destekli histeri sebebiyle ıstırap çeken sıradan insanların durumunu bütün açıklığıyla ortaya koyan bir başka hikaye. "Okulda sık sık azar işitiyor musun? " Sirajdi iç çekiyor: "Evet. " "Peki. bunun haklı bir sebebi oluyor mu? " Yeniden iç çekiyor: "Evet. " "Ne tür yaramazlıklar yapıyorsun?" "Koridorda koşarken birileri bana sert bir yumruk atıyor ve ben de bana diş geçirebileceklerini düşünmemeleri için onlara karşılık veriyorum, ardından öğretmenler bana Onlara vurdun mu? diye soruyorlar. Ben her seferinde doğruyu söyleyip, Evet diyorum, ancak diğerleri öyle yapmıyorlar ve sonunda azarı işiten ben oluyorum. " "Belki senin de doğruyu söylememen gerekiyor. O zaman başın derde girmeyebilir. " Çok derin iç çekiyor: "Bunu yapamam. Ben kız değilim. Eğer bir şey yaptıysam, Onu ben yaptım, derim. " "Bilirsiniz, düşüp kafalarım çarpsınlar diye çocuklarımıza çelme takmaya çalışıyorlar. Ve bunu ölsünler diye yapıyorlar . . . " Hey ulu Tanrım ! Bu sözler kendisinden söz eden Sirajdiye değil, onun hakkında konuşan büyüklere ait. Sözünü ettikleri kişi teröristleri yok etmek için eğitim görmüş bir özel operasyonlar ajanı değil, yedi yaşındaki bir Çeçen çocuk: Sirajdi Digayev. Bu, Sirajdinin gittiği, Moskovadaki 155 Numaralı Okulun 2B Sınıfı veli komitesinden bir kadının alenen dile getirdiği bir düşünce. "Sahi, biliyor musunuz, benim çocuğum şöyle yakınıyor: Sirajdinin hiçbir zaman hiçbir şeyi olmuyor, benimse her şeyim yanımda oluyor ve ben bunları ona ödünç vermek zorunda kalıyorum." Bu sözler de aynı komitede yer alan bir başka anneye ait. Bu çocuk neden yakınıyor? Eğer yanı başındaki insan senin sahip olduğun bir şeye sahip değilse, bu lanet şeyi elbette ki ona ödünç verirsin Bir başka anne şu düşüncede: "O herkesin başına dert. Bunu anlamalısınız. Oğlum bana, Sirajdi çok gürültü yaptığından öğretmenini duyamadığı için sınıfta ödevini yazamadığını söyledi. Sirajdi zapt edilemiyor. Tıpkı bütün Çeçenler gibi. Bunu anlamalısınız. " Boş bir sınıfta otururken konuşmayı sürdürüyoruz. lkinci sınıfta okuyan öğrenciler evlerine gittiler ve şu anda veli komitesi üyeleri, çocuklarımızın, geleceğin muhtemel bir teröristinden kötü şeyler öğrenmemesi için okulu bir küçük Çeçenden nasıl temizleyebileceklerini tartışıyorlar. Belki benim için bütün bunları uyduruyor olmalı diye düşünüyorsunuz. Ne yazık ki hayır. "Bizi yanlış anlamayın. O bir Çeçen olsa da, biz milliyetler arasında ayrımcılık yapmayız. Hayır. Bizler sadece çocuklarımızı korumak istiyoruz . . . " Neye karşı? 2B Sınıfı veli komitesi, Kasım ayında, Sirajdinin annesiyle babasını, yeni yılda çocuklarını sıkı düzene almazlarsa ve çocukları bir Çeçen olmasına karşın veli komitesinin iyi davranış anlayışına uygun biçimde terbiyeli davranmaya başlamazsa, 155 Numaralı Okulun müdüründen onu okuldan atmasını isteyecekleri konusunda uyarmak üzere bir toplantı düzenledi. Bütün bunların ardında yatan gerçek mantık bir ya da iki hafta sonra, veli komitesinin bir üyesi bu karan neden aldıklarını açıklarken kendisini ortaya koyuyor: "Pekala, bana sadece hepsinin neden Moskovaya akın ettiklerini söyleyin? " Olur şey değil, onlar Moskovaya neden gelmeyeceklermiş? Acaba bu şehrin sakinleri, Rusyanın diğer yurttaşlarıyla yan yana gelmeleri duyarlılıkları üzerinde olumsuz bir etki yaratacak kadar özel insanlardan mı oluşuyor? Bir başka veli neredeyse feryat ediyor: "Neden onların zor zamanlar yaşadıklarını söylüyorsun? Bizim zor günler yaşayıp yaşamadığımızı sormak kimin aklına geliyor? Bizim çocuklarımızın ondan daha rahat durumda olduklarını düşünmene yol açan nedir? " Neden mi? Pekala, Sirajdi 1995 yılında Çeçenistanda doğdu. Annesi Zülay ona hamileyken etrafı top ateşi ve bombardımanlarla çevriliydi. Birinci Çeçen Savaşı başladığı sırada oradan kaçtı, çünkü başka seçeneği yoktu . Bugün Zülay, Moskovaya 1996da taşınmış olmalarına ve en küçük oğlu neredeyse ömrünün tamamına yakınını hu şehirde geçirmiş olmasına karşın, onun havai fişekler atıldığı ve şimşek çaktığı zaman hala çok büyük korkuya kapılıyor olduğunu görünce karmaşık duygulara kapılıyor. Çocuk bir yerlere saklanıyor ve ağlıyor, ancak neden böyle davrandığını bilmiyor. Bir başka veli komitesinde kızgınlık dolu bir ses havada dalgalanıyor: "Aha, öyle oluyor, çünkü burada henüz kendilerini evlerinde hissetmiyorlar. Peki, bu yüzden eski köye yeni adet getirmeleri gerektiğini mi düşünüyorlar? Hayır, teşekkür ederim ! " Yaşanan kızgınlığa Sirajdinin babası Alvinin toplantıya gelmiş ve kendisiyle ilgili söylenen her şeyi dinliyor olması yol açmıştı. Daha sonra Alvi söz aldı ve yaşadığı sorunları açıklamaya cüret etti, odasına zorla giren bir polis tarafından kendisine küfredildiğini ve bir baba olarak bunun karşısında hiçbir şey yapamadığını anlattı. Çocuklar her şeyi görmüşlerdi. Alvi aynı zamanda onlara ailesinin Çeçenistanda değil de Moskovada olmasının esas sebebinin, burada koşulların çok kötü olmasına rağmen, çocuklarının savaşın sürüp gitmediği bir ortamda okula gitmelerini sağlamak olduğunu söyledi. Zülay matematik öğretmeniydi, ancak Moskovada pazarcılık yapıyordu ve bu işte pek de başarılı değildi. Akşamları, sabah satmak üzere tavuk kotletlerini rulo hale getiriyorlardı. Alvinin ve Zülayın yaptığı her şey çocukları uğrunaydı. "lyi yani, buna ne buyrulur! Kurnazca Moskovanın merkezine sızıyorlar! Sonra da kendilerine 500 dolarlık bir daire verilmesini bekliyorlar! " Veli komitesinin, Alvinin açıklamalarına tepkisi bu oldu . Alvi ve Zülaya bu toplantıda açıklanan karar şuydu: "Oğlumun/kızımın böyle biriyle aynı sınıfta eğitim görmesini istemiyorum. " Veli komitesi üyeleri soruyorlar: "Bu konuda haksız olduğumuzu kim söyleyebilir? " Ah, elbette hiç kimse . Geçtiğimiz yüzyılda aynı şekilde yaşanmaya başlamış, ancak çok farklı bir biçimde sona ermiş olan bir şeyi hatırlamakta fayda var. Faşistler Danimarkaya girdiklerinde, kolayca tespit edilebilmeleri için bütün Yahudilerin elbiselerine sarı yıldızlar dikmelerini emretmişler. Bütün Danimarkalılar hem Yahudileri kurtarmak hem de kendilerini birer faşiste dönüşmekten kurtarmak için derhal elbiselerine sarı yıldızlar dikmişler. Kralları da aynı şekilde davranmış. Bugün Moskovadaki durum bununla taban tabana zıt. Yetkililer, komşularımız olan Çeçenlere saldırdığında onlarla dayanışma içine girmek için elbiselerimize sarı yıldızlar dikmiyoruz. Ne yazık ki tam tersini yapıyoruz. Sirajdinin bir parya olduğunu aklından çıkarmamasını sağlamak için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Benim isteğim üzerine Sirajdi bana Rusça dersinde kullandığı alıştırma kitabını gösteriyor. Aldığı notlar zayıf, 2 ile orta 3 arasında değişiyor. Sirajdinin el yazısı, Yelena Dimitriyevnanın ona hemen her sayfada hatırlattığı gibi bozuk. Yelena Dimitriyevna, Sirajdinin öğretmeni ve uyarı sözcüklerini eğitimli, kaligrafik bir el yazısıyla yazıyor. Otuz beş yıldır ilkokul öğretmenliği yapıyor. Yelena Dimitriyevna, veli komitesinin Çeçen çocuktan kurtulmaya yönelik kampanyasını desteklemiyor ama, elbisesine de bir sarı yıldız dikmiyor. Bu kampanyada yer almayı -öyle yapabileceği halde- kesin bir dille reddetmiyor, bu şekilde Rus kamuoyunun Diyagev ailesine zulmetmesinde rol almış oluyor. Sirajdi bir topaç gibi ortalıkta fır dönüyor. Gerçekte bana Rusça alıştırma kitabını göstermeye hiç mi hiç istekli değil. Dikkatimi durumun çok daha iyi olduğu matematik kitabına çekebilmek için her türlü kurnazlığı yapıyor. Sirajdi yerinde duramayan, alelade bir çocuk. Asıl mesele şu ki, o da iyi görünmeyi çok fazla istiyor. Neden olduğundan başka bir haline gelmesi, neden onu daha az Çeçen yapabilmek, veli komitesinin istediği gibi başı önünde halimselim bir küçük çocuk olması gerekiyor? Matematik kitabı bile kısa zamanda canının sıkılmasına yol açıyor. Kılıç ve bir adam resmi çizme sözü vererek büyük bir telaşla içeriye koşuyor. Sirajdi her şeyi büyük telaş içinde yapıyor. Kısa süre sonra elinde , üzerine Yüzüklerin Efendisinden güçlü pazıları olan kuvvetli bir adamın hatlarıyla ve sarı renkli bir mum boya lekesiyle temsil edilen hafif bir kılıcın çizilmiş olduğu bir kağıt demetiyle geldi. Nord-Ost histerisinin hemen sonrasında, küçük bir Çeçen çocuğa karşı başlattıkları kampanyanın öyküsünün gazeteciler tarafından ele alındığını fark eden 2B Sınıfı velileri, şimdi, "Biliyorsunuz, bizler sadece onun adına en iyi olanı istedik," diyorlar. "Sadece en iyi olanı . . . " Sirajdi, onlann kendisi adına en iyisi olduğunu düşündükleri şeye inanacak mı? Sirajdi gerçekten de teneffüslerde diğer çocuklarla kavga ediyor. Resim derslerinde duvara boya fırlatıyor. Aynca, sınıf arkadaşlarına çelme atıyor ve o bunlan daha sık yaptıkça, diğerleri de onu daha fazla 2B Sınıfının sivri tipi olarak görüyorlar. Nord-Ost sonrasında Rusyada hayat böyle işte. Üzerinden aylar geçti ve yavaş yavaş bu dehşet verici trajedinin cidden kullanışlı yanlarının olduğu görülmeye başlandı. Aslına bakarsanız, bu trajedi pek çok insan açısından ve pek çok farklı sebeplerden dolayı gayet kullanışlı. En üstte, doğuştan gelen bildik kinizmiyle devlet başkanı yer alıyor. Devlet başkanı bu dehşet verici olayı ve kanlı sonunu açıkça kullanarak uluslararası alanda kara tahvil ediyor. Başka insanların kanını Rusya içinde kendi tanıtım çalışmaları için duraksamadan kullanmaktan da vazgeçmiyor. Bu yığının en altında, küçük bir okulda yaşanan önemsiz ağız kavgaları ve yeni yıl gelmeden önce ikramiye almaya hak kazanabilmek umuduyla kendi anti-terörist puanlarının yükselmesi sayesinde son derece mutlu olan alt kademedeki sıradan polisler yer alıyor. Nord-Ostun hemen ardından başlayan çıldırmış Çeçen-karşıtı şovenizm ve ırkçı saldırılar, pragmatik, kesintisiz ırkçılığa dönüşmüş durumda. Kimi Çeçen erkekleri soruyorlar: "O halde elimize silah mı almamız gerekiyor?" Acz içinde dişlerini gıcırdattıklarını duyabilirsiniz. Başkaları, "Buna daha fazla katlanamayacağım," diyerek inliyor. Elbette bu, onlara, özellikle de çocukları onlan seyrederken hiç yakışmayan bir zayıflık belirtisi. Peki, ne yapmaları gerekiyor?
·
314 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.